Avrupa Kalesi’nin 10 yılı

Forum Haberleri —

Mülteciler / foto: AFP

Mülteciler / foto: AFP

  • Savaş ve soykırımlar, kapitalist sömürü ve iklim çöküşü gibi zorla insan hareketliliğine yol açan pek çok nedenin olduğu bir dünyada, artırılmış sınır güvenliği, sınır dışı işlemleri ve genelleştirilmiş zulüm siyaseti, göç meselesini asla çözemez.

*MAURICE STIERL

Göç “krizi”nden siyasi kazananlar, aşırı sağ ve faşist sağ oldu ama bu, yalnızca merkez partilerin onları sürekli meşrulaştırmasından kaynaklanıyor.

Avrupa, 10 yıldır sürekli bir göç krizi halinde askıda kalmış durumda. Yunanca “krisis” kelimesi, olağan düzeni bozan istisnai bir anı ifade ediyor, ancak 2015’ten beri bu kavram, çağdaş Avrupa’da kalıcı bir durum haline geldi. O yıl, savaş ve zulümden kaçan 1 milyon kişi, Avrupa’da sığınma talebinde bulundu. Ardından gelen 10 yılda göç meselesi o kadar silah haline getirildi ki; bir zamanlar kriz olarak görülmediği bir dönemi hatırlamak neredeyse imkânsız.

Kalıcı acil durum fikri, Avrupa’nın yeni gelenlerle gerçekten baş edemediği bir gerçekliği yansıtmıyor. Aksine, kriz hissi üretmekten kâr sağlayanların çok fazla olmasından kaynaklanıyor. Kriz anlatıları, korku temelli bir siyasi ekonomi sürdürüyor ve Avrupa’nın sınır mimarisi ile göç politikalarında köklü dönüşümlere yol açıyor. Avrupa sınır-endüstriyel kompleksi patlama yaşıyor; kâr sağlayanlar arasında, insan hakları ihlalleriyle sık sık suçlanan AB sınır ajansı Frontex de var. Frontex’in bütçesi 2014’te 90 milyon eurodan bu yıl 1 milyar euronun üzerine çıktı (Frontex bu iddiaları reddediyor). Avrupa genelinde özel savunma ve güvenlik şirketleri, sınırların daha fazla militarize edilmesini sağlayan kârlı anlaşmalardan yararlandı.

Merkez partilerin tehlikeli sinizmi

2015’in tekrarlanmayacağına söz veren muhafazakâr ve aşırı sağ siyasi güçler, Avrupa’da yükseliyor. Göçmen karşıtı duyguları körükleme ve ırkçı “büyük ikame” komplo teorilerini giderek ana akım haline getirme niyetindeler. Irkçı sağ, fırsatını yakaladı, ancak Avrupa’nın göçmenler ve ırksallaştırılmış azınlık grupları için giderek daha düşmanca bir ortam haline gelmesi, büyük ölçüde aşırı sağı kendi oyununda yenmeye çalışan merkez partilerin tehlikeli sinizmi nedeniyle gerçekleşiyor.

Almanya, bu konuda tipik bir örnek. 2015 “mülteci krizi”ni sömüren aşırı sağ Almanya için Alternatif Partisi (AfD), 2017’de ilk kez Federal Parlamento'ya girdi ve koalisyonu partilerini “avlayacağını”; “toprağımızı ve halkımızı geri alacağını” ilan etti.

Muhalefet lideri ve Mayıs'tan beri Başbakan olan CDU’lu Friedrich Merz, partisini sert bir sağa yöneltti. Agresif bir göç karşıtı gündem izleyen ve ırkçı olarak algılanabilecek duygularla sorumsuzca oynayan Merz, Ekim'de Almanya’nın “kent manzarasındaki sorunun” ancak “büyük ölçekli sınır dışı işlemleriyle” çözülebileceğini ima etti. 2018’de Merz, AfD’nin oy oranını yarıya indireceğine söz vermişti. Yıllardır süren taklitçi siyasetin tam tersi bir etkisi oldu: AfD yaklaşık yüzde 5’ten yüzde 26’ya yükseldi ve anketlerde Merz’in CDU’suyla başa baş durumda.

Sağdaki güçleri cesaretlendiriyor

Birleşik Krallık’ta İşçi Partisi hükümeti benzer bir kader paylaşıyor. Düşük popülerlik oranları ve aşırı sağ Reform UK’tan gelen yoğun baskı karşısında hükümet, Kasım'da “modern tarihin en kapsamlı sığınma reformları”nı duyurdu. Bu acımasız planlar, mülteci statüsünü geçici hale getirecek, sosyal yardımları kesecek, aileleri parçalayacak ve birçok insanı on yıllar sürecek bir belirsizliğe mahkûm edecek. Bu yaklaşım, siyasi sağdaki güçleri dizginlemiyor; aksine cesaretlendiriyor. Reform duyurulan sığınma reformunu memnuniyetle karşılarken, İşçi Partisi İçişleri Bakanı Shabana Mahmood’u sosyal medyada kendi renklerine büründürdü; aşırı sağ aktivist Tommy Robinson ise coşkuyla, Overton penceresinin yok edildiğini kutladı.

Avrupa’nın her yerinde aşırı sağ ve faşist sağ için göç krizleri ve panikleri, sürekli “hediye” vermeye devam ediyor. Artık herkesçe anlaşılması gereken bir gerçek var ve bunu tekrar etmekte fayda var; tüm siyasi gündemi zulüm üzerine kurulu görünenleri, zulüm siyasetiyle geçmeye çalıştığınızda yenilgi kaçınılmazdır. Hükümetler “sert” göç politikalarını uygulamayı başarsa veya sığınma başvurularının sayısını düşürse bile, aşırı sağ başka ırksal azınlıkları hedef alacak, günah keçisi ilan edecek ve insanlıktan çıkaracak.

Bütün bunlar, aşırı sağın daha fazla göçmen karşıtı zulüm ve şiddet arzusunu söndürmedi. Sahra Çölü ve Akdeniz gibi geniş coğrafyaları ölüm bölgelerine dönüştürmek, mücadelelerini ırksal mitoloji ve “yeniden göç” fantezileriyle dolu bir medeniyet savaşı olarak görenler için yeterli değil; bu fanteziler sonuçta Avrupa’nın azınlık vatandaşlarına da dönecek.

Aşırı sağ fikirleri güç topluyor, dünya çapında ittifaklar kuruyor ve göçü otoriter dönüşüm için bir araç olarak kullanıyor. Donald Trump yönetiminin yakın zamandaki ulusal güvenlik stratejisinde “kitlesel göç döneminin” sona erdirilmesi çağrısı yapıldı ve Avrupa’nın “medeniyet çöküşünü” önlemek için “Avrupa’nın mevcut rotasına direncin geliştirilmesi” planları ortaya kondu. Almanya’da AfD bunu şimdiden kutluyor.

İstisnaların geri alınması zorlaşır

Peki, Avrupa Kalesi için gelecek 10 yıl ne getirecek? AB’nin seçtiği yol açık görünüyor. Göç ve İltica Paktı, 2026’da tam olarak yürürlüğe girdiğinde, Avrupa’nın tahkimatında bir dönüm noktası daha ulaşılacak. Sürekli göç krizi anlatılarını karşılamak yerine Pakt, krizi politikaya dönüştürüyor. Üye devletlerin sınır prosedürlerini hızlandırmasına, zorunlu gözaltıyı uzatmasına ve “üçüncü ülke vatandaşlarının kitlesel girişiyle karşılaşılan istisnai durumlar” karşısında sığınma haklarını sınırlamasına imkân tanıyacak. Ancak Uluslararası Af Örgütü'ne göre bu “durumlar”, o kadar geniş, belirsiz ve örtüşen şekilde tanımlanmış ki düzenli olarak uygulanmaları muhtemel. Bir kez yürürlüğe girdikten sonra bu istisnaların geri alınması zorlaşabilir ve Avrupa’da acil durum hükümlerinin normalleşmesine yol açabilir.

Başaracağı şey, ırkçı düşmanlıktır

Savaş ve soykırımlar, kapitalist sömürü ve iklim çöküşü gibi zorla insan hareketliliğine yol açan pek çok nedenin olduğu bir dünyada, artırılmış sınır güvenliği, sınır dışı işlemleri ve genelleştirilmiş zulüm siyaseti göç meselesini asla “çözmeyecek”. Başaracağı şey, demokratik normların aşınması, toplumsal bölünmelerin derinleşmesi ve ırkçı düşmanlığın yükselmesidir.

Göç, mevcut otoriter dönüşümün köşe taşı haline geldiğine göre, direniş de tam olarak göç etrafında oluşmalıdır. 2026-2035'teki 10 yılı, geriye dönüp nasıl hatırlayacağımız sonuçta bize bağlı. Akdeniz’de kurtarma operasyonları yürütmek, göçmen baskınlarını ve sınır dışı uçuşlarını engellemek, şehirleri çoğulluk ve dayanışma mekânları olarak geri kazanmak. Tüm bunlar, yurttaşlarımızı savunan ve etrafımızda büyüyen otoriter güçlere karşı mücadeleyi üstlenen acil müdahalelerdir.

* Almanya’daki Osnabrück Üniversitesi’nde göç ve sınır araştırmacısı olan Dr. Maurice Stierl'in The Guradian'daki yazısı çevrilerek kısaltıldı.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.