Cezaevleri neden hedef?

Forum Haberleri —

Türk zindanlarında infazlar

Türk zindanlarında infazlar

  • Tutsak düşen ve savunma haklarından mahrum bırakılan insanlarına sahip çıkamayan bir toplum çürümeye doğru giden bir toplumdur.

ZEKİ AKIL
Türkiye yine cezaevleri ve işkenceleriyle gündemi işgal etmeye başladı. Denilebilir ki, işkence ve cezaevleri ne zaman gündem olmadı ki. Doğru. Çünkü cezaevleri hiç siyasi tutsaklardan, Kürtlerden yana boş kalmadı. Yönetimler değişti ama zihniyet ve alışkanlıklar değişmedi. En ağır işkenceler 12 Eylül askeri faşist darbe döneminde yaşandı. Dünyada meşhur olan on cezaevinden birisi de Diyarbakır oldu. Onlarca cenaze Diyarbakır’dan çıktı. Olağanüstü direnişler de sergilendi. Bu direnişler sayesinde Türkiye, faşist cunta dünyada teşhir edildi. Dünyada bu kadar teşhir olmuş, imajı son derece kötü olan bir ülke neden tekrar işkenceleriyle gündem olmayı göze alıyor? Sözde şimdi Türkiye’de askeri bir yönetim yok, sivil bir hükümet var.

Bu hükümeti işkenceci olarak tanıtmaya zorlayan ne olabilir?

12 Eylül faşist darbesinin sol ve Kürdistanlı hareketleri ezme ve tasfiye etme planları vardı. Parlamento ve partiler lağvedildi. Bütün sivil, demokratik örgütler ortadan kaldırıldı. Anayasa rafa kaldırıldı. Beş generalden oluşan askeri konsey istediğini yapar duruma geldi. Anayasa mahkemesi dahil devletin bütün kurumları kimliklerini yitirdiler, basit bir piyona döndüler, sadece biat eder oldular.

Şimdi cezaevleri neden bu kadar gündeme geliyor? Çünkü, Türkiye tıpkı 12 Eylül’de olduğu gibi faşist bir şefin emrine girmiş durumda. Bahçeli ve Erdoğan, Ergenekon ittifakı Türkiye’yi kasıp kavuruyor. Cezaevlerinin payına işkence ve ölümün düşeceğine şaşırmamak gerekir. Tıpkı 12 Eylül’de olduğu gibi devletin bütün kurumlarının içi boşaltılmış, kimlik yitimine uğramışlar. Parlamento dahil birçok kurum ve örgüt basit bir piyon haline getirildi. Genelde biat kültürü dayatılıyor ve bu konuda epey yol alındı. Türkiye hala 12 Eylül anayasasıyla yönetiliyor! Bu unutulmamalı.

Türkiye tarihinin en ırkçı, faşist ve gerici ittifakı kurulmuş. MHP’nin ırkçı karakteri, AKP’nin yeşil renkli faşist ve gerici yapısı, Ergenekon gibi devletin karanlık güçleri bir araya geldiler. Bütün yetkiler Türk işi bir cumhurbaşkanlığı sistemiyle Erdoğan’ın elinde toplandı. Onun başına da kayyım olarak Bahçeli atandı. Onlara teslim olmayan, biat etmeyen hiçbir çevre ve kurum yaşatılmıyor. Öyle ki, Bahçeli anayasa mahkemesinin bile kapatılmasını istedi. Barolara el atıldı. TTB’nin kapatılmasını Bahçeli seslendirdi. Basın Erdoğan’ın emrine verilmiş. Bütün ekonomik kaynaklar Erdoğan’ın elinde. YSK ve mahkemeler direkt iktidarın emrinde ve halka karşı bir sopa olarak kullanılıyor. Kısacası sivil veya devlete ait olan bütün yapılar faşist bir yönetimin emrinde.

Faşist, otoriter yönetim demokratik bütün kazanımları ortadan kaldırıyor. Halk zamlar ve yoksulluk altında eziliyor. Ortaya çıkan yapılar ve kriz içinde yönetim giderek faşizmin alt yapısını güçlendiriyor. Toplum örgütsüz bırakılıyor. Bastırılan, susturulan bir toplumda faşizm daha rahat atını koşturur. 12 Eylül’de sorgu merkezleri ve cezaevlerinde bu kadar ağır işkencelerin yapılması toplumun susturulması ve örgütsüz bırakılmasıyla mümkün oldu.

Faşist AKP-MHP hükümeti bu kadar pervasızca cezaevlerine yöneliyorsa bunun bir nedeni de toplumu susturması ve basınla istediği gibi gündemi saptırması ve manipülasyon olanağı bulmasındandır. Örgütsüz toplum güçsüz toplumdur. Bu açıdan faşizm önce örgütlü yapılara yönelir. Cezaevlerinden cenazeler çıkıyor ve işkence iddiaları yaygınlaşmışsa toplumun etkili ve sert bir tepki sahibi olması gerekir. İşkence ve ölümlere bile sessiz kalan bir toplumdan ne beklenebilir?

Cezaevleri açısından dönemin 12 Eylül’den pek de farklı olmadığını belirtmek gerekir. Şimdi devleti yönetenler faşist generallerden anlayış ve zihniyet olarak hiç farklı değiller, dedik. Onlar toplumu susturdu, basını ve devletin bütün organlarını ele geçirdiler. Yasa ve insan haklarını tanımadılar. Şimdiki yönetim de öyle. O zaman cezaevlerinde binlerce Kürt tutsak vardı. Şimdi tutsak olan Kürtlerin sayısı o dönemden çok daha fazla.

Tutsak düşen ve savunma haklarından mahrum bırakılan insanlarına sahip çıkamayan bir toplum çürümeye doğru giden bir toplumdur. İnsanı ve toplumu tanımlayan en önemli unsurların başında hak, hukuk ve adalet gelir. İnsanların yaşama hakkı, onuru ve kimliği saldırı altındaysa toplumun tepkisi çok sert olmak zorunda. Çünkü hedeflenen insanın ve toplumun kendisidir, özüdür. Refleksleri ve duyarlılığı kalmamış bir toplumda insana yaraşır bir yaşam ve mücadele gücü kalmamış demektir.

Bir toplumun toplumsal yaşamını ve varlığını sürdürmesi ve saldırılar karşısında kendisini savunması için açık ki, güç olması gerekir. Güç olmak da örgütlü olmaktan geçer. Bu büyük kavganın sonucunu belirleyen yegane unsur örgütlenmektir. Unutmayalım, faşist yönetimler örgütlü toplumlarda amaçlarına ulaşamazlar. Önce örgütleri, öncüleri hedeflerler. Şiddeti ve korkuyu topluma dayatırlar. Hapishanelerde öldürme ve işkenceler bu amaçla yapılıyor. Yani hedef toplumun kendisidir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.