AKP uzatmalarda sona geldi

Dosya Haberleri —

Kazım Bayraktar

Kazım Bayraktar

Deneyimli hukukçu Avukat Kazım Bayraktar ile Türkiye'de  derinleşen yargı krizini konuştuk...

  • Uygulanan taktik gerçekten bir felaket. Bir yüksek yargı ceza dairesi, anayasayı yorumlamakla yükümlü, yasaların ve yargı kararlarını anayasaya uygunluğunu denetlemekle yükümlü, başka bir yüksek yargının hakimleri hakkında suç duyurusunda bulundu. Bunun arkasında ciddi bir siyasal plan olmadan bir ceza dairesinin bu şekilde hareket etmesi mümkün değil.
  • Anayasayı değiştiremiyorlar ancak baskı ve tehdit yoluyla AYM üyelerini korkutarak daha sonra vereceği kararları daha bağımlı ya da korku altında vermesi sağlanmak isteniyor. AYM zaman zaman iktidarın hoşuna gitmeyen kararlar veriyor. Bunları da engellemek amacıyla bu girişimde bulunuldu. Bundan sonra AYM kararlarına yansıyacak mı önümüzdeki süreçte göreceğiz.
  • Avrupa Bakanlar Komitesi, Türkiye’ye Kavala’nın tahliyesi için 1 Ocak 2024’e kadar süre verdi. Ocak ayında karara bağlanacak mı? Bağlanması durumunda Türkiye’nin Avrupa Konseyi’nden atılması gerekiyor. Avrupa Konseyi’nden atılmanın çok büyük siyasi sonuçları olacak. AKP iktidarı hep uzatmaları oynadı. Önümüzdeki süreçte uzatılacak başka bir yanı da kalmadı.

ERDOĞAN ALAYUMAT

Türkiye'de yargının keyfi kararları ve hukuk tanımazlığı tartışmalara neden oluyor. Geçtiğimiz günlerde TİP Milletvekili Can Atalay hakkında Anayasa Mahkemesi (AYM) tarafından verilen hak ihlali kararını tanımayan Yargıtay, AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunmuştu. Yargıtay’ın bu kararı yargı krizine neden olurken muhalefet cephesi bu kararı darbe olarak nitelendirmişti. Avukat Kazım Bayraktar, yaşananların yargı krizinden ziyade yargıda siyasal bir merkezileşmenin sağlanması yolunda gelinen bir aşama olarak gördüğünü ifade etti. Yeni Özgür Politika gazetesinin sorularını yanıtlayan deneyimli hukukçu Kazım Bayraktar, Türkiye'deki yargının geldiği aşamayı değerlendirdi.

TİP Milletvekili Can Atalay ile ilgili AYM’nin verdiği hak ihlali kararından sonra ülkede bir yargı krizi patlak verdi. Yargıtay, AYM kararını tanımadı ve hak ihlali kararı veren AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulundu. Yargıda çok nadir olan bu olay ile ilgili neler demek istersiniz?

Yargıtay’ın AYM üyeleri hakkında suç duyurusu kararı aslında nadir bir olay değil, hiç olmamış bir karar. Cumhuriyetin kurulduğundan bu yana böyle bir yüksek yargı kararı olmadı. İlk defa karşılaşıyoruz. Yüksek yargı kurumları arasında hukuksal bilgi farklılıkları olabiliyor. Ancak dönemden döneme her yüksek yargı kurumu önceki kararlarından farklı kararlar verebiliyor. Yüksek yargı kurumları arasında içtihat çelişkiler olduğunda içtihat işletme kurumu vardır orada bu çelişkiler giderilebiliyor. Yüksek yargıdaki hukuksal yorum farklılıkları kendine özgü kurallar çerçevesinde bugüne kadar çözüldü. Çözümsüz kalan konular olmuştur ama bunlar yasayla daha sonra çözülmüştür. Ancak bugün, açık bir biçimde iktidar tarafından planlandığı belli olan bir kriz yaratıldı. Krizi yaratmak ve AYM’nin işlevini tümüyle ortadan kaldırmak veya kapatmak amacıyla birkaç yıl önce başlatılmış politikanın son gelinen aşamasıdır. Bu aşamada uygulanan taktik gerçekten bir felaket. Bir yüksek yargı ceza dairesi, anayasayı yorumlamakla yükümlü, yasaların ve yargı kararlarını anayasaya uygunluğunu denetlemekle yükümlü, başka bir yüksek yargının hakimleri hakkında suç duyurusunda bulundu. Yani uymamak bir yana bir de o yüksek yargının hakimlerinin hukuksal düşüncelerini suç olarak nitelendirdi. Bunun arkasında ciddi bir siyasal plan olmadan bir ceza dairesinin bu şekilde hareket etmesi mümkün değil.

Yüksek yargı üzerinden AYM’ye yapılan bu saldırının öncesi var. İstanbul 13’ncü Ağır Ceza Mahkemesi topu Yargıtay’a bilerek attı ya da attırıldı. Çünkü yerel yargı buna cesaret edemezdi, bu cesaret ancak yüksek yargı kurumu aracılığıyla yapılırdı. Bu şekilde bence yerel mahkemeye talimat verildi ve yerel mahkeme kararı Yargıtay’a havale etti. AYM kararını uygulama görevi yerel mahkemenindir. Yaşananlar yargı krizi olarak adlandırıldı ancak bence yargıda siyasal bir merkezileşmenin sağlanması yolunda gelinen bir aşamadır.

Can Atalay

Yargıtay’ın AYM kararını uygulamayı reddetmesi ve AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunması hukuki olarak nasıl izah edilebilir? Türkiye iç hukukunda bunun olmasını mümkün kılan bir düzenleme var mı?

Böyle bir düzenleme yok. Yani herkesin suç gördüğü bir olayı bildirme hakkı vardır. Yargıtay’ın da bu anlamda önüne gelen bir olay ile ilgili yeni bir suç görmüşse bunu ihbar etme ve suç duyurusunda bulunma hakkı vardır. Ancak bunun kötüye kullanılmaması gerekir. Yargıtay suç duyurusunda bulunabilir ama AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunarak savcılığı harekete geçiremez. Kendi iç tüzüğü gereğince kendi hakimlerinin görev suistimalleri ve benzeri suçları varsa o kendi içinde yargılar. Bu yanıyla Yargıtay böyle bir yetkiye sahip değil. Öte yandan suç duyurusunun konusuna baktığımızda sadece AYM üyelerinin bir olayda hukuksal yorumda suç bulması da ayrı bir felakettir.

Siz yapamaz diyorsunuz ama önümüzde böyle bir gerçeklik duruyor ve Yargıtay, AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulundu. Peki bu nasıl mümkün olabildi?

Şimdi son birkaç yıldır özellikle yoğunlaşan bir uygulama var. Hukuken mümkün olmayan şeyler idari kurumlar ya da yargı kurumları tarafından fiilen mümkün olur hale getiriliyor. Daha doğru “biz yaptık olur” mantığı ile hareket ediliyor. Böyle bir şey hukuken mümkün değil, yasal olarak mümkün değil ama fiili olarak öyle bir hale getirildi ki AYM’yi linç etmeye dönük açıklamalar eşliğinde gündeme geldi. Şimdi burada fiili bir durum var. Hukuksal bir durumdan bahsedemeyiz. Bu fiili durum açık bir şekilde siyasi iktidarın yargıyı fiilen yasaları geçerek kendi içinde işlevsiz hale getirecek bir tasfiye hareketi başlatması anlamına geliyor.

Yargıtay’ın bu kararından sonra, muhalefet bunu darbe olarak nitelemişti. Hükümet ise Yargıtay kararını savundu. Anayasa tartışmalarının yoğun olduğu bir dönemde Yargıtay’ın AYM üyeleri hakkında yaptığı suç duyurusu ne anlama geliyor? İktidar, Yargıtay üzerinden muhalefeti anayasa değişikliğine mi zorluyor?

Bu yöntemle Anayasa'yı Meclis'te değiştirtmesi Meclis’teki dengelere bağlı. Ancak şu an için bu mümkün gözükmüyor. Yargı hem kendi iç yapısında hem de yargının genel olarak iktidardaki siyasi merkezileşme içerisinde merkezileşmeye zorlanıyor. Bir takım yasal değişiklikler yapıldı ancak bunun önünde engel olarak AYM görülüyor. AYM’ye karşı yapılan bu hamle anayasal rejime yönelik bir yüksek yargı dairesi araç kılınarak anayasal rejime yönelik bir darbe girişimidir. Anayasal rejim denilen rejimin temellerini sarsacak girişimler nereden gelirse gelsin bir darbe niteliği taşır. Burada zorlanan nokta anayasanın baskı ve tehdit altına alınması. Anayasayı değiştiremiyorlar ancak baskı ve tehdit yoluyla AYM üyelerini korkutarak daha sonra vereceği kararları daha bağımlı ya da korku altında vermesi sağlanıyor. AYM zaman zaman iktidarın hoşuna gitmeyen kararlar veriyor. Bunları da engellemek amacıyla bu girişimde bulunuldu. Bu, AYM kararlarına yansıyacak mı önümüzdeki süreçte göreceğiz.

Selahattin Demirtaş - Osman Kavala

Türkiye’nin uluslararası hukuk alanındaki yükümlülüklerine gelecek olursak, bu da oldukça ihtilaflı bir konu. AİHM, kararları Türkiye’yi yasal olarak bağladığı halde AİHM’in Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala kararı yayınlandığında Erdoğan, “AİHM bizi bağlamaz” diyebildi. Bu uluslararası hukuk arenasını nasıl bir çıkmaza sokuyor?

Uluslararası hukuk dediğimiz sözleşmelerin birçoğu anayasanın 90’nı maddesi üzerinden iç hukukta en üstün hukuk sayılıyor. Yani iç hukuk yasaları da bu uluslararası sözleşmelere aykırı olamaz. Buda anayasasının 90’ncı maddesinde açıklanmış bir durum. Böyle bir durum karşısında “AİHM bizi bağlamaz” diyemezsiniz. “AİHM bizi bağlamaz” diyen bir cumhurbaşkanı anayasayı ihlal etmiş demektir. Cumhurbaşkanı çıkıp “anayasa bizi bağlamaz” diyemiyor. Ama “anayasa bizi bağlamaz” noktasına gelebilecek bir yargı krizi üretebiliyor. Şimdi buradan hareketle en önemli uluslararası sözleşmelerden biri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’dir (AİHS). AİHS çerçevesinde Türkiye AİHM kararlarını uymayı taahhüt etmiştir. Bu çerçevede anayasanın 90’ncı maddesi hükmü daha önce tesis edilmiş durumda. Böyle bir süreçte çıkıp da iç hukuk yolundaki veya iç düzenlemedeki hiçbir devlet kurumu AİHM kararı “bizi bağlamaz” diyemez. Bunu dediği zaman hem anayasanın 90’ncı maddesini ihlal etmiş olur hem de altına imza attığı uluslararası sözleşmeleri ihlal etmiş olur. Ama bugün tek bir dayatmayla AİHM’in iktidar odaklarının işine gelmeyen kararları fiilen uygulanmıyor. Uygulanmaması için de iç hukuk yargısındaki birimlere bence talimat dayatılıyor ve gizli bir amaç güdülüyor.

AİHM, Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ karalarında “Gizli amaç” ve “adli taciz” diye iki kavram kullandı. Gizli amacın siyasi bir amaç olduğu, siyasal tartışmaları, siyasal düşünce özgürlüğünü engellenmesine yönelik bir gizli amaçla bu kararların verildiğini AİHM büyük dairesi tescil etti. Daha sonra Figen Yüksekdağ kararında milletvekillinin görevlerine yönelik olarak tartışırken şu kavramı kullandı, “milletvekillerine yönelik adli taciz uygulanıyor” dedi. Gelinen aşama budur; AİHM, Erdoğan’ın tavrına bu iki kavram altında yanıt vermiştir.

Avrupa Konseyi’nin icra organı olarak görev yapan Bakanlar Komitesi, Osman Kavala'nın davasında kararın uygulanmaması üzerine Türkiye hakkında “ihlal prosedürü” başlatmış ve Türkiye’ye Kavala’nın tahliyesi için 1 Ocak 2024’e kadar süre vermişti. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin herhangi bir yaptırım kararı alması durumunda bu süreç ne kadar bir süreye yayılır? Ve tabii yaptırım kararı yine uygulanmaz ise bu uluslararası hukuk açısından nasıl bir boşluk oluşturur?

AİHM kararlarına uyulmadığında Avrupa Konseyi üzerinden bir hukuksal süreç başlatılır. Kavala ile ilgili verilen karar yaklaşık 2 yıl oldu. 2 yıldır bu süreç Avrupa Konseyine üye olan onun önde gelen devletlerinin politikalarıyla uzatılıyor. Burada bir sorun var. Yani bir takım politik hesaplarla, siyasi hassasiyetlerle 2 yıldır bu süreç uzatılıyor. Bu sürecin normalde bu kadar uzamaması gerekiyordu. Şimdi Ocak ayında karara bağlanacak mı? Bağlanması durumunda Türkiye’nin Avrupa Konseyi’nden atılması gerekiyor. Avrupa Konseyi’nden atılmanın çok büyük siyasi sonuçları olacak. AKP iktidarı daha önce bu uzatmaları sağlamak için bir takım siyasi kozlarını konseyin önde gelen devletlerine karşı uyguladı. Bu şekilde uzatmaları oynadı. Önümüzdeki süreçte uzatılacak başka bir yanı da kalmadı. Ne olabilir diye merakla bekliyoruz. Ama şu kaygı da var yine politika mı konuşacak yoksa hukuk mu konuşacak.

Eğer Türkiye bu süreci inatla böyle devam ettirirse ve nihayetinde Avrupa Konseyi’nden atılırsa dış politikası çökme noktasına gelir. Zaten Türkiye uluslararası arenada güvenilmez olarak bilenen bir devlet, bu durum Türkiye’nin güvenilmezliğini daha da perçinler.

***

Kürt korkusu!

Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulduğundan bu yana Türkiye yargısının üç temel korkusu olduğunu Kobanê davasında savunmanızda dile getirmiştiniz. Bu üç korku nedir ve bu üç korkunun ideolojik temellerini nasıl okumak gerekiyor?

* Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun başlarında biçimlenen üç korkusu var. Birincisi Komünizm korkusu. Sovyet Devrimi, dünyada komünizme karşı kampanya, burjuva devletlerin dünyada sosyalist devrimlerden korkar hale gelmesi, bu sürecin Türkiye’de yarattığı etkilerle bir komünizm korkusu o dönemin iktidarında oluştu. Bu korkunun pratikteki sonuçlarını da o dönemin aydın, yazar ve şairlerinin yargılanmasında görüyoruz.

* İkinci önemli korku da Kürt korkusu. Kürtlerin İstiklal Savaşı’na dahil olması için kongrelerde yapılan ittifaklar cumhuriyetin kurulmasından birkaç yıl sonra bozuldu ve Kürtlere yönelik baskı ve kanlı sonuçlara neden olan zülüm dönemi başlatıldı. Kürt korkusunun arka planında, Kürt halkından korktukları için değil Kurdistan’ın yer altı ve yer üstü kaynaklarının Türk burjuvazisinin denetimden çıkma korkusudur. Yani Kürt coğrafyasındaki kaynakların Türk burjuvazisinin elinde kalması bir özerklik biçiminde dahil paylaşılmaması için uygulanan bir politika söz konusudur. Bu politika ister istemez Kürt halkından korkuyu doğuruyor. Çünkü Kürt halkı yaşadığı coğrafyanın kaynaklarına sahip çıkma hakkına sahip.

* Üçüncü korku da iktidarlar hiçbir zaman kendi içinde homojen ve yekpare bir yapıya sahip olmadılar. Heterojen bir yapıya sahip, çıkar odakları arasında zaman zaman tepişmeler altında ortak bir iktidar yürütüle geldi. Bu tepişmelerin birbirlerini idam sehpasına götürecek kadar sonuçları oldu. Hem ittifaka ihtiyaç duyarlar hem de zaman zaman birbirlerine darbe yaparlar. Hepsini toplayıp arka planına baktığınızda ülke kaynakları ve devletin yetkilerinin paylaşılmasını görürüz.

***

Cezaevlerinde rehin tutma politikası

Cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri ve yıllardır hasta mahpusların yaşadığı sorunlar gündemde. Ölüm sınırına gelmiş olan hasta mahpuslar serbest bırakılmaları gerekirken hapishanelerde ölüme terk edilmiş durumda. Yargı kurumu bu anlamda nasıl rol oynuyor?

Bu anlamda bir kısım yetkiler yargıdan alındı cezaevi idari kurullarına verildi. Bu kurullar mahpusların infazlarını yakmaya dönük birtakım raporlar veriyorlar. Bu kurulların verdiği raporları dikkate alan infaz hakimlikleri mahpusların infazlarını yakıyor. Mahpusun hasta olması ya da sağlıklı olması infaz hakimlikleri açısından önem taşımıyor. Bu konuda gözlerini karartmış bir şekilde içerde verilen cezayı doldurmuş Kürt siyasi mahpusları, devrimcileri içerde tutmak için infaz hakimlikleri kullanılıyor. İnfaz hakimlikleri içindeki kadrolaşmada iktidar tarafından yapıldı. Cezaevinde istedikleri gibi rehabilite olmayan, düşünceleri, ideolojisi ve inancı değişmeyen, hala aynı düşüncede olan insanları içeride tutma politikası uyguluyorlar. Burada hukuksal bir durum yok. Mahpusluk bir nevi rehineliği dönüştü. Tıpkı Kürt siyasetçilerde, Selahattin Demirtaş, Osman Kavala ’da olduğu gibi rehin tutma politikası uygulanıyor. İçerde kalan mahpuslar zaman zaman hakları için açlık grevleri yapmıştır. Bazı haksız uygulamalara karşı tepkiler göstermiştir ama gelinen noktada bir infaz hâkimi alıp karşısına “senin düşüncelerin hala değişmemiş” diyerek mahpusların infazını yakıyor. 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.