Artık Kürtlerin de 'güneş'i doğdu

Dosya Haberleri —

15 Ağustos Atılımı

15 Ağustos Atılımı

  • "Dağa gittiğimizde bizi gören arkadaş Botan’ın o heybetli dağlarında sesi dağlara çarparcasına, ‘Kürdistan kurtuldu’ diye bağırdı. Müthiş bir sevinç ve umut vardı. Artık Kürtlerin de bir güneşi doğdu."

DENİZ BABİR/HEİLBRONN

PKK'nin silahlı mücadeleye başladığı ilk eylem olan 15 Ağustos 1984 tarihinin üzerinden 38 yıl geçti. PKK, 15 Ağustos’ta Dihê (Eruh) ve Şemzînan'da (Şemdinli) eş zamanlı olarak silahlı mücadeleyi başlattı. Silahlı mücadelenin komutanlarından Mahsum Korkmaz (Egît) ise ilk kurşunu sıkan gerilla olarak Kürdistan tarihe geçti. Kürt halkına umut olan bu devrim yürüyüşü kesintisiz sürüyor. Kürdistan dağlarında tarih yazan gerillanın yarattığı umut o kadar güçlüdür ki, gören mücadeleye katılır. Bunlardan biri de Şırnak’ın Hezex ilçesine bağlı Bafê köyünde dünyaya gelen ve bugün 68 yaşında olan İzzettin Teke. 

Eruh eyleminin ayak sesleri

Teke’nin, hayatının dönüm noktası 1983’te PKK hareketiyle tanışması olur. PKK ile tanıştığı yılların çok zorlu bir döneme denk geldiğini belirten Teke, “PKK’yi Ali Kaya (Yaser) adında bir arkadaş üzerinden tanıdım. Ali arkadaş çok erken şehit düştü” diyor. 1984’ün başında arkadaşlarının kendisine “Çok yakında Eruh’ta büyük bir eylem olacak ve siz de aktif olarak katılacaksınız” dediklerini aktaran Teke, “1984 başlarında Murat Karayılan’ın içinde olduğu bir grup Suriye’den geldi. Yaser arkadaş ile beraber onları Botan’a götürdük. Sonra Yaser bana eylem için hazır olmamı söyledi” diye belirtiyor.

Kürdistan kurtuldu

Bir köylünün bir gerillanın ayağındaki mekap ayakkabıyı yırtık gördüğünü ve bunun üzerine o arkadaşa iletilmek üzere bir ayakkabının kendisine verildiğini anlatan Teke, şöyle devam ediyor: “Dağa gittiğimizde ayakkabısı olmayan arkadaşın yanında iki arkadaş daha vardı. O sırada geldiğimizi gören arkadaş Botan’ın o heybetli dağlarında sesi dağlara çarparcasına, ‘Kürdistan kurtuldu’ diye bağırdı. Sesin yankısı adeta kulaklarımızı müjdeleyen bir merak uyandırdı. Fakat hala olayın ne olduğunu anlamadık. Meğer iki gün önce Eruh eylemi olmuş ve bu müjde onun müjdesiymiş. O arkadaş yanımıza geldi ve konuştuk. Bana dedi ki ‘bu ses daha çok yankılanacak ve konuşulacak, uzaklarda duyulacak.’ Tabi sonra bize meseleyi anlattı. O eylemin detaylarını anlatırken gözleri de ayrı konuşuyordu. Müthiş bir sevinç ve umut vardı. Botan’ın çetin dağlarına dayanamayıp yırtılan ayakkabısının yarısı gitmiş ve bu ayağının yarısının dışarda kalmasına neden oluyordu. Köylünün aldığı ayakkabıyı, konuşmamızın ardından kendisine verdim. Ayakkabıyı giydikten sonra ‘bizimle Zewe köyüne gelmen lazım’ dedi.”

12 kişide olsa özgür yaşayacak

15 Ağustos eylemi öncesi Egît’in kendisini Hazar köyüne çağırdığını anlatan Teke, “Egît heval ile Hazar köyünde buluştuğumuzda ben, "Kürdistan’ın özgürleşme şartları nelerdir ve dünya savaşı olsa bizim bunda ne kârımız var" diye sordum. Bir yere oturduktan sonra Egît heval, ‘Kürdistan’da taş üstünde taş kalmayacak. İşte o zaman Kürdistan kurulacak’ dedi. Maalesef düşmanımız Kürdistan’ı harabeye çevirdi. Tarih Egît hevali doğruladı. Sonrasında kendisine harabe bir Kürdistan’ı ne yapalım dediğimde bana gülümseyerek ‘12 Kürt’te kalsa Kürdistan özgürleşecek ve o 12 kişi Kürdistan’da özgür bir şekilde yaşayacaklar’ dedi. ‘Milyonları 12 kişiye feda ettin’ dediğimde verdiği cevap şuydu; “yeter ki Kürtler özgür olsun” diyor. Ardından 15 Ağustos Atılımı ve ilk kurşunun devleti çıldırttığını da sözlerine ekliyor. 

Devlet sus pus 

Bu sıralarda Şırnak’ta gözaltına alındığını ifade eden Teke, şöyle devam ediyor: “15 Ağustos Atlımı üzerinden iki gün geçmiş ve devlet hiç açıklama yapmıyor. Dünya basını Eruh baskınını konuştuktan sonra devlet kendi gündemine almak zorunda kaldı. Buna benzer bir kaç alınmam oldu. O zamanlar İzzettin Teke olduğumu bilmedikleri için çıktım. Ben ve Yaser arkadaş Eruh baskını ile ilgili bildiri dağıtıyorduk. Bizim köye geldiğimizde köy askerler tarafından abluka altına alınmış. Bafê köyü oldukça stratejik bir köy olmakla beraber bir tarafı Cizre’ye bir tarafı Botan’a açılıyor. Konum itibariyle önemlidir. Aslında herkes beni Silhedînê Bafê olarak tanır fakat kimlikteki ismim, İzzettin Teke. Devlet İzzettin Teke olarak ismimi listeye koymuş ve arıyor. Asker listeye baktı ve bana ‘geç’ dedi."

Bu güneş sönmeyecek

“Köyün içine doğru girdiğimde hemen köyün üstünde bir asteğmen bana bakarak ‘artık bizim için bir güneş doğdu’ diyerek bağırdı. Önce zarf olduğunu düşündüm sonra ne demek istediğini sordum. Bana ‘sen Kürt değil misin? Artık Kürtlerinde bir güneşi doğdu, ben Kürt’üm ve bu güneş sönmeyecek’ dedi. Sonra ben ve Yaser arkadaş bizim köyün ağasında o zamanın parası iki milyon alacaktık. Partiye yardım olarak verilecekti. Tam bu sırada oğlum geldi ve arkadaşların beni beklediğini söyledi. Heval Cemal ile Cevat Aktaş adında biri gelmiş. Kalacak bir yer bulduk kendilerine ertesi gün ise yanlarına gittiğimde heval Cemal bölge halkı üzerine kimi sorular sordu. Bende buradaki insanların çok karanlık olduğunu bunu başarmamızın mümkün olmadığını söyledim.”

Dağlarda Newroz ateşleri yakıldı

Heval Cuma'nın 21 kişilik bir grup ile 21 Mart 1985’te kendi bölgelerine geldiğinden bahseden Teke, “Biz o gece Newroz bayramını köylere bakan bütün dağ ve tepelerde ateş yakarak kutladık. Arkadaşları Banê köyünde evlere dağıttık. Sonra Cuma heval Zivinga Şikefta tarafına yolcu ettik. Fındık tepesinde ilk ateş yakıldı. İlk ateşe karakoldan yoğun bir silah ile karşılık verildi. Sonra Basê, Çiyayê Bizinê’de Newroz ateşi yakıldı. Buralara da askerler ateş açtı. Ben de bir tepede ateş yaktım. Bir andan köylere açılan, bakan bütün tepe ve dağlarda eş zamanlı olarak 21 yerde ateşler yakılınca silah sesi kesilmeye başlandı. Çünkü karakol bu kadar ateşin yakılmasını beklemiyordu. O an bütün civar köyleri bu anı yaşadı. İlk kez Newroz kutlaması dağlardan ateşlerle PKK tarafından müjdelendi” diye belirtiyor. 

Büyük bir inanç vardı

O zamanlarda PKK’lilerin bazılarında silah bile olmadığını ancak büyük bir inancın olduğuna işaret eden Teke, o yıllarda Egît ile Botanlı bir yurtsever arasında geçen bir anıyı şöyle anlatıyor: “Kocaman Botan’da PKK’ye sadece bir ev ekmek veriyordu. Bu ailenin çocuğu partiye katılmak istiyor. Fakat Egît heval, ‘biz bu çocuğu alırsak artık bu Botan’da bize açık kapı kalmayacak’ diyerek çocuğun babasıyla görüşüyor. Egît heval durumu babasına anlatıyor ve ‘çocuğun bize katılmak istiyor. Fakat senin onayını almak istedik’ diyor. Çocuğun babası Egît hevala; ‘Egît siz buraya geldiğinizde Kürdistan özgürleştirilecek dediniz. Maalesef hayallerim suya düştü. Benim çocuğum bir elbise midir, bir oğlak mıdır bana soruyorsun. Bana sorsan ben sana vermem. Mademki çocuğum razı olmuş ne diye bana soruyorsun al götür onu’ dedi. Ondan sonra Egît heval ‘bu bana bir ders olsun, bundan sonra kararını verenler olduğunda bunu dikkate almamız gerekir’ dedi.”

Anlatılan işkence azmış bile 

Kendi köyünde 2 Nisan 1985’de kimliğini düşüren Teke, muhtarın kimliğini bulduğunu ve askere vererek kendisini ihbar ettiğini belirtti. Bu olayın ardından tutuklandığını ifade eden Teke, bu süreci, “Ben ve bir amcamın oğlu birlikte askerler tarafından Şırnak’a götürüldük. Dışarda anlatılan devlet işkencesini insan insana yapmaz diyordum. Ancak gözaltında gördüğüm işkenceden sonra anlatılanlar azmış bile dedim. Böyle bir vahşet olamaz. Bir insanın vücudu üzerinde denenmeyecek işkence bırakılmadı. O zamanlarda Cevat Aktaş partiden kaçmıştı ve benim üzerime ifade vermişti. Bizim bir köylünün vücudun işkenceden parçalanmıştı. Bana onu göstererek ‘bak sen konuşmasan seni bu hale sokarız’ dediler” diyor. 

15 Ağustos adeta bir çığlıktı!

Eruh eylemi sonrası devletin Koçerlere yöneldiğini ve çok sayıda infaz gerçekleştirdiğini anlatan Teke, “Botan’da Koçerler dışında kimse PKK’ye sahip çıkmıyordu. İşte 15 Ağustos böyle bir Kürt’ün uyanışı için o zor şartlar altında yapılmıştı. Cem Ersever buradan sağ çıkamayacağımı söyledi. Bende ona, eğer buradan çıkarsam seni öldüreceğim dedim. Nasıl ki, Nazi Almanyası zamanında Yahudiler sürüklenerek işkence merkezlerine götürüldüyse Ahmet Cem Ersever de Kürtlere bunu yapıyordu. Ersever, amcaoğlumun öldüğünü söyledi. Amcamın oğlu kolları açık ve askerler tarafından coplanıyor ama parmakları hareket etmiyordu. Oracıkta şehit olmuştu. Amcamın oğlunun o cansız bedenini görünce dayanamadım ve kendimden geçtim. Sonra bizleri Diyarbakır’a oradan da Mardin’e götürdüler” diyor. Teke, Ersever’in yanında olduklarında 21 gün boyunca kendilerine yemek verilmediğini ve ağır işkencelere rağmen hastaneden kendilerine sağlam raporu verildiğini söylüyor. 

Kanlı ayakları betona yapışıyordu

“O zamanlar Sabri Ok, Sadrettin Aydınlık ve çok sayıda arkadaş vardı. Sabri Ok yürürken kanlı ayaklarındaki yüzülmüş derisi betona yapışıp kalıyordu. Ondan sonra bizi tekrardan Siirt’e götürdüler” diye anlatan Teke, Siirt’e gittiklerinde 200 kişi olduğunu ve “Adeta bizim sırtımızda golf oynar gibi işkence yapılıyordu” diyor. Teke, şöyle devam ediyor: “Artık sırtımızı hissetmiyorduk. Tozdan fazla bit vardı üzerimizde. Siirt’teki yer bir askeri üs ve yeraltında güneş görmeyen bir yerdi. Beni Siirt’e tam 11 yere götürdüler. Hepsi de yeraltı ve askeriyeye ait yerlerdi. Buralar işkence yerleriydi. Gözlerimiz bağlıydı. Orada duyarlı bir Diyarbakırlı asker vardı. Bize mümkün olduğunca sıcak bakıyor ve yardım etmek istiyordu. Fakat onu da oracıkta katlettiler. Yaklaşık 30 gündür o hücrelerde kaldık. 30 günün ardından bizleri 5’er gruplar halinde banyolara koydular ve buz gibi suda yıkanmamızı söylediler. O kadar çok işkenceden dolayı su gören derilerimiz adeta kendiliğinden dökülüyordu.”

‘Hoşgeldin dayağı’

30 günün sonunda tekrar Diyarbakır Askeri Cezaevi ve 28. Koğuşa götürüldüklerini söylüyor Teke ve ekliyor: “Diyarbakır Askeri Cezaevine geldiğimizde bir asker bize küfür etmeye başladı. Sonra bizler bu duruma karşı çıkınca asker bu sefer kendi kendine mırıldanmaya başladı. Cezaevi girişinde biz sopalarla giriştiler. O sırada aramızda yaşlı biri vardı ben onu yerden kaldırarak korumaya alırken yaşlı bana ‘sen gençsin beni bırak, lazımsın’ dedi.” 

Pir’in sakladığı not...

Teke, cezaevinde Egît’in şehadetini “Abdullah Öcalan’ın sağ kolu öldürüldü” diye geçen haberlerden öğrendiğini anlatıyor. 68. koğuşta temizlik yaptıkları bir gün bir not bulduğunu aktaran teke, “1982’den kalma yataklarının içi adeta taşlanmış durumda ve biz onları havalandırmada açmışız bir bir temizliyorduk. Sonrada yünleri tekrardan yerine koyarak yeni yataklar yapıyorduk. Birden taşlanmış yünlerin içinde bir kağıt birbirine sarılmış durumda parmaklarıma değdi. Belliydi çok eski yıllarda yazılmış bir nottu. Açtım okudum. Notta Kemal Pir hevalin ismi geçiyordu. Bu not Kemal Pir’e aitti. Demek ki o döşek Kemal Pir’e aitti. Muhtemelen bir yere gitme esnasında notu saklama fırsatı bulamamış ve notu oraya koymuş. Notta, Kemal Pir heval ile Esat Oktay Yıldıran arasında geçen bir diyalogdan söz ediliyordu. Notta Esat Oktay Yıldıran Kemal Pir’e, ‘Sen Türk değil misin, sende Türk kanı yok mudur’ diyor. Kemal Pir ise, ‘kan kandır rengi kırmızıdır, Türk'ü, Kürt'ü yoktur’ diyor. Notta, Esat Oktay Kemal Pir’e ‘sanki görmüyorsun’ diyordu. Kemal de ‘maalesef görmüyorum’ diyor. Esat Oktay hemen arkasında şunu söylüyor; ‘açlık grevini bırak gözünü kurtaracağız.’ Kemal Pir; ‘Kürt sorununu çözdünüz mü?’ Esat Oktay; ‘ya senin Kürtlükle ne alakan var, biz senin gözünü kurtaracağız.’ Kemal Pir; ‘yok gözler benimdir Kürt sorunu çözülmeden benim gözüm benimle mezara gelsin’ diyor. Bu notu o dönem zindan yürütmemize teslim ettim” diyor.  

31 yıl dönme umudu ile bekledi 

1989’da tahliye olduğunu ve 1991’de tekrardan tutuklandığında kısa bir süre sonra tahliye olduğunu belirten Teke, “Bu sefer Şırnak’ta ve Türkiye’de yaşayamayacağımı bana söylediler. Böylece hayatımda Avrupa yolu gözüktü. Aylarca çok ağladım. Uyum sorunu ve ülkeden uzak olmak çok ağır geliyordu. Daha sonraları bir gün ülkeye gitme umuduyla hep bekledim derken 31 yıl geçti” diyor. 

* * * 

PKK başardı

  •  Almanya’da yurtsever çalışmaları yürüttüğü sırada tutuklanan ve cezaevindeyken 15 Ağustos Atılımı’nın yaşandığını dile getiren Ali Aktaş: "1983’de Avrupa’da ulusal kurtuluş hareketi devasa mitingler ve yürüyüşler yapmaya başladı. İnanılmaz bir kazanımı zor şartlar altında geliştirdi. Bu anlamıyla 15 Ağustos’u ben ikinci doğuş olarak tanımlıyorum."

Kürt ulusal hareketini 1977-78 yıllarında tanıyan Ali Aktaş, 1980’lerin başından itibaren mücadelede aktif rol alır. Avrupa cephesinden 15 Ağustos’un nasıl karşılandığını gazetemize anlatan Aktaş, 15 Ağustos’a giden sürecin önemli olduğunu söylüyor. Kürt Özgürlük Hareketi'nin 15 Ağustos öncesi Avrupa’daki çalışmalarına çok önem verdiğinden söz eden Aktaş, “1983’de Avrupa’da ulusal kurtuluş hareketi devasa mitingler ve yürüyüşler yapmaya başladı. İnanılmaz bir kazanımı zor şartlar altında geliştirdi. Bu anlamıyla 15 Ağustos’u ben ikinci doğuş olarak tanımlıyorum. Gerek Avrupa devletleri gerekse bazı sol fraksiyonların yoğun engellemelerine rağmen PKK, 15 Ağustos’a giden süreci pratiğe dökmeyi başardı. Bu yüzden Eruh’da Egît arkadaşın öncülüğünde gelişen ilk kurşun dirilişi eylemini ikinci doğuş süreci olarak görmek gerekir. Kuşkusuz 14 Temmuz zindan direnişleri ve teslimiyete karşı ulusal kurtuluş mücadelesinde ısrar eden kahraman arkadaşların ışık tuttuğu geçit, 15 Ağustos atılımını zorunlu kıldı” diye belirtiyor. 

15 Ağustos’ta cezaevindeydi  

Ülkeye dönüşlerin olacağını ve kendisinin de o süreçte ülkeye döneceğini ifade eden Aktaş, o süreçte kimi nedenlerden kaynaklı tutuklandığını söylüyor. Almanya’da cezaevine girdiğinde yedi gün sonra 15 Ağustos Atılımı’nın gerçekleştiğini anlatan Aktaş, “15 Ağustos gerçekleştikten iki gün sonra cezaevinde Türkçe yazılan bir gazeteden öğrendim. O gazetede ’Çapulcular, baldırı çıplaklar, bölücüler, Eruh ve Şemdinli’yi bastılar. Mehmetçik peşlerindedir. 72 saat biçiyoruz’ gibi bir haber içeriyordu. Gazeteyi 2 saate yakın tekrarlayarak okudum. Atılımın artık gerçekleştiğini düşünerek birden dışardaymışım gibi bir duyguya kapılarak kapıya doğru gittim. Sonra kapı açılmayınca cezaevinde olduğumu yeniden hatırladım. Ancak her şeye rağmen o sevinç ve duygu bambaşkaydı” diyor. 

Resimlerle dışarıyı yaşadı 

Bu duygularını 15 Ağustos atılımına öncülük eden Mahsum Korkmaz’ı tabloya dökerek yansıttığını belirten Aktaş, son olarak şunları söylüyor: “Başta 15 Ağustos ve sonrasında ulusal kurtuluş hareketimizin önemli kahramanları ve destan yazan direnen yoldaşları resmeledim. Bu duyguyla tam tamına 15 yıl 3 ay Almanya’da cezaevinde yaşayarak kaldım. Kendimi hep dışardaymışım gibi hissediyordum. Önderliği çizerken onun yanındaymışım gibi bir duyguyla yaşıyordum. Zilan’ın eylemini tabloya dökerken onunla konuşarak yapıyor ve yaşıyordum. Gerçekten PKK halkımız adına bunu başardı ve bu duyguyu bize yaşatırdı. Kürtlerin Med’lerden bu yana başardığı en büyük özgürlük savaşıdır.”

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.