Almanya'nın mülteci anlaşması ölüm getirecek

Dosya Haberleri —

Wiebke Judith

Wiebke Judith

  • Almanya’nın önde gelen mülteci örgütü Pro Asyl Hukuk Politikası Sözcüsü ile Hukuk ve Savunuculuk Başkanı Wiebke Judith, ölümlerin gölgesinde uzlaşmaya varılan yeni mülteci anlaşmasının çözüm değil daha fazla ölüm getireceğini söyledi.
  • Macaristan ve Polonya gibi ülkelerin artık AB yasalarına veya uluslararası insan haklarına uymadığını belirten Judith, Almanya’nın da mülteci politikasında 180 derecelik bir dönüş yaptığını ve bu anlaşmayla insanlık dışı uygulamaların artacağının altını çizdi.
  • Judith, şu uyarıda bulundu: "Yunanistan'dan Türkiye'ye gelen göçmenler, şiddetli geri itmeleri gördüklerinde Yunanistan'dan değil de İtalya üzerinden kaçmaya çalışacaklar. Bazı alternatif yollar genelde daha tehlikelidir ve daha yüksek ölüm riski taşıyor."

BERDAN DOĞAN/FRANKFURT

Emperyalizmin kıskacında olan ülkelerde yaşanan savaşlar, yoksulluk ve daha birçok sebep nedeniyle göç etmek zorunda kalan milyonlarca insan son nefesini umutla çıktığı yollarda veriyor. Bu cinayetlerin gölgesinde Avrupa Birliği (AB) üye ülkeleri İçişleri Bakanlıkları düzeyinde yeni bir mülteci anlaşması üzerinde 8-9 Haziran tarihlerinde Lüksemburg’da bir araya gelerek uzlaştı. Akdeniz’de 13 Haziran’da yani söz konusu anlaşmadan sadece birkaç gün sonra içinde 750 kişinin olduğu iddia edilen göçmen teknesi bu yeni politikaların ortasına gömüldü! Yaşanan onca katliamdan sonra AB ülkeleri, İnsan Hakları Sözleşmesine uygun kararlar almak yerine daha fazla ölümün önüne açacak anlaşmalara imza atıyor. Tüm bu ölümlere rağmen gerçekleşen anlaşma, hem Avrupa Birliği İnsan Hakları Sözleşmesi’ne hem de Uluslararası İnsan Hakları standartlarını ihlal eden bir içeriğe sahip. Avrupa Birliği Adalet ve İçişleri Konseyi’nin üzerinde uzlaştığı ve bir anlamıyla mülteciler için ferman niteliğindeki bu anlaşmanın detaylarını Almanya’nın önde gelen mülteci örgütü Pro Asyl Hukuk Politikası Sözcüsü ile Hukuk ve Savunuculuk Başkanı Wiebke Judith’le konuştuk.

Mültecilerin sınır bölgelerindeki toplama kamplarında tutulmalarını, Avrupa Birliği ülkelerinin mülteci politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu durum bizim için korkutucu. İltica yasalarını sıkılaştırmak ve koruma arayan insanları dış sınırlarda üç aya kadar gözaltı koşullarında tutmak bizim için çok tehlikeli bir eğilim. Bunu, üç aylık bir sınır dışı etme sınır prosedürü takip edebilir. Bu süre içerisinde insanların açıkça Avrupa topraklarında olmalarına rağmen “girilmemiş” olarak kabul edildiği söyleniyor. Bu tahminen onların hapsedilmelerine ve insanlık dışı yaşam koşullarına yol açacaktır. 

Mültecilerin bulundukları ülkeyi terk etme nedenleri bile araştırılmadan uzaktan yargıya tabi tutulmaları hakkında neler söylersiniz?

Öngörülebilir bir gelecekte, sınır prosedürleri insanların kaçma nedenleriyle değil, gerçekte mülteci koruması haklarına sahip olup olmadıklarına bakılmıyor ve hangi sözde “güvenli üçüncü ülkeye” girdikleri ve ülkeye sınır dışı edilip edilemeyecekleri ile ilgili bakılıyor. Bu, savunmasız insanları hak ettikleri korumayı sonuçta reddeden çok tehlikeli bir yaklaşımdır. Bunu 2016'dan beri Türkiye'nin Suriyeli ve Afgan mülteciler için "güvenli" olarak görüldüğü Yunanistan'da görebiliyoruz. Fakat Türkiye her iki ülkeye de sınır dışı etmeye devam ediyor. Avrupa Birliği'ne üye devletler mültecilerin tam olarak korunmasına yönelik sorumluluklarını yerine getirebilirler. Fakat bu reform ve buna bağlı olan anlaşmalar ile Avrupa ülkeleri sorumluluklarını Avrupa dışındaki üçüncü ülkelere devredecekler. İnsanlara neden geldiklerini, yani kendi ülkelerinden neden kaçtıklarını o insanlara sormadan onlar hakkında karar vermek çok tehlikeli bir yöntemdir. 

Yasaların bu kadar sıkılaştırılmasının nedenleri nedir sizce?

Son yıllarda Avrupa üye devletleri arasında güç ve konum mücadelelerini görebildik. Bu mücadeleler daha çok mülteci ve iltica konularıyla ilgilidir. Macaristan ve Polonya gibi ülkeler artık AB yasalarına veya uluslararası insan haklarına uymuyor. Aynı zamanda, Avrupa Komisyonu bu tür ihlallere göz yumarak ve hatta bunlarla övünerek anlaşmaların koruyucusu olma rolünü yeterince yerine getirmiyor. Tam tersi; Push Back dediğimiz şiddet dahil olmak üzere iltica prosedürünü uygulamadan sınır dışı etme yöntemi, uluslararası insan haklarına aykırı olarak bu kişileri sınır kapılarından “kovmak” anlamına geliyor. Federal hükümet koalisyon anlaşmasında kendisine “dış sınırlarda yaşanan acılara ve yasadışı retlere son verme” hedefini belirledi. Fakat Avrupa iltica yasası reformunu onaylayarak tam tersini yapıyor. Bu son derece hayal kırıklığı yaratıyor ve federal hükümetin mülteci politikasında 180 derecelik bir geri dönüş. 

Son zamanlarda özellikle Alman Yeşillerine yönelik ağır eleştiriler var. Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock'un bu anlaşmayı insani bir şekilde uygulayabilme konusunda ne kadar yetkin ve etkili olduğunu düşünüyorsunuz?

PRO ASYL’ün bakış açısından bakarsak federal hükümetin dış sınırlarda gözaltı koşullarında sınır prosedürleri ile bu reformu kabul etmesi ciddi bir hatadır. Hükümet konunun bu kadar aşırı derecede sıkılaştırılmasının Avrupa'nın sağcı popülist hükümetlerini sakinleştirebileceğine inanıyorsa yanılıyor. Bunun yerine bu reform bu hükümetleri ve insanlık dışı uygulamalarını güçlendirecektir. Kanunlar bu kadar gerilemişken uygulamanın bir anda düzelmesi ve insancıl hale gelmesi beklenemez.

Söz konusu yeni yasal sıkılaştırmayla mülteci geçiş güzergahlarında bir değişim olacak mı?

İnsanlar buraya temelde önemli nedenlerle geliyor. İnsanlar vatanlarında güvende olmayınca yola çıkıyorlar. Bu doğal bir davranıştır. Sınırlar daha kapalı hale dönüştükçe insanlar daha da tehlikeli yolları seçecekler. Elbette insanlar kaçarken gözaltı merkezlerine düşmemeye çalışacaklar. Örneğin insanlar Yunanistan'dan Türkiye'ye gelen sığınmacıların şiddetli geri itmelerini gördüklerinde Yunanistan'dan değil de İtalya üzerinden kaçmaya çalışacaklar. Bundan dolayı bazı alternatif yollar genelde daha tehlikelidir ve daha yüksek ölüm riski taşıyor. Bu dikkate alınmalıdır. Bu reform insanların kaçmasını engellemeyecek. Çünkü bu insanlar savaştan, şiddetten, afetlerden ve açlıktan kaçıyorlar. Bu anlaşmanın tek etkisi insanların daha da tehlikeli yollardan geçmesine neden olacak. Başka bir tahmin de şudur ki bu andan itibaren insanların resmi devlet makamlarına kayıt olmaktan vazgeçmek ve yasa dışı bir hayat sürmek zorunda kalacaklarıdır.

Bildiğiniz gibi bazı ülkeler 'güvenli üçüncü ülke' olarak belirlendi ve bu ülkelerin mülteci kabul edeceği açıklandı.  Bu ülkelerden biri de Türkiye'dir. Yunanistan'ın kendisi, "Türkiye güvenli bir üçüncü ülkedir ve mültecileri kabul edebilir" şeklinde bir açıklama yaptı. Bu prosedüre ilişkin AB ile Türkiye arasındaki anlaşmaları anlatır mısınız?

Türkiye'nin mültecileri AB üzerinde siyasi bir baskı aracı olarak kullandığını biliyoruz. 2016 AB-Türkiye anlaşması gibi anlaşmalar bu tür üçüncü ülkelere çok fazla siyasi güç veriyor. Türkiye son yıllarda AB'ye karşı bu gücünü defalarca ve açıkça kullandı. Türkiye, AB'nin kapı bekçisi oldu. Ayrıntılı olarak bakarsak Türkiye ile AB arasında 2016'da yapılan anlaşma Yunanistan'ın Suriyelilerin sığınma başvurularını başlangıçta kabul edilemez bularak reddetmesini ve onları Türkiye'ye sınır dışı etmesini sağlıyor. Bu diğer şeylerin yanı sıra, Elenslager dediğimiz “felaket kampı” olan Moria Kampı gibi Yunan adalarında dayanılmaz koşullara yol açtı. 2020 salgınının başlangıcından bu yana Türkiye mültecileri geri almayı durdurdu. Buna rağmen Yunanistan 2021'den bu yana "güvenli üçüncü ülke" terimini daha da fazla mülteciye uyguluyor. Bu tür “güvenli üçüncü ülkeler” için nedenleri büyük ölçüde azaltılacağı için bu uygulama reformla daha da kötüleşecektir. İtalya Başbakanı Meloni ve AB Komisyonu Başkanı Ursula Von der Leyen'in mültecilerin reform anlaşmasına varmalarını engellemek için Tunus'ta yeni bir anlaşma yapmak üzere birlikte seyahat etmeleri bu konuda önemlidir.

AB kendisini otokratik hükümetlere bağımlı tutmaya devam ediyor. Var olan mülteci sorunu çözülmemiştir ve AB bu konuda herhangi bir sorumluluk kabul etmemektedir. Sonucunda insanlar güvenli bir yaşamdan mahrum bırakılıyorlar.

Aileler çocuklarıyla kendi ülkelerinden kaçmak zorunda bırakıldılar ve koruma arayan bu insanlar korktukları ülkelere geri gönderiliyorlar…

Konuya ilişkin mülteciler ve özellikle çocuklar açısından bakarsak bu büyük bir sorun. Reform planlarına göre çocuklar ve aileleri bile sınır prosedürlerine dahil edilecek. Orada dikenli tellerin arkasında iltica işlemlerini yapacaklar. Bu çocuklara uygun bir barınma ve konaklamanın tam tersidir. Özellikle çocuklar için bu gibi cezaevi koşullarının ne kadar olumsuz olduğunu uygulamalardan ve araştırmalardan biliyoruz. Bu aynı zamanda yeniden travmaya yol açacak. Çünkü çocuklar genellikle kendi ülkelerinde veya kaçarken zaten kötü şeyler yaşamış ve hatta yeni bir travma yaşamışlardır. Ancak gözaltı koşullarındaki sınır prosedürleri yalnızca çocukların korunma ihtiyaçlarını değerlendirmek için değil de koruma arayan tüm insanlar için de yetersizdir. Şunu unutmayalım ki mülteciler arasında ağır şiddet, işkence ve cinsel şiddete maruz kalmış çok sayıda insan var. Bu insanlar deyim yerindeyse tutuklanıyorlar ve Avrupa'da koruma aramanın kendilerine verilen bir ceza olduğunu düşünüyorlar.

Bu sıkılaştırmanın etkisiyle ilk aşamada ne gibi sonuçlar öngörüyorsunuz? Neler değişecek?

Öncelikle bunun AB içişleri bakanları arasında bir anlaşma olduğunu söylemek gerekiyor. İkinci adım ise Konsey'in Avrupa Parlamentosu ile müzakere etmesi olacaktır. Bu kararların Haziran 2024'teki Avrupa Parlamentosu seçimlerinden önce alınması bekleniyor. Dolayısıyla bu yasanın yürürlüğe girmesine daha çok zaman var. Ancak bu tür mevzuat değişikliklerinin genelde yasallaşmadan önce uygulamaya konulduğunu gördük. Örneğin yakın zamanda Bulgaristan sınır bölgesine ilişkin yeni bir pilot proje başlatıldı. Bu girişim yani bu pilot proje sınır bölgesi ülke sınırlarında daha da sert ve katı uygulamaları öngören ve uygulayan bir projedir. Aynı zamanda Tunus'un yeni bir iltica anlaşması imzalaması için çaba gösteriliyor. Bunun sonuçları kısa süre sonra ortaya çıkacaktır. Geri itmelerin yakın gelecekte daha da artacağından korkuyoruz. Çünkü üye devletler gelecekte çok sayıda mültecinin sınır prosedürlerine dahil edilmesini sağlayacak şekilde düzenleme yapabilir. Bu ülkeye varışa göre hesaplanacaktır. Bu da önümüzdeki birkaç yıl için vahim rakamlara yol açacak.

Pro Asyl olarak bu anlamda nasıl bir sorumluluk alacaksınız ve bu konuya ilişkin neler yapmayı planlıyorsunuz?

Avrupa çapında birçok ortakla çalışıyoruz. Geri itmeleri Yunanistan'daki Mülteci Desteği Ege (RSA) gibi ortaklarımızla birlikte takip ediyoruz. Avukatlar, tercümanlar ve sosyal danışmanlar aracılığıyla mültecilerin yasal haklarını mahkemelerde savunuyoruz. Çalışmalar gelecekte daha da önemli hale gelecektir. İkinci görevimiz Almanya'daki gelişmeleri takip etmek ve gündeme getirmek. Bunu göz önünde bulundurarak, iltica yasasında kapsamlı bir değişiklik ihtiyacı üzerinde çalışacağız. Bu yeni düzenlemeler Almanya'yı ve diğer Avrupa ülkelerini etkileyecek. Bu sıkılaşmaya karşı çıkacağız.

Buralara kaçmak isteyen veya kaçış yolunda olan insanların önceden Almanya’ya gelen tanıdıkları veya akrabaları da var. Onlar bu yeni anlaşmadan nasıl etkilenecekler? Ve bu gidişata karşı neler yapabilirler?

Elbette bu sıkılaşmalar burada yaşayan ve yakınlarının gelmesini bekleyen insanları da etkileyecektir. Bu kişilerin yapabileceği şey halkı bilgilendirmek ve yerel parti temsilcilerini sürece dahil etmektir. Bunu yakın zamanda bir aile birleşimi vakasında olumlu sonuçlarla yaşadık. Bu anlamda siyasi partilerin temsilcileri yerel seçim bölgelerinde etkili olmaktadır. 

Peki benzer yollardan geçmiş ve Almanya’ya ulaşmış, fakat aylardır iltica dava kararını kamplarda, toplanma merkezlerinde bekleyen insanlar bu yeni düzenlemeden etkilenecek mi?

Bu sıkılaşma ileride buraya gelen insanları da olumsuz etkileyecektir. Ancak şu anda paniğe kapılmamak önemlidir. Bu yeni anlaşma en erken iki veya üç yıl içinde hayata geçirilecek. Almanya'da yaşayan insanlar için iltica ve ikamet yasasına ilişkin Alman kuralları uygulanmaya devam etmektedir. Birisi henüz sabit bir statüye sahip değilse, danışma merkezlerinden veya avukatlardan tavsiye almalıdır.

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.