Cesaretsizliğin telafisi, örgütlenmek

Toplum/Yaşam Haberleri —

Zerocalcare ve kitapları

Zerocalcare ve kitapları

  • Hafızanın her zaman kolektif ve toplumsal bir boyuta sahip olduğu bir dünyada büyüdüm. Bu anılarımı karikatürlerle kalıcılaştırıyorum. Böylece onları hatırlamaya devam etmeme ve aynı zamanda bu anıları topluma aktarmama olanak sağlayan bir yol oluyor.
  • Bazı insanlar olağanüstü diyebileceğimiz düzeyde cesaretlidir.  Doğru zaman ve yerde bulunduklarında bir sürecin itici gücünü sağlarlar. Bence örgütlülük cesaret yoksunluğunu ortadan kaldırmaya, onu telafi etmeye yarıyor. Ne mutlu cesareti olanlara!
  • 1998'de çocuktum. Kürt hareketini çok yüzeysel olarak tanımıştım. Diasporadaki Kürt halkını da yine Öcalan ve İtalyan siyasetçilerin söylemleri üzerine tanımıştım. Beni şaşırtan şey, bu gerçekliğin yıllar içinde değişime uğraması ve değişen dünyaya ayak uydurmuş olmasıydı.

FRANCESCA PATRİZİ - Çeviri: Nayera El Gamal

Zerocalcare, ünü ülkesinin sınırlarını çoktan aşmış bir karikatürist. Önceleri sanatında daha çok günlük yaşamdan kesitler işlediği çizgi romanlara ağırlık veren İtalyan karikatürist daha sonra grafik romanlara yöneldi. 2014 ve 2021 yılları arasında farklı heyetlerle sık sık Kurdistan’a ziyaretler gerçekleştiren Zerocalcare, bu ziyaretlerinde yaşadıklarıni eserlerinde işlemeye başladı. İlk olarak 2015 yılında Internazionale dergisinin haftalık eki olarak yayımlanan “Kobane Calling” adlı eseri, 2020 yılında güncellenerek yeniden yayımlandı. Yine 2021 yılında Internazionale dergisinin eki olarak yayımladığı “Se Cadono le Montagne” (Dağlar Düşerse) adlı eseri de 2022 yılının Ekim ayında “No Sleep Till Shengal” (Şengal’e Kadar Uykusuzluk) ismiyle güncellendi. Grafik romanın yanı sıra Netflix için de senaryo, yönetmenlik ve çizimlerini yaptığı “Tear Along The Dotted Line” (İşaretli Yerden Kes) adlı bir yetişkin animasyon dizisi çekti. Bu dizide yer alan kimi sahnelerde YPG flamalarına yer veren Zerocalcare, Türkiye’de ırkçı çevrelerce hedef alınmıştı.

Calcare’nin Kurdistan ile ilgili çalışmaları, 2014’den 2022’ye Kurdistan’ın farklı bölgelerine yaptığı gezilerin sonucu. Birçok dile çevrilen Kobanê ve Şengal çalışmalarıyla ilgi gören Zero Calcare ile Kürtler ve Kurdistan ile bağını konuştuk.

 

 

“Şengal'e Kadar Uykusuzluk” kitabının arka kapağında, Êzîdî katliamına atıfta bulunarak "Kimse konuşmadığında... Kimse bakmadığında katliamlar oluyor" demiştin. Türk devletinin saldırıları sürüyor. Gelinen aşamada bir şeyin değişmediğini, katliamların hala izlendiğini, ancak kimsenin katliamlar hakkında konuşmadığını düşünenlerden misin?

Hükümetler açısından bunun doğru bir tespit olduğunu düşünüyorum. Yaşananlar NATO ülkeleri ve üye olmayan devletlerin ortaklaşa yürüttükleri bir operasyondur. Bununla birlikte, sıradan insanların hâlâ dünyanın o bölgesinde ne olup bittiği konusunda büyük bir cehalet içinde olduğunu düşünüyorum. Bu cehalet bir süreliğine de ola Batı'da bombaların patlamasıyla kırılmıştı. O zamanlar o bölgelerde [Kurdistan ve Ortadoğu] olup bitenler karşısında endişeleniyorduk. Televizyonlarda Kobanê’yi ve Kürt savaşçıları görebiliyorduk. O gündem kapandı, çünkü artık bizi doğrudan ilgilendirmiyor gibi görünüyor. Gerçekten de artık orada olanlar bambaşka bir gezegendeymiş gibi düşündürüyor. Dolayısıyla bence her iki husus da doğru: yani siyasetin bir yanı bakar ama hiçbir şey söylemez; bir yanı ise bakmaz bile.

Öyleyse oralara bakan ama konuşmayan insanlara atıfta bulundun…

Oralarda yaşananlara ilginin arttığı bir dönem oldu. Bana öyle geliyor ki halkın büyük bir bölümü orada olup bitenlere sözde de olsa, yüzeysel de olsa bir biçimde dahil oldu. Mesela az da olsa kitaplarda karşımıza çıkabiliyordu. Yedi sekiz yıl önce Kobanê ve DAİŞ hakkında konuşmak, yaşananları verimli bir kitleye anlatmak anlamına geliyordu. Bugün Sahrawi mücadelesinden bahsettiğimde de aynı şey olduğu görülebilir. Oralar, buradaki insanlar için adını, ne anlama geldiğini bile bilmedikleri bölgelerdir.

Çizimlerinle insanlar çoğunlukla da gençler Kürt halkını ve Kürtlerin kendi kaderini tayin etme mücadelesini tanıdı. İnsanlar, aslında hepimizi ilgilendiren demokratik konfederasyon mücadelesinden etkileniyor. Bu anlamda sana nasıl dönüşler oldu?

Bu konular hakkında konuşmanın zorluklarına rağmen; eğer kayıtsızlık duvarlarını aşmayı başarırsanız insanlar kelimelerle de olsa ilgili ve ikna olmuş gibi görünebiliyorlar. Duygulanıyorlar, hatta teşekkür bile ediyorlar size. Bunun benim gibi kamuoyuna açık konuşan herkes için geçerli olduğunu düşünüyorum. İnsanlar, her zaman kendilerini etkileyen bir şey bulmayı başarıyorlar. Ancak bence bu duygunun çok küçük bir parçası eyleme, yani mücadele katılımına dönüşüyor. Elbette ki hiç yoktan iyidir ama geniş katılımlı büyük kitlelerden bahsedemeyiz. Yine de on insanın bile aktif olmasından bahsediyorsak, bunu değerli görmeli, çöpe atmamalıyız.

 

 

2014 ve 2021 yılları arasında birkaç kez Kurdistan'da bulundun. Bu yıllar boyunca Kurdistan ile arandaki ilişkide ne değişti?

2014 yılında çok daha temkinliydim. Gördüklerimizin ve anlatılanların kaynağını bir şekilde uzakta olana duyulan coşkudan aldığını düşünüyordum. Bu gerçeklikle yakından tanışmak ve onu daha iyi tanımak; o devrimin somutluğunu, hakikatini, günlük yaşamdaki etkisini tüm çelişkileriyle birlikte fark etmemi sağladı. Bu yüzden yıllar geçtikçe artık daha az nahiflikle ama yaşananların hakikatinin, bir somutluk ifade ettiğininin, kendilerini feda eden insanların bunu genel bir talepten kaynaklı değil, o topraklarda yaşayanların günlük yaşamlarını gerçekten değiştiren bir şey için yaptıklarının bilincine ulaştım.

Kürt Hareketi’yle ilk kez 1998-1999 yılları arasında Öcalan'ın Roma'da kaldığı dönemde tanıştınız. 1998'den 2014'e dünya oldukça değişti. 1999'da tanışıp orada bıraktığınız Kürt hareketi ile 2014'te yeniden karşılaştığınız Kürt hareketi üzerine düşüncelerinizi almak isteriz.

1998'de çocuktum. Kürt hareketini çok yüzeysel olarak tanımıştım. Diasporadaki Kürt halkını da yine Öcalan ve İtalyan siyasetçilerin söylemleri üzerine tanımıştım. Öcalan’ın mevcut politik düşüncesinin Kürt hareketinde ne kadar somutlaştığını bilmiyorum. Politik tartışmaların beni ve genel olarak herkesi etkilediği bir dönemdi. Kürt hareketinden, geleneksel bir hareket olarak Kurdistan topraklarını bağımsızlaştırmak isteyen, marksizmden ilham alan bir hareket olarak bahsediliyordu. Biz İtalyanlar böyle anlatırdık kendi aramızda. Beni şaşırtan şey, bu gerçekliğin yıllar içinde değişime uğradığı ve değişen dünyaya ayak uydurmuş olmasıydı. Kürt hareketi kendi özeleştirisini yapmış, paradigmasını değiştirmiş, bazı temel değerleri merkezine alıp diğerlerini ikinci plana atmıştı. Ulus-devlet talebinin ortadan kalkması, kadın sorununun merkeze alınması, çok kutuplu bir dünya analizi vb. Bu gerçekliği destekleyen biri olarak bana 20. yüzyılın enkazı olduğumu hissettirmediler.

Kurdistan’ı işlediğiniz çalışmalarınızda sıklıkla “şehadet” kavramı geçiyor. İtalya'nın da bir şehidi var: Mart 2019'da Dêrazor çatışmaları sırasında hayatını kaybeden, Kobane Calling'in 2020'deki yeniden basımında bahsetme ihtiyacı duyduğun Têkoşer’den (Lorenzo Orsetti) bahsediyorum. Şehadet kavramında hafıza ve mücadelenin devamlılığına teşvik eden bir fikir var. Diğer yandan da kaybetmenin acısı... Sen devrimci bir süreç sırasında yaşam ve ölüm ilişkisini nasıl tanımlarsın?

Kürtlerin “şehit” tanımları ve yaklaşımları bizim kültürümüzdekinden çok farklı. “Şehit”* kavramı bize başka şeyler çağrıştırırken onlar sadece çatışmada ölenleri değil, mücadele sırasında farklı şekilde hayatını kaybeden tüm yoldaşlarını şehit ilan edebiliyorlar. Bana ilginç gelen de bu. Bu nedenle aslında ‘hafızaya saygı’yla da bağlantılı bir kavramdır şehitlik. Şehitliği sadece bizim anladığımızla yani kişinin mutlaka acı çekmesi gerektiği gerçeğiyle ele almamalıyız. Aslında biraz da çekinerek söylemeliyim ki bu oldukça ayrılmaz bir ilişki: İnanıyorum ki eğer bir toplumda devrim kavramı artık bir gerçekliği ifade etmiyorsa artık ölümle de yüzleşemez.

Kürt hareketinin bu konudaki yaklaşımında sağlıklı ve olumlu bulduğum şey ‘vahşet’ düşüncesinin olmamasıdır. Kürt şehitlerinin paylaşılan fotoğraflarına bakıldığında genellikle gülümseyen ya da bir güzellik anında çekilen görüntüler görürüz. Yani savaşın en ölümcül ve en şiddetli yönü o fotoğraflarda yansıtılmıyor. Bana öyle geliyor ki o fotoğraflarda yaşama istencine dair yönler öne çıkarılıyor. Bunun ilginç bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum ve biz de ölümle aramızdaki ilişkide bunu önemli bir anahtar olarak ele almalıyız.

Biraz da “cesaret”ten bahsetmek isterim. Eserlerindeki ana karakterin Zerocalcare’in cesaretsizliğini hiçbir zaman gizlemiyorsun ama “devrim” düşüncesinden bahsederken de onu genellikle cesurca eylemlerle ilişkilendiriyorsun. Bu yaklaşımın altında mücadele etmek istediği sürece bir insanın kendini devrime ait hissedebileceği, kendini devrimin bir parçası olarak görebileceği fikrinin yattığını düşünüyorum.

Evet, aynen öyle düşünüyorum. Bazı insanlar olağanüstü diyebileceğimiz düzeyde cesaretlidir. Doğru zaman ve yerde bulunduklarında bir sürecin itici gücünü sağlarlar. Bence örgütlülük cesaret yoksunluğunu ortadan kaldırmaya, onu telafi etmeye yarıyor. Ne mutlu cesareti olanlara! Örgütlülük içerisinde, herkesin olağanüstü cesarete ihtiyaç duymadan bir şeyler yapabilmesi için gerekli koşulları oluşturabilirsiniz Ancak herkesten bu olağanüstü cesarete sahip olmasını isteyemezsiniz. Scout (Baden Powel’in öncülüğünde, neredeyse her ülkede örgütlü uluslararası gençlik örgütü) ve No Tav (İtalya ve Fransa arası hızlı tren hatının inşası projesine karşı hareket) bile ağır adımlarla yürünmesi gerektiğini söylüyorlar. Bana göre ileriye doğru sıçrama yapanlar vardır, ancak bu atılımı yapamayanları da yapabilenlerle bir arada tutabilecek birilerinin de olması gerekir.

Yolculuklarının hep karşılaşmalarla dolu olduğunu biliyoruz. Çalışmalarında sana gerçekliği tanıma fırsatı veren sıradan insanlarla karşılaşma anlarına da vurgu yapıyorsun. Bu karşılaşmalardan sana ne kaldı?

Hayatlarının sıradan olduğunu düşündüğünüz insanların sizde yarattığı değer, keşfedeceğin yeni kapılar aralıyor. Olağanüstü cesaretleri ya da görülmemiş düzeydeki dramları hiçbir zaman tahmin edemeyeceğin düzeyde bir tecrübe katıyor. Hayatta karşılaşmanın normal olduğunu düşündüğünüz şeylerin ufkunuzu ne çok genişlettiğini öğreniyorsunuz. 

Yani hem kişisel alanda hem de kamuoyunda, tanışıklıkların sonucu oluşan hafızanın izinde yürüyorsun...

Benim için, kısmen yaptığım çalışmalar nedeniyle her şey birbiriyle bağlantılı. Tabi kısmen de olsa hafızanın her zaman kolektif ve toplumsal bir boyuta sahip olduğu bir dünyada büyüdüm. Bu anılarımı karikatürlerle kalıcılaştırıyorum. Böylece onları hatırlamaya devam etmeme ve aynı zamanda bu anıları topluma aktarmama olanak sağlayan bir yol oluyor.

 

 

Haftalık ‘Internazionale’ dergisinin 2021'de yayımlanan “Dağlar Yıkılırsa” başlıklı ekinde şöyle yazıyorsun: “Hareketin kalbi İmralı ile Kandil dağları arasında atıyor.” Demokratik Konfederalizm sisteminin derin bir tarih ve köklere sahip olduğunu da açıkça söylüyorsun. Bunu tekrarlamak neden önemli sence?

Bence geldiğimiz aşamada bunu tekrarlamak çok önemli. Hatta belki 2014'te daha da önemliydi. O dönemde, hem benim hem de kolektiflerimizin yetersizliklerinden kaynaklı olarak bu mesajı doğru bir şekilde yaygınlaştıramadık. Halbuki Kürtler o zaman da iki sistemin ayrı ele alınmaması gerektiğini sürekli vurgulamamızı istemişlerdi. Rojava'daki Demokratik Konfederalizm’in önemini kabul etmek, Öcalan ve PKK'nin oynadığı rolü kabul etmek anlamına da geliyordu.

Şimdi Türkiye'nin Rojava'yı işgal saldırıları hala sürüyor. Bana öyle geliyor ki Suriye'nin kuzeyinde bulunan YPG ve YPJ'nin iyi insanlar olduğu ve bir bütünün parçası oldukları görüşünü yaratmakta azda olsa başarı elde etmiştik. Ama her zaman bu bütünü bölme çabalarının olduğu da açık. ‘Suriye'de olursa iyi, Türkiye'de ya da Irak dağlarında olursa o zaman bu terörizmdir, kötü adamlardır’ gibi söylemler var. Dolayısıyla İsveç ve Finlandiya'yla yapılan anlaşmalardan sonra bile bu yapıları birbirinden ayırmamaya, onları ayrı değerlendirmemeye özen göstermeliyiz.

İmralı ve Kandil'den bahsettiğimize göre, PKK ve tüm üyelerine yönelik terörizm suçlamalarını da sormak istiyorum. Bu suçlama düşerse başka sahneler göreceğiz ancak burada söyleşimizin başladığı noktaya dönmemiz gerek. Terör suçlamalarının kaldırılmasına dönük talebe ilişkin herhangi bir ilerleme yok gibi görünüyor. Yani herkes PKK ‘terör örgütleri listesi’nden çıkarılırsa neler olacağının farkında ama kimse bunun hakkında konuşmak istemiyor. Sen neler düşünüyorsun?

İtalya'da çatışma ve siyasi şiddetle ilgili 1970'lerden günümüze taşıdığımız çok büyük bir sorunumuz var. Burada, bu terimi çağrıştırmak bile kamuoyunda bir tabu gibi. Kimse terörizm ile silahlı mücadele tanımlarını tartışmaya bile yanaşmak istemiyor. Biz, diğer ülkelere nazaran çok daha ağır bir yük olarak sırtımızda taşıyoruz bunları ve bu tartışmayı yapabilmek bile çok karmaşık.

Bence 1990'ların ne olduğunu, nedenlerini, sonuçlarını, ne türlü değişimlere sebep olduğunu anlatacak zeminler bulmaya çalışmalıyız. Sadece bir anın propagandası olmayan bir tarif ve anlatı oluşturmaya çalışmalıyız. Yoksa bu anlatılar saldırıya çok açık anlatılara da dönüşebiliyor. Mesela PKK'nin sadece son dört yılda hiç eylem yapmadığını söylerseniz, birileri "evet ama ondan önce ne yaptı?" diyecektir.

Ancak Türk devletinin yaptıklarını, yürüttüğü savaşı, verilen tepkileri, yapılan özeleştirileri de anlatarak yani hikayeyi bütünüyle, aydınlık ve gölgeleriyle okumaya çalışarak bu suçlamanın artık temelsiz olduğunu ve her şeyin Erdoğan'ın kendi hakimiyetini kalıcılaştırma planları çerçevesinde olduğunu ifade etmek önemli. Yani bütünsellik ve karmaşıklığıyla anlatılması gereken, bütün kamuoyunda öne çıkarılması gereken bir konudur.

* Şehitlik ve şehadet, Batıda Haçlı Seferlerinden kalma bir psikolojiyle İslami bir kavram olarak değerlendiriliyor. “Şehitlik”, Ortaçağ’da gerçekleştirilen bu seferlerde Müslümanların vahşi saldırılar sırasında gerçekleşen ölümlerine verdikleri ad olarak kabul ediliyor. Batı’da, şehitlik kavramını ölümü kutsallaştıran barbarca bir söylem olarak değerlendiren bir kesim de mevcut.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.