Dört Ayaklı Minare’ye haykırdım

ZUHAL ATLAN / MA/AMED
Kızı Rozerin’i Sur’da kaybeden Fahriye Çukur, yasağın üçüncü yılının gecesi Dört Ayaklı Minare’ye giderek haykırdığını söyledi.
Rozerin Çukur, Sur’daki yasağın 38. günü olan 8 Ocak 2016’da Süleyman Nazif İlkokulu yakınlarında başına isabet eden kurşun sonucunda yaşamını yitirdi. 17 yaşındaydı Rozerin, üniversiteye hazırlanan lise son sınıf öğrencisiydi.
Yasağın 3. yıl dönümünde ailesi ile röportaj yapmak için gittiğimiz Fiskaya’da babası Mustafa Çukur karşılıyor. Daracık sokakları arşınladıktan sonra Rozerin’in doğup büyüdüğü evdeyiz. Aile, 90’lı yıllarda köy yakmaları ardından Dicle’nin Herîdan köyünden göç edip şimdi oturdukları eve yerleşmiş. Sokak arasında kalan evin merdivenlerini çıkarken karakol dikkatimizden kaçmıyor.
Rozerin’den kalanlar
Ailesi Rozerin’den kalanlarla yaşıyor bu evde. Fotoğraf makinesi, çalışma masası, çizdiği resimler, kadrajına taşıdığı fotoğraflar, yazdığı hikayeler evin bir köşesinde saklı. Yasak döneminde, “Bir anne kızını toprağa vereceği günü bekler mi? Ben bekliyorum. Kızımın cenazesini alıp toprağa vermek istiyorum” sözleriyle aklımda kalan annesi Fahriye Çukur, Rozerin’in çizdiği resimleri, yazdığı hikaye ve yazıları, çektiği fotoğrafları gösteriyor. Çizdiği resimlerin hepsi kadın. Bilginin cinsiyetçiliği diye bir yazı kaleme almış. Sur’un çocuklarıyla bir sürü fotoğrafı var Rozerin’in. Hikayeleri, karnesi, takdir belgesi…
Annesi, bir yandan Rozerin’den kalanları gösterirken diğer yandan, kızının hep araştırmaya, okumaya, öğrenmeye meraklı olduğunu söylüyor.
Yokluğunu kabullenmiyor
Rozerin’in hayali, psikiyatri doktoru olmakmış. Annesinin deyimiyle, “İsterdi ki insanlar etrafında toplansın ve onların sorunlarına çözüm bulsun.”
2 çocuğu daha olan Fahriye Çukur, Rozerin’in ölümünü hala kabul etmediğini söylüyor ve “Kaç çocuğun var?” diye soranlara, “3 çocuğum var. Büyük kızım üniversitede okuyor” diye cevap verdiğini belirtiyor.
Altın da olsa çöptür
Fahriye Çukur, Sur’da gençlerin katledildiği mahallelere dikilen villalara da öfkeli. “Yenilense, altın da olsa bana bir çöptür. Benim kanım dökülmüş orada. Çocuğumun kanı var orada. Hangi gün fırsat elime geçse, ‘Çocuğumun kanı burada döküldü diye’ haykırmak istiyorum. Çocuklarımızın kanı üzerinde villalar yapıyorlar. Ben bu villaları kabul etmiyorum. İnsanlar kendi yüreğini benim yüreğime koysunlar. Benden oradan kopan bir can var. Bunu nasıl unuturum” diye soruyor Fahriye Çukur.
Rozerin’i çağırdım
Fahriye Çukur, sokağa çıkma yasağının yıl dönümü olan 2 Aralık gecesi tek başına Sur’a gitmiş. O gece yaşadıklarını şu sözlerle anlatıyor: “Gece saat 12.00’de buradan kalktım Dört Ayaklı Minare’nin oraya gittim. Kolay değil. 3 sene oldu hala kalkıp oraya gidiyorum haykırmak için. Gidip orada çağırdım; Rozerin Rozerin Rozerin ne oldu sana, diye. Rozerin sen burada ne yaşadın? Tekrar eve geldim. O günleri hatırladıkça beynim patlıyor. İlaçlarla ayakta kalıyorum.”
Olanları unutunur muyuz?
Fahriye Çukur, o günleri tekrar yaşıyormuşçasına devam ediyor anlatmaya: “70 yaşında neneler, dedeler gitti. Tamam insanlar teröristti, eşyalar, toprak, evler de mi teröristti? Yıkıldı, yakıldı, hepsi Dicle’ye döküldü. İnsanların cenazeleri hafriyatlarla gitti. Unutur muyuz bunu? Kamyonlar geçiyordu diyordum bakayım kızımın cenazesi yok mu? Kızımın cenazesini çöpün içinde aradım 5 ay. Tamam, öldü gitti. Ya cenazelerden ne istediler vermediler bize?
Kendi mahallemizde, kendi kapımızın önünde öldürüldük. Çocuklarımızı öldürenler gelip bize hesap versin.
Öfke ve hüzün
Rozerin’in babası Mustafa Çukur da Sur’da yaşananları ilk günkü gibi hatırlıyor. Bazen alışveriş yapmak için Sur’a gittiklerinde içinin öfkeyle dolduğunu söylüyor ve ekliyor: “Çok değişik, anlaşılamayacak bir duygu yaşıyorum orada. Öfke, hüzün her şey var içimde. Yıllar geçse de acı unutulmaz.”
“Kızım değil, arkadaşımdı” dediği Rozerin’in Sur’a olan sevgisinin bambaşka olduğunu belirtiyor Mustafa Çukur ve “Fikir ortaya koyar tartışırdık. 14 yaşında hikaye yazmaya başlamıştı. Kitap çıkarmak istiyordu” diyor.
Öfkemizi katmerleştiriyor
“İlk çocuğumdu Rozerin. Doğduğunda sevgisi nasılsa, cenazesini aldığım zaman aynı hisleri yaşadım. Çünkü, cenazesi 5 ay yerde kaldı. Açlık grevi yaptığımız yerin 10 metre ilerisindeydi. Bağırsak sesimizi duyacak şekildeydi. Ama alamıyorduk cenazemizi, bölge abluka altındaydı. Cenazeleri almak için gitmedik yer çalmadık kapı bırakmadık. Sabah akşam savcıya gidiyorduk. O kadar baskı yaptık ki cenazemizi almak için…” sözleriyle yasak dönemini anımsayan Mustafa Çukur hakkında, yaptığı konuşmalardan dolayı da soruşturma ve davalar açılmış. Çukur, “Devlet, Rozerin için ‘silahlı terörist’ diyor. ‘Çocuklarımız öldürüldü’ diye suç duyurusunda bulunduk; ancak hepsi reddedildi. Haklıyken haksız duruma düşürüldük. Benimle eşimin adına 4-5 tane soruşturma açılmış. Soruşturmalar devam ediyor, evimizde bile rahat edemiyoruz. Bu durum, içimdeki öfkeyi katmerleştiriyor. Hem çocuğumu katlettiler hem de üzerimize geliyorlar” diye anlatıyor.
İnşaatın altında cenaze
Mustafa Çukur, Sur’da yapılan “yenileme çalışmalarına” da tepkili. “Benim gözümde Sur saf altından da yapılsa boştur. Sur’un ilk hali başkaydı. O inşaatların altında hala bir cenazenin olduğunu bilmek… Orada (Villalarda) oturacak insanlar, temelinde hala bir cenazenin olduğunu bilse, o evde oturduğu zaman neler hissedecek? ‘Ben Diyarbakırlıyım, bu bölgenin insanıyım’ diyen insanların oraya gidip oturacağını zannetmiyorum” diyor.
