Ağlamayı direnişe/isyana dönüştürmek

Forum Haberleri —

  • Herkes ve tüm halklar/inançlar, bu güne dek ağır acılarda o acıların yıl dönümlerinde sel olup akan gözyaşların, havaya sıkılan öfkeli yumrukların ve vurucu sloganların artık bu zalimlerin zulmü karşısında pek de bir işe yaramadığını görmelidirler! 

ALİ DAĞDEVİREN

Ağlamak insani bir duygudur! Bu nedenle insan yüreği taşıyan herkes ağlamıştır, ağlamaktadır, ağlayacaktır! Ancak ağlamak bir yönüyle de ağlatandan kaçmak, teslim olmak, karşı tepki göstermemek olmamalıdır. İnsan ve özellikle halkların yaşamında tekrarlanan acılı günleri, hatta kıyım ve kırımları sadece ağlamakla geçiştirmek belki o an için bir rahatlama/nefes alma vesilesi olur ama yeni katliamları, büyük acıları asla önlemediği ortadadır.
Yakın tarihimizden başlarsak: Dersim’de yaşlı kılamcıların acılı sesleri o dönemin katliam çocuklarını epeyce ağlattı ama bir zaman sonra hiçbir şey olmamış gibi oldu. Herşey unutturuldu/unutuldu! Öylesine unutturuldu ki kan kokan o acılı topraklarda artık ne ağlayan ne de ağlanacak acı(!) kaldı! Ancak 70’ler sonrası, ölü hale getirilmiş o toprakların özgürlüğüne baş koymuş mazlum ve masumların dağlara/taşlara işlenmiş: ‘Beşikteki çocuklarımız bunun hesabını soracak/intikamımızı alacak!’ seslerinin duyulmasıyla hesap sormaya başlayan bir Özgürlük Fırtınası, unutturulmuş o ağlamayı isyan sesine dönüştürdü!

Bu ses, katliamın kanlı sayfalarını ortaya sererek yargılamaya/sorgulamaya başladı! Bugün değişik siyaset alanında yer alan katliam mirasçıları bu insanlık suçunu birbirinin üzerine atarak temize çıkmaya çalışıyorlar! Halbuki bunlar o katliamcı kökten çıkmış damarlar, türemiş sülalelerdir. Ve hepsinin hamuru katliamlarla yoğrulmuştur. Geçmişten günümüze süregelen aralıklı katliamlar bunun açık örneğidir!

Ve bu günlerde 42’ncı yıl anması yapılan bir büyük katliam kanlı Maraş’ta oldu! Tarih 24 Aralık 1978. Katil sistem işbaşında! Zamanın Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Yardımcıları, Bakanlar, Genel Kurmay Başkanı, Jandarma Genel Komutanı ve MİT’in bilgileri, gözetimi/koruması altında, katliam cellatları ellerinde Türk ve üç hilalli bayraklarla: ‘İşte Aleviler burada öldürelim bunları! Bir Alevi öldüren bin yıl Hacca gider! Eşhedüenla çektirerek Müslüman ilan ettiler! Sokaklar kan içinde! Kesik kol, oyulmuş/çıkarılmış göz, dağılmış beyin, koparılmış parmaklar, yakılan/yıkılan ve yağmalanan işaretlenmiş ev ve işyerleri, bacaklarından ikiye bölünmüş beş-altı aylık bebek, enkaz ve ceset, karnı bıçaklanmış hamile kadınlar! Karınlarından çıkarılıp duvarlara ibret(!) için çivilenen bebekler! On defalık hac karşılığı öldürülen komünistler! Ecevit iktidarının beklenen yardım(!) eli, ‘emmi bokunu yiyem, beni kurtar ne olursun?’ yalvarışları, benzin dökülerek yakılan ve sonrada varilde kaynatılan 18 yaşındaki genç!..’ gibi mahkeme tutanaklarına geçen günümüz katliam sürüsü DAİŞ örneği korkunç bir vahşet!

Bu vahşetin üstünü örtmek için devlet/sistem, tetikçilerini sözde yargıladı ve hepsini akladı! Bir kısmını vekil yaptı! Bir kısmını üstdüzey bürokratlara kattı! Böylece kendisini aklamaya çalıştı! O zaman da çok ağlanıldı ve herkes Maraşçı oldu! Ama çabuk unutuldu! Ağlayanlardan az sayılmayacak bir kısım ses çıkarmamak ve uslu durmak koşuluyla resmi pasaportla ülke dışına çıkarıldı. Katliam alanları viraneye çevrildi ve o topraklarda ağlayacak/inleyecek fazla insan kalmadı!

Ancak bir büyük sorgulama Özgürlük Hareketi ve ona katılan o viraneli toprağın kahraman evlatlarıyla başladı! (Yeri gelmişken yakından tanımak mutluluğuna eriştiğim ve bugün hasretini çektiğim Engin Sincar’ı ve onun ölümsüzlüğünde tüm yoldaşlarını derin bir özlemle anıyorum.) Bu sorgulama; katliamcıların orada yaptığı insanlık dışı gibi bir kin /katliam değil, zulmedenlerden hesap sorma olayıdır! Her zalimin zalimliklerini anımsatarak ve onu tarihe kaydederek gelecekteki büyük acıları önlemeye yöneliktir! 

Sistemin bu seri katliamları nazara alındığında Sayın Öcalan’ın ‘Öz Savunma’ istemi /ısrarı tam da bu noktada bir zorunluk dayatıyor! Halklar/inançlar ve bir bütün olarak katledilmekle karşı karşıya kalanlar öz savunmasını muhakkak kurmalı ve güçlendirmelidir! Hep görüldüğü gibi katliamı yapan her zaman topu/tüfeği/tankı zaptiyesi olan egemen faşist güçler olmuştur/olmaktadır! Peki katliam tehditi altındaki bu halkların ve hakların Öz Savunma Güçleri olmasa bu barbarlığı kim nasıl durduracak?

Bugüne dek emsali görülmemiş vahşet sürüsü DAİŞ çetelerinin Şengal, Rojova, Kobanê ve diğer alanlardaki vahşi katliamları haklı olarak başta Batı olmak üzre dünyayı bile korkuttu! Bu vahşete karşı Kürt topraklarında inşa olunan Öz Savunma Güçleri’nin destansı direnişi dünyaya adeta nefes aldırttı! Bu gücü, bu öz savunmayı küçümseyen ve görmezlikten gelen Erdoğan ise DAİŞ’in sahte zafer(!) hayalini onlardan önce ‘Kobanê düştü, düşecek!’ sevinciyle ilan etti. Ancak Erdoğan’ın görmediği, görmek istemediği bu şanlı direnişi/ kahramanlığı bütün dünya gördü, selamladı!

DAİŞ’in zafer(!) hayalı kursağında kaldı ve Erdoğan’a da dert oldu! Bu dertledir ki o şanlı direnişe destek verenler başta olmak üzere direnişçi tüm muhalifleri gazlamak ve hatta öldürmeyi esas alan ve adına ‘Kamu/kanunsuzluk düzeni’ denilen Hitler modeli bir infaz talimatnamesi devreye sokuldu! Sonrası biliniyor!.. 

Faşist diktatörler kendi saltanatlarına dokunacağı, egemenlik alanlarını sıkıştıracağı ve herkese özgürlük getireceği için ülkede Demokratik Özerklik ve Öz Savunma’ya hep karşı çıkarlar. Hayata geçmemesi için katliamlar yapmaktan bile geri durmazlar. Ama halklar/haklar özgürlükleri ve onların devamı için gerektiğinde sözde değil özde ağır bedelleri göze alarak bunu dayatmalı ve vazgeçilmez bir hak mücadelesi yapmalıdır.

Herkes ve tüm halklar/inançlar, bu güne dek ağır acılarda o acıların yıl dönümlerinde sel olup akan gözyaşların, havaya sıkılan öfkeli yumrukların ve vurucu sloganların artık bu zalimlerin zulmü karşısında pek de bir işe yaramadığını görmelidirler!

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.