Edebiyatta Dualizm: ‘Kardeşimin bekçisi miyim ben?’

Kültür/Sanat Haberleri —

  • Doğuda karşıtlık üzerine kurulan izlek, batıda farklı yönlere evrilmiştir. Tek bir karakterin şizofrenik bir vaka olarak iki ayrı karaktere bürünmesi, ya da tek bir kişinin, kabul gördüğü statüdeyken memnun olmadığı toplumsal düzene, farklı bir karaktere bürünerek başkaldırması örneklerine sık sık rastlanır. 

 

BİLGE AKSU

Ayfer Tunç’un son romanı Osman’ı okuma fırsatını henüz bulabildim. Daha önceki eserlerinde kurguladığı bir evrende geçen bu yeni çalışma, üzerinde durmayı gerektirecek ayrıntılar barındırıyor muhakkak. Fakat henüz okumaya devam ettiğim için, dikkatimi çeken bir temasına odaklanmak istiyorum. Osman, aynı adlı karakterin, daha evvel Yeşil Peri Gecesi’nde anlatılan olayların geçmişinde neler yaşandığını günlükler vasıtasıyla aktardığı bir hikaye. Güzeller güzeli bir kadınla evli olan Osman, hayal dünyası oldukça geniş bir karakter. Babasının sağladığı zenginliği zevkli uğraşlarla harcamış ve ne olursa olsun ‘anı yaşamaktan’ vazgeçmemiş, görkemli bir kaybeden. Fakat en büyük karın ağrısı ne para, ne babası, ne hayat gailesi. En büyük karın ağrısı, Teoman adlı kardeşi. Osman’ın hazcı felsefesine o kadar uzak bir karakter ki Teoman, zaman zaman Osman’ın kendini sorgulamasına, hatta suçlu hissetmesine sebep oluyor. Osman ne kadar hayalci ve esnekse, Teoman bir o kadar mantıkçı ve kuralcı. Bu çatışma da haliyle bazen tatsız noktalara ulaşabiliyor.

Edebi anlatı var olduğundan beri kullanılan bir tema aslında bu. Kardeşlik ya da bazen ikizlik, hayatın süregelen mücadelesi karşısında birbirlerinden farklı tutumlar almayı bir kimlik meselesine getirmiş karakterler üzerinden hem yazarı hem okuru derin sorgulamalara itebiliyor. Çoğunlukla birinin daha hırslı, çalışkan, kuralcı olması ve diğerinin sorumsuz, aylak ya da hayalperest olması nevinden karşıtlıklar kurmaya ve birden çok altmetin oluşturmaya olanak sağlayan bu tema, tarihin bilinen ilk anlatılarında dahi kendine yer bulabilmiş. Hatta bu farklılıklar öylesine keskin çizgilerle belirtilmek istenmiş ki, tarihin ilk cinayetini işleyen ünlü bir ağabey, kendisine kardeşi hakkında soru soran tanrıya, “Kardeşimin bekçisi miyim ben?” gibi agresif bir cevabı dahi verebilmiş. Burada bir kardeş çatışmasından çok, hasete ve nefrete varan bir duygunun dışavurumunu görmekteyiz.

Kardeşlik ya da benzerlik

Elbette, kardeşliği bir izlek olarak ele alacaksak, yalnızca kan bağıyla kurulan ve bilindik bir anlamı içeren kardeşlik kavramının ötesine geçmeliyiz. Yazarın, anlatıyı kurgularken başvurduğu bir yöntem olarak kardeşlik ya da benzerlik izleği, kimi zaman birbirine çok ama çok benzeyen karakterler üzerinden de şekillenebiliyor. Örneğin Beyaz Kale’nin İtalyan ve Osmanlılı iki karakteri de buna benzer bir işlev taşıyor. Birbirinin yerine geçmeye çalışan bu iki karakter, fiziksel özellikleri kadar mizaçlarıyla da benzetilmiş. İkisinin de birbirinden üstün ya da zayıf yönleri mevcut. İkisi de diğerinin kendisi için taşıdığı önemin farkında. İkisi de var olabilmek için diğerine ihtiyaç duyuyor. Bu yine oldukça eskiye dayanan bir ilişkilenme biçiminin bir yansıması. Dualite, ya da ikililik olarak adlandırdığımız ve her şeyin karşıtıyla birlikte var olduğu düşüncesinin bir dışavurumu. Karanlığı ancak ışık varken tanımlayabiliriz. Ya da siyah rengin olmadığı bir evrende beyaz rengin de bir öneminin kalmaması gibi düşünelim.

Benzerlik ya da kardeşlik temaları bütün kültürlerde görülse de, işlevsel açıdan kültürel bir ayrışmayı da temsil edebiliyor. Kabaca bir ayrım yapıp, doğulu ve batılı hikayelerdeki ayrımlara göz atarsak, batılı hikayelerin çoğunda bir yer değiştirme söz konusudur. Karakterler diğerini kıskanmak gibi bir duygu dışavurumuyla değil, oldukça pragmatik sebeplerle diğerinin yerine geçmeye çalışır. Doğuda ise biraz daha duyguların öne çıktığını görürüz. Kıskanma, öykünme, özenme gibi birçok duygusal yönelim, diğerini ortadan kaldırmaya kadar varan bir çatışma doğurur. Fakat bunun muhtemel sebeplerini konuşmak için yerimiz de zamanımız da dar. Kısaca bu ayrımları örnekleyelim.

.

Bilinen en popüler ve eski hikaye elbette Habil ile Kabil’in hikayesi. Adem’in iki farklı batında doğan bu iki oğlu, teamül gereği farklı bir batında doğan bir kızkardeşle evlenmek zorundadır. Böylelikle Habil, Kabil’in ikiziyle, Kabil de Habil’in ikiziyle evlenmelidir. Fakat anlaşmayı bozan girişim Kabil’den gelir. O, kendi ikizini çok beğenmekte, Kabil’in ikizini istememektedir. Ortaya çıkan bu çatışma, Tanrı’nın araya gireceği bir duruma kadar ilerler. Sonuç olarak Tanrı hakem tayin edilir ve ikisinin de adaklarını sunmaları istenir. Netice Habil’in lehinedir. Kabil ise bunu kaldıramaz ve kardeşini katleder. Doğunun, diğerinin yerine geçmekten çok, onun konumuna sahip olma hevesine bir örnektir bu.

Yakup ile Esav

Yakup ile Esav’da da benzer bir durum görülür. İshak’ın ömrünün sonlarına yaklaşıldığında, oğulluk hakkını miras almak isteyen iki kardeşin mücadelesiyle karşılaşırız. İshak, oğullarından Esav’ı daha çok benimsemekte, oğulluk hakkını da ona vermeyi düşünmektedir. Bunu kabullenmeyen Yakup ve annesi, bir hileyle durumu tersine çevirerek kendi lehlerine bir kazanım elde etmişlerdir. Bu anlatıda da kendi konumunu beğenmeyen bir karakter, diğerini alt ederek onun yerine geçer. Ortada fiziksel bir benzerlik söz konusu değildir fakat, İshak’ın gözlerinin görmeyişini, Yakup ve annesinin kendi lehlerine kullanması bunu çağrıştırır. Esav’ın kolları daha kıllıdır, bu yüzden Yakup, kendi koluna hayvan derisinden tüyler ekler ve İshak kandırılmış olur. 

Yine Mısır mitlerinin başlangıcını oluşturan hikayelerden birinde, konum itibariyle ortaya çıkan bir çatışma temsili vardır. İsis, Nut’tan doğan iki kız ve iki erkek kardeşten biridir. Güzelliği ve gizil güçleri, arzu edilen bir karakter olmasını sağlar. Osiris ile olan birlikteliklerinden ötürü, kardeşlerden biri olan Seth, Osiris’i kıskanarak öldürür ve onun yerine geçer. Daha sonra Horus, babasının intikamını alıp Seth’i çöle sürgüne gönderse de, halk tarafından sevilen ve sözünden çıkılmayan Osiris, kötücül Seth tarafından çoktan yok edilmiştir.

Bu örnekler, konum itibariyle ortaya çıkan çatışmalardan kaynaklanır. Temelinde birbirinden farklı olan ve kıskançlık üzerine kurulmuş ilişkiler taşıyan karakterler arasında geçer. Doğunun ortaya çıkardığı hikayeler bu ve buna benzer karşıtlık temalarından beslenen ikililik hikayeleridir. İyi ve kötünün çatışması ile temellendirilir. Batıda ise bir karşıtlıktan ziyade, bazen anlaşarak, bazen de farklı bir amaçla birbirinin yerine geçme izlekleri görülür. Kırmızı Başlıklı Kız’da büyükannenin yerine geçen ve ona benzemeye çalışan kurt, büyükannenin konumunu hedeflemez, yalnızca onun gibi görünerek sosyal ilişkilerde kazanım sağlar. Benzer şekilde, Nolan’ın The Prestige filmi de burada konumlandırılabilir. Bir sihirbaz olan Alfred, karanlık şekilde edindiği benzeriyle tamamen pragmatik bir ilişkilenme sağlamış, birbirinin yerine geçme istekleri tamamıyla medeni bir anlaşmaya bağlı olarak ilerlemiştir. Kıskançlık, özenme, haset gibi duygular söz konusu dahi edilmemiştir.

.

Batı izleği, Doğu izleği

Batının izleği, fiziksel benzerlik ile örülmüş, karakter yapılarını ikinci plana atan anlatılar ortaya çıkarır. Mark Twain’in Prens ve Dilenci’si de bunun örneklerinden biridir. Bir dilenci, saraya sadece dış parmaklıklarının arkasından bakmakta, orada yaşanan hayata imrenmektedir. Saray görevlilerinin kötü davrandığı bu çocuğu gören prens, içerideki muntazam hayattan sıkıldığından, dilenciye yer değiştirmeyi önerir. Değişiklik yapılır, kimse farkına varmaz. Sonraları bu iki karakter de kendi konumlarını şaşıracak duruma gelirler. Batının ikililiğe bakışı, karşılıklı anlaşma yolunu daha çok tercih eder. Yine sınıfsal ya da statü temelli bir ayrım söz konusudur fakat, bu sefer her iki karakter de bundan memnun değildir. Bunun üzerine bir anlaşma sağlanır ve yer değiştirme işlemi gerçekleşir.

Doğuda karşıtlık üzerine kurulan izlek, batıda farklı yönlere evrilmiştir. Tek bir karakterin şizofrenik bir vaka olarak iki ayrı karaktere bürünmesi, ya da tek bir kişinin, kabul gördüğü statüdeyken memnun olmadığı toplumsal düzene, farklı bir karaktere bürünerek başkaldırması örneklerine sık sık rastlanır. Jekyll ve Hide, Batman ve Wayne, Superman ve Clark Kent gibi, aynı kişinin iki farklı karaktere büründüğü bu anlatılar, insanın iyi ve kötü yanlarının toplumsal düzenle ilişkili olarak farklı şekillerde ortaya çıkabileceği mesajını taşırlar. Bu açıdan daha modern bir kurgu sayılabilirler. Doğunun iyi ve kötüyü birbirinden keskin çizgilerle ayrılan iki farklı olgu gibi görmesi, daha klasik bir öyküleme tekniğidir. İyi ile kötünün çatışması, Yinyang, Ahura Mazda gibi en eski anlatılarda zaten mevcuttur. Sonraları kurgulanan kıssalarda da buna benzerlik taşıyan mesajların verilmesi, doğunun bu meseleye olan yaklaşımını özetlemektedir.

Kısacası, edebi kurgunun toplumsal ve kültürel temalardan soyutlanamadığının en belirgin örneklerini oluşturur kardeşlik izleği. Aşırı okumaya kaçmadan yorumlamak gerekirse, birçok ilişki biçimini ‘öteki’ üzerinden kuran doğulu yaklaşım ile ötekini bir karşıt olarak değil de bir farklılık olarak gören batılı yaklaşımın çatışma alanında önemli bir yer tutar. Şimdilik bu yüzeysel çıkarımla noktalasak da, bu konunun gerek sosyolojik, gerek psikanalitik yöntemlerle derin bir incelemeye tabi tutulması gerekli gibi görünüyor.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.