Direnişin yazgısı

Ernesto Sabato

MAHİR FIRAT FİDAN

 

“Sürülenler, itham edilenler ve haklarından yoksun bırakılanlar, uluslarından ve ülkelerinden kovulanlar, vahşice en derin uçurumlara atılanlar… Bugünün geleceği değiştirecek öğrencileri işte onlardır.” Bu sözlerle Ernest Jünger, geleceği değiştirecek özne hakkında bir ipucu veriyor bize. Gelecek, çalınan hayatların parmakları arasında şekillenecek. Bir diğer ifade ile direnmeye yazgılı olanların. Burada geleceği değiştirmenin kör noktasını aydınlatacak kelime olarak  “direniş” çıkıyor karşımıza... Gündelik yaşamımızda çok zor anlarda kullanmayı tercih ettiğimiz, fakat yaşamın bütün anına yayılması gerektiği üzerine pek kafa yormadığımız bir kelime... 

Direniş ne demektir? Direnmeye yazgılı olmak. Yani karşı koymak. Bir diğer ifade ile kabul etmemek, teslim olmamak. Yazgıyı başka bir yazgı ile değiştirmek… Direniş her zaman büyük baskılar sonucunda mı ortaya çıkar, yoksa gündelik yaşamımıza sinsice sızmış ve yaşamımızın temel ritüelleri arasında ortaya çıkan tahakküm araçlarına karşı gösterilmesi gereken bir davranış mıdır? Direniş nasıl örülür? Büyük eylemlerle mi? Yoksa büyük eylemleri ince ince ören küçük eylemlerle mi? Direniş tek başına mı olur, yoksa bir ötekiye ihtiyaç duyarak mı gerçekleşir? Sorular çoğaltılabilir fakat biz şimdilik bu sorulara cevap olabilecek bir metni ele alalım. Ernesto Sabato’nun Direniş adlı kitabını…

Arjantinli yazar Ernesto Sabato, çağın içinde bulunduğu durum karşısında insanın teslim oluşunun yarattığı sorunun çözümüne dair bir arayışla koyuluyor işe. İnsanlığı korumanın direnmekten geçtiğini savunuyor. Yani teslim olmamaktan. Ve şöyle söylüyor: “İnsan bu sürekli duygusal müdahaleyi hiç karşı koymadan kabul etmeye alışmaktadır. Ve bu edilgen kabulleniş sonunda zihinsel bir esarete, gerecek bir köleliğe dönüşecektir. Fakat insanlığı korumaya katkıda bulunmanın bir yolu var bu da teslim olmamaktır”

 

Bu mikro direnişi nasıl gerçekleştirecek

Tüketim ve hız çağının çarkları arasında öğütülen insan yaşamını korumanın direnmeyle mümkün olacağını aktaran Sabato, direnişin büyük baskılar sonucunda ortaya çıktığına dair yaygın kanının aksine, gündelik yaşamdaki küçük eylemlerle örülen bir davranış olduğunu anlatıyor. Gelecek tarih yazımının insan yaşamındaki küçük, belki de önemsiz görülen yaşam pratiklerinde açığa çıktığını savunuyor. Bir bağlamda mikro-direniş denilebilecek bu direniş biçimi esas olarak Sabato’da yaşamı daha iyi deneyimlemenin ve yabancılaşmış duyguları tekrardan kucaklayabilmenin bir açılımı niteliğinde. Peki insan yaşamdaki bu mikro direnişi nasıl gerçekleştirecek? Sabato’ya kulak verelim: “İnsan zihniyeti değişirse yaşadığımız tehlikeli bir biçimde umuttur da. Mitsel olarak bize verilmiş bu evi onarabiliriz. Tarih her zaman yenilikçidir. Bu nedenle birikmiş hayal kırıklıkları ve üzüntülere rağmen gündelik yaşamın değerine olan inancımızı kaybetmemeliyiz. Basit ve mütevazi olsalar da, onlar tarihin yeni bir anlatısını yaratır, yaşamın akıntısına yeni bir yön verirler.”

Ernesto Sabato, direniş üzerine çağın bir tahlilini yaparken modern insanın içinde bulunduğu bunalımı ıskalamıyor. Kelimelerle oynayan, düşüncesi ve eylemi arasında uçurumlar olan, kendini her zaman haklı ilan eden insanın içinde bulunduğu esarete de değiniyor. İnsan yaşamındaki durdurulmak bilmeyen hıza ve bu hızı insan yaşamına getiren araçlara karşın bir direniş sergilemek, daha büyük direnişin ve toplumsal dönüşümün de bir nüvesini oluşturuyor. Sabato, kelimelere sığınarak her esaret zincirini meşrulaştıran modern yaşam bilincini geçmiş zaman insan tipolojisiyle kıyaslıyor ve şunları söylüyor: “Modern insanın bakış açısına göre eski insanlar daha az özgürlüğe sahipti. Seçim olanakları daha azdı, ama sorumlulukları kesinlikle çok daha fazlaydı. Üstlendikleri görevleri bir kenara atabileceklerini ya da kendilerine yaşam bahşedilen yere sadakatsizlik edebileceklerini akıllarına bile getirmezlerdi. Bu insanların kelimelere gösterdikleri kıymet de kayda değer. Kelimeler asla davranışları haklı göstermeye yarayan birer silah değildi. Bugün tüm yorumlar geçerlidir. Kelimeler eylemlerimize sahip çıkmamızdan çok onlardan kurtulmamıza yarar.”

 

Yüreğimizin en gizli köşesindeki dağı bulmak

İnsanın soluklanmasını engelleyen bu çağa karşı direnişi gündelik yaşamda açığa çıkarabiliriz. 21. yüzyılda direniş, sadece şiddetli bir baskıya ve özgürlüğü hedef alan tahakküm araçlarına karşı olmaz. Direniş, gündelik yaşamlara sızmış, hiç farkında olmadan zihni ele geçirmeye çalışan pratiklere karşı durarak ortaya çıkar. Enformasyon çığı altında kalan insanın, deneyimden uzaklaşmasının ve yaşamı kavrama yetisinin zayıflamasının belirgin nedeni de tam olarak budur: direnişi, en kaba anlamıyla özgürlüğün kaybı sonucunda ortaya çıkan bir davranış biçimi olarak görmek... Oysa yaşamın hızlı akışı içerisinde kaybolmadan, kendimizi o akışa kaptırmadan ve maskeler takınmadan bakmayı öğrenebilirsek, bizi büyük teslimiyetlerin ve esaretlerin içine çeken küçük zincirleri görebiliriz. 

Gürültünün, tüketimin, hızın ve gösterişin egemen olduğu böylesi bir çağda direniş elbette idealize edilmiş bir eylemmiş gibi görünebilir. Fakat direniş doğası itibariyle her zaman bir karşı duruştur. Hangi çağda olursa olsun direnmek bir reddediştir. Direnerek, yaşamı öreriz. Direnerek, kendi iç yolculuğumuza tekrar tekrar dönüp kendimizi yenileyebiliriz. Direnerek dayanabiliriz. Peki nasıl? Ernesto Sabato’ya kulak verelim: “Ne zaman ıstırap duysam bir dağa tırmanıp yükseklere sığınmayı denerim çünkü o dağ sağlamdır: ne zaman çöp tahammül edilemez hale gelse aynı şeyi yaparım çünkü o dağ temizdir: zamanın süreksizliği bana işkence etmeye başladığında o dağa çıkarım çünkü o yükseklikte ebediyet hüküm sürer. Ama insanların gürültüsü her zaman bana ulaşır: yarıklardan ve gediklerden süzülüp içime dolar. Çünkü o dağ sadece dışarıda değil, aynı zamanda yüreğimizin en gizli köşesindedir. Asla yozlaşamamış gibi görünen dağ er ya da geç hüzünlü bir surete, bir kaçışa dönüşür çünkü sorumlusu olduğumuz dünya buradadır: Bizi ıstırap ve talihsizliğe gark eden, ama aynı zamanda varoluşun bolluğunu, o kanı, o ateşi, o aşkı o ölümü bekleyişi veren dünya. Bize alacakaranlıkta bir bahçe ve sevdiğimizin elinin okşayışını armağan eden yegâne dünya.”

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.