'Nitelik anlamında hâlâ ürünlerimiz çok kusurlu’

GÜLCAN DERELİ

 

Erd Agron çok genç yaşta bir savaşçı olarak katılmış Kürdistan’daki devrimci mücadeleye. 22 yıldır da zindanda. Mücadele içinde büyümüş, edebiyatı, yazmayı mücadele içinde tanımış fakat kendine yeni ufuklar açmaya çalışan, arayış içinde bir yazar. Kürtlerin içinden geçtiği dönemi 'Her birimiz farklı yönleriyle katılsak da bence tek bir öykü, tek bir roman, tek bir şiirin yazıldığı bir dönem' olarak tanımlayan Erd Agron. 'Bu konuda dışarıdaki yazarlara daha çok iş düşüyor. İçerideki yazarlarla dayanışma, ortak platformlar geliştirme sorumlulukları vardır' diyor. Şimdiye kadar iki şiir kitabı yayımlanan şair ile mektuplar aracılığıyla bir röportaj yaptık. Tutsak şair Erd Agron ile yeni çıkan ''dîwana şermê” kitabı vesilesiyle şiiri, edebiyatla olan ilişkisi, günümüz Kürt edebiyatını nasıl gördüğü hakkında biz sorduk o da cevapladı. 

 

İlk kitabın “dîwana hestiyan”dan sonra ikinci kitabın da “dîwana şermê” adıyla yayımlandı. Şiirlerinde tasavvuf etkisi çok belirgin olduğu için divan tercihin az çok anlaşılabiliyor ancak bir de senden dinlemek isteriz. Biraz yayımlanmış eserlerinde kurduğun anlama dayanarak divanın sendeki anlamından bahseder misin? Bir de divanlar sürecek mi?

Divan, gerçek anlamıyla divan edebiyatı şairlerinin şiirlerini kafiye ve rediflerinin alfabetik sırasına göre topladıkları kitaba verilen ad olarak bilinir. Zamanla alfabetik sıra ölçüsü aşılıp serbest formdaki şiirlerin toplandığı eserlere de divan denmeye başlandı. 

Konu bütünlüğüyle “dîwana şermê” de bir divan olarak kabul edilebilir tabii. Ancak divan bendeki çağrışımıyla daha farklı anlamlara tekabül ediyor. Divan, çağrışım kudreti yüksek bir sözcük. Bundan yararlanmaya çalıştım. Melayê Cizîrî, Cigerxwîn gibi anlam evrenimizi etkileyen, duygu dünyamızı şekillendiren divan sahibi şairlerimizle bir bağ kurma arayışıma cevap veren, anlam değeri olan bir sözcük divan. Bununla birlikte bir de mecazi anlam yükü var. Bir tür meclis anlamına geliyor. Böylece çağrışım zemininde daha farklı boyutlara yeni kapılar aralayabiliyor. Ki Kürtlerde kurulmuş sohbet ortamlarına da hâlâ divan denir. 

“dîwana hestiyan”da “jan-name” şiiri kemikler için bir tür divana karşılık geliyordu. Yakınlarının canından, etinden umudunu kesmiş ancak kemiklerini aramayı sürdüren insanların kurduğu bir meclis-divan. “dîwana şermê” de benzer bir çağrışım yüklenmiştir. Hicap duygusuyla kurulmuş bir tür meclis aslında “dîwana şermê.”

Bu arada, daha “dîwana şermê”nin yayımlanmış halini görmüş değilim. Yok, Kürtçe yasaklı değil bulunduğum cezaevinde ama gecikmeli bir dil haline geldi. İncelemesi uzun sürüyor Kürtçenin. Kaderi bu, hep şüpheli dil olarak kalacak. Maazallah, ya tehlikeli bir içerik taşıyorsa…

Evet, yayımlanmayı bekleyen iki divan daha var: “dîwana jinan” ve “dîwan (mecaz û panorama).” Divanlar sürer mi şimdilik bilmiyorum ama “dîwana keviran” (taşların divanı) ve “dîwana çivîkan” (kuşların divanı) isimleri de beni cezbetmiyor değil. 

 

Son zamanlarda tutsak yazarlar ve üretimleri, yaşadıkları sorunlar ve onlara dönük özel yönelimler kamuoyunda az da olsa konuşulmaya başlanıyor. Senin de eserlerin zindandan çıkıp bizimle buluştu.  Tutsak yazarlığı anlatır mısın biraz?

Özgürlüğünden yoksun bırakılmanın ıstırabı büyüktür. Buna dayanmak hakikat algımızı büyüterek, anlam arayışımızı geliştirerek, biraz da acının öğretici değerini kabul ederek mümkün hale gelebilir. Geliştirdiğimiz yaşam deneyimleri bunun kanıtıdır, ki tersi durumda nasıl tükenişlere yol açtığına da tanık olduk. 

Eski dönem ermişi, hakikat arayışçısı dervişler çilehanelere kapanarak acının öğretici değerinden yararlanmaya çalışmış, gözyaşını ruhun cilası saymışlardı. Evreni, yaşamı ve dünyayı içlerindeki derinliğe inerek kavramayı esas almışlardır. Nefs mücadelesini içlerinde yaktıkları ve durmadan harladıkları cehennem zeminine taşımışlardır. Ve bize “ne ararsan kendinde ara” ahlaki ölçüsünü miras bırakmışlardır. İçe inmek, içeriden seslenmek şiirin kendisi değil mi zaten. 

Bizler de tutsaklığın ıstırabına dayanabilmek için hakikat algımızı ve anlam arayışımızı geliştirmek zorundaydık. Bunun için kendisini son hücresine, bir deri bir kemik kalana değin eriten, birer alev topu halinde halen yolumuzu aydınlatan modern zaman ermiş ve dervişlerinin, yine modern zaman hakikat arayışçısı ve öncülerinin hakikat algımızda açtıkları pencerelerle aydınlanmak zorundaydık. Ve en önemlisi de kendimize sadece kendimiz olduğunu kavratacaktık. Kendimizi engel olmaktan çıkarmak için içimizde cehennemler kurmak, arınmak, kendimizi yenip kendimize yenilmek temel bir sorumluluk haline gelecekti. Sartre “cehennem başkasıdır” derken yanılıyordu bence. Başkaları cennet olmalıydı. Başkaları nefes alabileceğimiz cennet olmalı, onlarda soluklanabilmeliydik. Henüz bunu tam anlamıyla başardığımı söyleyemesem de şiirlerimin bu farkındalık zemininden doğduğundan eminim. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın savunmasındaki “Bir insanın yaşamında, yaşadığı gerçeklerin hakikatine varmasından daha değerli bir şey olamaz” sözü bu anlamdaki ufuk açıcı niteliğiyle kimleri etkilemedi ki? Tutsaklığa katlanmaya çalışırken kendimize, yaşamımıza dair gerçeklerin farkına varmanın yolu ve yöntemini öğrendik. Esaretten utanmayı, utanmanın en arkaik, en soylu insan duygusu olduğunu öğrendik mesela. Anlam dünyamızın sınırlarını zorlamayı, sevgi ve hayal gücümüzü büyütmeyi öğrendik mesela. Sezişlerimiz… Kişiliğim üzerinde bu esaslar çerçevesinde etkisi çok büyüktür. Bu bir süreç ve tekrarlar, farklılıklar ve yeniliklerle devam ediyor. Ehmedê Xanî’nin zindandaki Mem’in ruhsal ve zihinsel durumunu özetlediği bir beyitle bitireyim: “Goya bixwe ew resednişîn bû / Ew çal ji bo wî dûrbîn bû”

 

Doğu toplumlarının kültürel, edebi ve sanatsal alanlarda kapitalist hegemonyayla birlikte ciddi bir Batı etkisine girdiğini söylemek yersiz olmaz. Üstelik gelinen aşamada popülizme dayalı bir hakimiyet sahası kurulduğu da malum. Batının sanat ve düşünce dünyasını tek kabul olarak gören bir icazet ihtiyacı var yaygın olarak. Bu konuda fikirlerin neler?

Olimpos düzenine tepki duyanlar vardı. Agron tepkiliydi mesela. Batı merkezli zihniyet yapısına tepkili olanlar vardı. Nietzsche mesela. Öyle ki çağın mürşid ihtiyacına Zerdüşt’le cevap veriyordu. Batı edebiyatının gerçeği perdeleyen anlatımlarına tepkili olanlar hep oldu. Bir boyutuyla tepki duymam anlaşılırdır sanırım. Ama şunu tutarlılık açısından belirtmeyi gerekli buluyorum. Batı edebiyatı ve düşünce dünyasının insanlık mirası niteliğindeki örneklerinin de farkındayım. 

Soruna gelirsek, modern akımların düşünsel arka planına baktığımızda hemen hepsinin pozitivizm ve aydınlanma felsefesine dayandığını görüyoruz. Oysa toplum ve insan doğası ve maneviyatı açısından paradokslarla dolu bu düşünce sistematiğine dayanmak, sanat ve edebiyatın amacıyla bir tezat oluşturur bence. Kaldı ki insan ve toplumun vardığı nokta da bunu doğrulamaktadır. Sarsılmaya başlayan nükleer denge, varlık olarak insanın evrensel ve tikelliğine yansıması olarak görülebilir. Bütün ve parçanın karşıtlaştırılması… 

Bunun için batı taklitçiliğini doğru bulmuyorum. Anakronik bir yankılanım olarak anlaşılmamalı bu. Tam tersine, değerlerin doğu-batı olarak ayrıştırılmasının insanlığa saygısızlık sayılması gerektiğine inanıyorum. Hem neye göre doğu-batı? Bir şeyin bulunduğu yerin doğusu batısı olur. Ama bir yerin bir şeyin bulunduğu yer dışında doğu veya batı olarak anlam bulamayacağını bilmemiz gerekiyor. 

Antik ve modern zaman hakikat aşığı ermiş ve dervişlerinin -doğu-batı diye ayrıştırmadan- estetik anlayışını, güzellik duygusunu miras almak, buna layık eserler yaratmak benim için en büyük onur olacaktır. Çabalarım bu esas üzerine gelişecektir. 

Düşünsel açıdan da modern edebiyat ve sanat akımlarının bir devamı, taklitçisi olmayı reddeden edebiyat anlayışı kadın özgürlüğünü, cinsiyet eşitliğini, birey-toplum dengesini ve demokrasi düşüncesini öncelemek durumundadır. Bu açıdan Öcalan’ın “Erkeği öldürmek” ve “Nasıl yaşamalı?” çözümlemeleri temel düşünce yapımı ve sanat-edebiyat anlayışımı ifade etmektedir. 

 

Hem zindanda hem de dışarıda Kürt edebiyatının gittikçe daha çok sayı ve türde ürettiğine tanıklık ediyoruz. Tabii bununla birlikte bir de nitelik tartışması gündeme geliyor. Kürt edebiyatını bu bağlamda değerlendirebilir misin? 

Eskiden yayınlara daha rahat ulaşılabiliyor, dergi ve gazeteler üzerinden edebiyat dünyamızdaki gelişmeleri daha iyi takip edebiliyorduk. Şimdi ise ne doğru dürüst bir gazete ve dergiye ulaşılabiliyor ne de daha derinlikli fikir sahibi olmaya yetecek kitaba ulaşabiliyoruz. Eksik bir gözlem üzerinden ortaya koyacak bir fikrin sakıncaları dolayısıyla çok bir şey söylemeyeyim. 

Evet hapishaneden çok sayıda eser çıktı. Nicel anlamda bir zirve bence. Ancak nitelik anlamında hâlâ ürünlerimiz çok kusurlu. Bunları da aşacağız, inanıyorum. Tutsak yazarlara her zaman ulaşamazsak da belli bir paylaşım zemini olduğundan bir şekilde birbirimizden haberdar olabiliyoruz. Ancak dışarıdaki yazarların ürünlerinden haberdar olamıyoruz artık. Kimi dost ve akraba çevrelerimizin yolladığı sınırlı sayıdaki kitapların arasından karşılaştıysak odur. Önceleri dergi, gazete ve bu platformlardaki tartışmalardan haberdar olup temin etmeye çalışıyorduk.

Durum böyle olunca resmin bütününü verecek bir değerlendirme yapmak zor. Ama çok sayıda yayınevimiz olduğunu, yenilerinin açıldığını, çok sayıda kitap yayımladığını biliyorum. Tüm toplumların inşa zamanlarında yaşadığı gelişmelerin benzerini yaşıyor edebiyat dünyamız. Her birimiz farklı yönleriyle katılsak da bence tek bir öykü, tek bir roman, tek bir şiirin yazıldığı bir dönem bu. Bunun sorumluluk ve bilinci edebiyatımızın sınırlarını daha da genişletecektir. Bu konuda dışarıdaki yazarlara daha çok iş düşüyor. İçerideki yazarlarla dayanışma, ortak platformlar geliştirme sorumlulukları vardır. 

 

Sence Kürt edebiyatından ne bekleniyor ve edebiyatımızın acil ihtiyaçları nelerdir?

Kürt edebiyatından beklenen bir rönesansa öncülük edecek gelişmeyi sağlamasıdır. “Edebiyatımız bunun neresinde?” sorusunu tüm aydın ve yazarlarımızın kendisine yöneltmesi gerekmektedir. Bu sorumluluk duygusuyla girilecek öz sorgulama bizleri üretken kılacaktır. 

Önceki sorularda da ifade ettim aslında. Zindan koşullarından dolayı yazarlarımızın çalışmalarına çok ulaşamıyoruz. Bu yüzden çok isabetli değerlendirmeler yapamayacağım kaygısı beni sınırlıyor. Ancak bir iki şey söylemeyi de gerekli görüyorum. 

Öncelikle edebiyatımıza daha fazla kadın rengi, daha fazla kadın duyarlılığı, daha fazla kadın inceliği, anlatım zerafeti yansımalı. Erkek yazarların çoğunluğu oluşturması, kadın yazarların daha az isimle katılması edebiyatımızın temel kusuru bence. 

Yine üst bir dil kurulma çabasının olması bir başka kusura işaret etmektedir. Bu bir hiyerarşi kurma arayışı anlamına gelir ki şahsen hiçbir yazarımıza layık görmem. Toplumsal ve ekolojiye duyarlılığı esas alan bir edebiyat anlayışında rekabet duygusu ve iktidarcı eğilimlerin edebiyatımızı büyütmeyeceğini biliyoruz. Edebiyat dünyamızda nitelik tartışması ve metin analizleri yapılırken söz konusu eğilimler açığa çıkabiliyor. Bu yıkıcıdır. Bizim dayanışmacı, büyüten, yol gösteren, paylaşan bir dile ihtiyacımız var. Bununla birlikte “yazara, aydına, entelektüele değer verilmiyor” türü serzenişlerin tümünün yanlış olduğuna inanıyorum. Entelektüelliğimizin, aydınlığımızın değer halkımızın dünya halkları arasında gördüğü değerle orantılıdır. Hepimiz, halkımızın kaderini yaşadığımızı unutmadan toplumsallığımıza değer katan çabalar içinde olmalıyız. Bunun dışında da ulaşabildiğimiz çalışmalarda modern akımların tesirini, öykünmeciliğini görebiliyoruz. Bunun aşılması gerektiğini düşünüyorum.

Son olarak; Aslı Erdoğan’ın “Taş Bina ve Diğerleri” adlı eserini Kürtçe’ye çevirdin. Bu konu hakkında söylemek istediğin bir şeyler var mı? 

Öncelikle yaşadığı sağlık sorunları dolayısıyla Aslı’ya çok geçmiş olsun dileklerimi gönderiyorum. Neyse ki şu anda iyi olduğu haberlerini alabiliyorum. Hep iyi olur umarım. 

“Taş Bina ve Diğerleri”nin çevirisi benim için güzel bir deneyim oldu. Aslı’nın incelikli anlatımını yakalamak, bozmadan Kürtçe okuyucusuna aktarmak zor oldu. Rêdûr Dîjle’nin başarılı editörlüğü sayesinde ve Aryen Yayınları’nın özenli yayıncılığıyla kitaplığımıza bir Aslı Erdoğan kitabı eklemeyi başardık. Güzel duygular yaşadık. Kolektif çabaların bu yönleri güzel. Ve bence Aslı Kürtçeye, Kürtçe de Aslı’ya çok yakıştı. Herkesin okumasını isterim. 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.