Biraz da gülmek…

Doğan Barış ABBASOĞLU Haberleri —

  • Gülmek her insana yakışan ve karşıda pozitif etki yaratan en yaygın eylem olarak gösterilebilir. Ama insan toplumlarında uzun yıllar fazla gülmek, gülmenin resmedilmesi yadırgandı, hatta günümüz bilimine yön veren bir sürü düşünür insanlara ağızlarını kapalı tutmaları konusunda tavsiyeler verdi. Gülüşü insanlığa kazandıran, kıymetli kılan yine sanat oldu…

İnsan dışındaki primatlar dişlerini gösterip gırtlak kaslarını gerdiği zaman bu bir agresyon belirtisidir. Bu genelde maymunlar köşeye sıkıştığı ve kaçacak yeri olmadığı zaman görülen bir davranıştır.

Aynı şeyi insanlar yaptığı zaman bu son derece arkadaşça, memnuniyet içeren bir davranıştır.

Buna gülmek diyoruz.

Yani insana en yakışan ifade.

Vancouver Üniversitesinden Janice Porteous uzun bir süreden bu yana mizah ve gülüşün tarihi konusunda çalışmalar yürütüyor. Porteous’a göre gülümsemenin kökeni primatlarda görülen diş gösterme davranışı olabilir.

“Sen benim düşmanımsın” ya da “seni ısıracağım” anlamına gelen bir ifadenin nasıl arkadaşça, samimiyet, memnuniyet ya da mutluluk içeren bir ifadeye evrilmesi hikayesi son derece ilginç.

Porteus maymunlarda görülen bu ifadenin daha zeki olarak nitelendirilen rhesus şempanzeleri gibi gruplarda saldırıları engellemek için kullanılan bir başka tür ifadeden kökenini aldığını düşünüyor. Hiyerarşik sürüler halinde yaşayan bu maymun türünde dominant bireyin taleplerine karşı submisiv bireylerin dişlerini hafifçe gösterdiği gözlemleniyor. Bu davranışı gören dominat bireyler genelde submisiv bireyleri kendi hallerinde bırakıyor. Nadir de olsa aynı ifade eşit maymun bireyleri arasında da görülüyor.

30 milyon yıllık evrim

Primatologist Dr Signe Preuschoft da gülmenin ilk maymun türlerinde korkunun yol açtığı bir davranış olan diş göstermeden kaynağını aldığını düşünüyor. Bu davranışın yaklaşık 30 milyon yıllık bir kökeni olduğunu tahmin ediliyor.

İnsanlarda hayvanlardan farklı olarak bir şeyi yapmayacağını gösteren ifadeler bulunuyor. Örneğin bir köpek başka bir köpeğe “seni ısırmayacağım” diye bir mesaj gönderemez. Bunu kavratmak için ağzını açıp ısırma hareketi yapar ama ısırmaz. Bu davranışla karşısındaki köpeğe onu ısırmayacağını anlatmış olur.

Bazı bilim insanları da bundan hareket ederek gülmenin, diş göstermenin böyle olumsuz bir davranışı elimine eden bir ifade olarak değerlendiriyor.

Dişlerimizi kullanma şekilleri ve gülümseme

Primatlar son derece tehditkar bir görüntüye sahip köpek dişlerini sık sık ve bizim yapmadığımız birçok nedenden dolayı gösterirler. Tipik olarak bunu cinsiyet, rütbe, baskınlık ve saldırganlık eğilimlerini karşı tarafa geçirmek için yaparlar.

Ancak insanlar çok farklıdır çünkü köpek dişlerimiz çok eski bir geçmişten bize kalan ufak bir mirastır. İnsan gülümsemeleri, maymunların aksine, tehditkâr olmayan bir dikkat çekme eğilimindedir.

Köpek dişleri gelişmiş olan hayvanların tehditkar eğilimleri için rakiplerine çok yaklaşmalarına gerek yoktur. İnsanlar dişlerini gösterdiği zaman ise yakın bir mesafede olurlar ve karmaşık yüz ifadeleriyle oluşan görsel bir dille karşı tarafa bir tehdit olmadıkları yönündeki mesajları iletirler.

Yakın mesafeden ilişki kurmak, iletişim içerisine girmek, empati gösteren ifadeler insan evrimiyle uyumludur ve diğer primatlar bunları çok sınırlı bir şekilde gösterebilirler.

Gülüşün anatomisi

Gülmek insan için en kolay eylemlerden biridir. Korku, sinir, stres gibi durumlarda insan yüzünde en az dört kas çalışır. Gülmek için ise sadece ağzın kenarındaki zygomaticus major kası yeterlidir. Bir kahkaha halinde ise göz kenarındaki kaslar da bu harekete eklenir.

Gülme kasları insan daha anne karnındayken mevcuttur ve doğar doğmaz kullanıma hazırdır.

Gülmenin evrimi

İnsan topluluklarında gülmenin evrimi de şaşırtıcıdır. Binlerce yıl boyunca ağız dolusu gülmek alt sınıflara ait bir özellik sayılırdı ve ressam ve heykeltraşlar tarafından hiç işlenmedi. Sanatta gülüşün ilk örnekleri antik Yunan sanatçıların insanı ve insan doğasını işlemeye başladıkları Arkaik dönemde görülür. Bu dönemde yapılan birçok heykelde gülüş dudaklarda hafif bir tebessümle işlenmiştir.

Klasik dönemde ise ilk kez gülümseme 1236-1246 yılları arasında ortaya çıkan “gülen melek” figürüyle işlenmeye başlandı. Reims’in büyük katedralinin önündeki bu melek figürü artık gülümsemeye yeni bir anlam yüklemeye başlayan toplumsal bir gerçekliği ifade etmeye başladı.

Mona Lisa’nın meşhur gülüşü de bu akımın bir etkisiydi. Ancak insanların ağız açık bir şekilde gülerken resmedilmesi için yüzyıllarca beklemek gerekecekti.

Edebiyat ve yazında da gülmek konusunda insanlara basit bir tebessümle duygularını ifade etmek öğütleniyordu. Erasmus’un 1530 yılında yayınladığı “Çocukların medenileşmesi üzerine” adlı eserinde ağzın kapalı tutulması kibarlık ve nezaketin bir simgesi olarak işleniyordu. Ahlak ve terbiye konusundaki öğretilerin hepsinde yemek sırasında dahi ağzın kapatılması ve yemeğin küçük lokmalar halinde tüketilmesi önerilirdi.

Ağız dolusu gülmek

Gerçek hayatta bunlar çiğnenmek için var olan kurallardı. Ancak bunları çiğnemek kişinin düşük karakterini ortaya çıkarıyordu. Ya da -ki bu, yaşamda olduğu gibi sanatta da ikinci faktördü- aklın yitirildiğine işaret ediyordu. Ağzın açık kalması delileri tasvir etmenin kabul edilmiş bir yoluydu, ancak bundan daha da öteye giderek, tutkuları ya da temel iştahları nedeniyle rasyonel yetileri askıya alınmış bireylerin temsilini de kapsıyordu. Beyaz dişli gülümsemeleri gösteren az sayıdaki portrelerden bazılarının çocuklara ait olmasının bir nedeni de buydu - William Hogarth'ın Karides Kız (1740-45) tablosu buna iyi bir örnektir. Karides Kız, akıl yaşına ulaşmamış ve nasıl kibar olunacağını öğrenmemişti.

Decartes ve Le Brun’a göre gülüş

Descartes, epifiz bezinin başın içinde, gözlerin arasında ve burun köprüsünün arkasında bulunan 'ruhun merkezi' olduğunu ileri sürdü. Descartes'a göre bu bez düşünce ve duyuların oluştuğu yerdi ve bu da hayvani ruhların kaslara akışını etkiliyordu; buna yüz kasları da dahildi. Le Brun'a göre, ruh sakin ve huzurlu olduğunda yüz de mükemmel bir şekilde dinleniyordu. Tersine, ruh çalkalandığında, bu kendini yüzde, özellikle de epifiz bezine en yakın yüz özelliği olan kaşların etrafında ifade ediyordu. Tutku ne kadar aşırı olursa, yüzün üst kısmındaki kaslar o kadar fazla kasılırdı ve yüzün alt kısmı da o kadar fazla etkilenirdi. Ağzın genişçe açılması için çok aşırı duygular gerekiyordu. Aşırı duygular ruhtaki çalkantıya işaret ediyordu. Bu dönemdeki hemen hemen tüm resimlerde resmedilen kişilerin tebessümleri dudaklar kapalı bir şekildeydi.

Modern gülüşün doğuşu

1787 yılında Paris’te Elisabeth Lousie Vigee Le Brun adlı bir soylu kucağında kızıyla bir portre için poz verdi. Bu eserde Elisabeth ağzı açık ve dişleri görünür bir şekilde gülüyordu. Sanat dünyası bu eser karşısında büyük bir şok yaşamıştı. Bir eleştirmen ”sanatçıların, zevk sahibi insanların ve koleksiyoncuların hepsinin onaylamadığı bir unsur," "ve Antik Çağ'a kadar uzanan bir emsali olmayan, gülerken dişlerini göstermesidir..." diye yazmıştı. 18. yüzyıl sonlarında Paris'te, Batı sanatının tüm normlarını ve geleneklerini aşan yeni bir fenomen Batı kültürüne girişini işaretlemişti. Modern gülümseme doğmuştu.

Modern gülüşün ömrü kısa oldu

Elisabeth’in ağzı açık gülümsemesinin zaferi hem yerel hem de kısa ömürlü oldu. Dünya çapında hakimiyetini kurması için bir yüzyıldan fazla beklemesi gerekecekti. Paris'te bile - ve belki de özellikle - Vigée Le Brun gülümsemesinin etkisi, iki yıl sonraki Fransız Devrimi ve bu tür bir gülümsemeyi sorunlu bulan bir siyasi kültürün yayılmasıyla soldu. Ateşli devrimciler için gülümsemek, Eski Rejim döneminde şımartılmış aristokratların skandal bir şekilde tadını çıkardığı dolce vita'ya geri dönmek gibi görünüyordu. Gerçek vatanseverliğin, cumhuriyetçi ciddiyetle alay eder gibi görünen bir jeste ayıracak zamanı yoktu.

Fotoğrafın ortaya çıkışı ve gülümseme

Gülümseme algısı, Viktorya döneminde fotoğrafçılığın erken benimsenmesiyle birlikte değişti. Kodak'ın 1888 yılında orijinal fotoğraf makinesini piyasaya sürmesi, fotoğrafçılığı ortalama bir insan için daha önce hiç olmadığı kadar erişilebilir hale getirdi.

Gülümseme ve fotoğrafçılık arasındaki ilişkide reklamcılık büyük bir rol oynamıştır. Akademisyen Fred Schroeder 1998 tarihli bir makalesinde, 20. yüzyılın ikinci on yılında pek çok reklamcının, insan mutluluğunun en yaygın tanınan sembolü olan gülümsemeyi, ürünlerinden duyulan haz fikrini aktarmak için zaten kullandığını ileri sürmüştür.

California Berkeley Üniversitesi ve Brown Üniversitesi arasında 2015 yılında yapılan bir araştırma, 1905'ten 2005'e kadar çekilen lise yıllığı fotoğraflarını inceledi. Önden çekilmiş 37.921 fotoğraftan oluşan bir veri setini analiz eden araştırmacılar, ortalama dudak kıvrımının her on yılda bir arttığını ve kadınların erkeklerden daha fazla gülümsediğini gösterdi.

* New Scientist, Scientific American ve BBC’de gülümseme ve gülüşün evrimi konusunda yayınlanan bir dizi makaleden derlenmiştir.

 

ELISABETH

1787 yılında Paris’te Elisabeth Lousie Vigee Le Brun’un kızıyla resmedilen tablosundaki gülümseme sanatta
modern gülüşün doğuşu olarak tarif edilir.

 

REIMS

Klasik dönemde ilk kez gülümseme 1236-1246 yılları arasında ortaya çıkan “gülen melek” figürüyle işlenmeye başlandı.
Reims’in büyük katedralinin önündeki bu melek figürü sanata gülen bir yüz kazandırdı.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.