Egemen ulus kompleksi
Fuat Ali RIZA yazdı —
- Denebilir ki; bu dünyada Türk egemen ulusçuluğunun Kürtler üzerinde uyguladığı ırkçı-şoven baskının bir benzerini hiçbir egemen ulus uygulamamış ve başka bir ulusal topluluk da yaşamamıştır.
- Sol ve sosyalist güçlerin yıpratıcı tartışmalar içinde olması, egemen sisteme karşı mücadele yerine adeta birbirine muhalefet eder bir durumu yaşaması, anlaşılır ve kabul edilir değildir.
FUAT ALİ RIZA
Aslında başlığı “Büyüklük Kompleksi” biçiminde de atabilirdim. Bu durum sosyalist literatürde ‘şovenizm’ ve ‘sosyal-şovenizm’ olarak da ifade ediliyor. Kuşkusuz Türkiye Cumhuriyeti Devleti sınırları içinde yaşayan Kürtler, bu kavramların ne anlama geldiğini çok iyi biliyor. Zira son 100 yıl boyunca bu durumu yaşayarak öğrendiler.
Bu nedenle, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in, yeniden genel başkan seçildiği kurultay kürsüsünden ve biraz da kibirli olarak “Stockholm Sendromu” ve “Celladına âşık olma” kavramlarıyla ifade ettiği yakıştırmalarını duyunca Kürtler şaşırmadılar. Zira 10 milyonu aşkın Kürt'ün, bundan 15 yıl önce imza atarak “Siyasi İrademdir” dediği Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik “Neden her şey İmralı’ya bağlanıyor” diyen sözlerini duyunca da şaşırmamışlardı.
Aslında TBMM tarafından oluşturulan ‘Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu'nun 24 Kasım günü İmralı’ya giderek Önder Abdullah Öcalan ile Barış ve Demokratik Toplum Süreci üzerine çok değerli tartışmalar yapan heyetine CHP’nin neden üye vermeyip bu görüşmeye karşı çıktığı da Özgür Özel’in bu sözlerinden sonra çok daha iyi anlaşıldı. Belli ki CHP, Kürtlerin baş müzakereci olarak belirlediği iradeyi reddediyordu. Dahası adeta CHP yönetimi ve saflarında bir “Apo kompleksi” yaşanıyordu. Bu biçimde sık sık Selahattin Demirtaş ile görüşmek için neden gittikleri de iyi anlaşılmış oldu.
Kuşkusuz Özgür Özel’in “cellat” kavramıyla kimi ya da kimleri kastettiğini bilmiyoruz. Ancak daha genel başkan olur olmaz “Normalleşme” adı altında AKP yönetimi ile ne tür görüşmeler yaptığı hala belleklerde tazedir. MHP ile birlikte çalışmaya gelince, kendisine Bülent Ecevit ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun genel başkan oldukları dönemlere bakmasını tavsiye ederiz.
CHP’nin “Büyüklük Kibrinin” aslında AKP ve MHP’nin şoven yaklaşımlarıyla çok fazla bir fark yoktur. Bu durumu da bütün Kürtler, on yıllardır aşağılanıp horlanarak yeterince öğrenmiştir. Denebilir ki bu dünyada Türk egemen ulusçuluğunun Kürtler üzerinde uyguladığı ırkçı-şoven baskının bir benzerini hiçbir egemen ulus uygulamamış ve başka bir ulusal topluluk da yaşamamıştır. Bunun için kitaplar dolusu örnekler göstermek mümkündür fakat yaşadığımız Barış ve Demokratik Toplum Süreci'nin içerdiği olumlu atmosferi zedelememesi için daha fazla şey belirtmeye gerek yoktur.
Tabii CHP kendisini solcu saydığı için, Kürtlere yönelik bu yaklaşımını sosyal-şovenizm olarak tanımlamak da mümkündür. Zira özellikle yaşadığımız Barış ve Demokratik Toplum Süreci'yle birlikte kendini “Sosyalist” ya da “Komünist” olarak tanımlayan bazı çevrelerin benzer tutumlarında da gözle görülür bir artış yaşanmaktadır. Önder Abdullah Öcalan’ın 10-15 yıl önce yayınlanmış olan Savunmalar'ını sanki yeni görüp okumuş gibi ve adeta bir yerden düğmeye basılmışçasına “eleştiri” adı altında saldırı tufanı içine girmişlerdir.
Apocu Gruba ve PKK’ye yönelik daha kuruluş aşamasında geliştirilen saldırıların bir benzeri şimdi yeniden ortaya çıkmaktadır. Kürt Özgürlük Hareketi'ne adeta “Haddini bil” denmek istenmektedir. “Sen bir ulusal demokratik hareketsin, böyle kal ki seninle ilişkide olalım, sosyalizm senin işin değildir” denerek, geçmişte olduğu gibi şimdi de sosyalist hareket dışına itilmeye çalışılmaktadır. “Sen ulusal demokratik hareketsin, biz sosyalistiz; sen pratik yaparsın, teori bizim işimizdir” denmektedir. Rosa Lüxemburg’un Kautsky’e dediği gibi, adeta “Marksizmin hazine bekçileri” olup çıkmışlardır.
Günümüz dünyasında Marks’ı ve Marksizmi en iyi bilen ve anlayan sayılı kişilerden olan Önder Abdullah Öcalan’ı, Marks’ın bazı fikirlerini eleştirip yeni fikirler ileri sürdüğü için, neredeyse “bilgisiz köylü” ilan edecek kadar ileri gidenler vardır. Bu nedenle adeta “Marks karşıtı” olarak ilan edilmeye çalışılmaktadır. Oysa “eleştiri” adı altında yazılanlara bakıldığında, aslında yazanların Marks’tan habersiz olduğu ve Önder Apo’yu ise hiç tanımadığı kolaylıkla anlaşılmaktadır.
Böylelerine buradan söyleyeceğimiz şimdilik şudur: Eğer gerçekten teorik tartışma yapmak istiyorsanız, öncelikle biraz değişime ve yeniliğe açık olmanız, ezberi ve dogmatizmi aşmanız gerekir. Yine Önder Abdullah Öcalan’ın kitaplarını iyi okuyup, düşüncesinin gelişim ve değişim diyalektiğini görmeniz gerekir. Bir de eğer tanımak için yaşınız tutmuyorsa Önder Abdullah Öcalan’ı tanıyan büyüklerinize sormanız iyi olur. İşte o zaman, daha 1974 baharında kurulup sonunda kapatılan ADYÖD pratiğinde teorik öncülüğü kimin yaptığını iyi öğrenirsiniz.
Kuşkusuz burada amacımız söz konusu yazılar üzerine değerlendirme yapmak değildir. Zira böyle bir yazıda bunun yapılamayacağı açıktır. Böyle ucuzca Önder Apo övgüsü yapmaya ve birileriyle polemiğe girmeye ihtiyacımız da yoktur. Gündem CHP’nin ve özellikle de yeni Genel Başkanı Özgür Özel’in Kürtlere yönelik son konuşmaları olunca, gerçeğin biraz daha iyi görülebilmesi için bunları kısaca belirtmeye gerek duyulmuştur. Zira hepsinin kaynağı ve anlamı aynıdır: Egemen ulus şovenizmi ve sosyal-şovenizmi! Büyük ulus şovenizmi ve kompleksi!
Oysa özgürlük ve demokrasi mücadelesi oldukça önemli ve anlamlı bir süreçten geçmektedir. Egemen güçlerin baskı ve oyunları her gün daha da artmakta, buna karşı tüm özgürlükçü ve demokratik güçlerin birleşik devrim mücadelesini çok yönlü ve yaratıcı olarak geliştirmesi gerekmektedir. Bu noktada çok ciddi tehlikeler kadar, büyük ve anlamlı imkânlar da söz konusudur. Biraz yenilikçi düşünce, ortak hareket, yaratıcı tarz ve yöntem ile biraz da cesaret ve fedakârlık, tarihi devrimci gelişmelerin yaşanmasına yol açabilir.
Zira 35 yılı bulan Üçüncü Dünya Savaşı, Ortadoğu’da Sykes-Picot anlaşmasının ortaya çıkardığı sistemi yıkmış, bölgede yeni bir sistemin inşa edilme mücadelesi gelişip yayılmıştır. Yine PKK’nin 50 yıllık büyük mücadelesi, söz konusu sistemin adeta tabusu olan ve “Kürt inkârı ve imhasını” içeren zihniyet ve siyaseti parçalayarak, özgür Kürtlüğe dayalı demokratik Ortadoğu’yu inşa etmenin zeminini olgunlaştırmıştır. Bu durumu Önder Apo, “Devrimin negatif-yıkıcı döneminin aşılması, pozitif devrim dönemine geçilmesi” olarak tanımlamıştır.
Kuşkusuz devrimde yaşanan böyle bir değişim, buna göre yeni yaklaşımları ve örgüt-mücadele biçimlerini gerektirmektedir. Söz konusu değişim ve yenilenmeyi zamanında yapma ve bu temelde birleşik devrimci mücadeleyi geliştirme temelinde tarihi öneme sahip büyük gelişmelerin yaratılabileceği açıktır. Bu konuda özgürlükçü ve demokratik güçlerin de en azından egemen sistem kadar arayış ve çaba içinde olması gerekir.
Şimdi bunları gündem yapıp tartışacak ve güncel mücadelenin sorunlarına birlikte çözüm arayacakken, sol ve sosyalist güçlerin yıpratıcı tartışmalar içinde olması, egemen sisteme karşı mücadele yerine adeta birbirine muhalefet eder bir durumu yaşaması anlaşılır ve kabul edilir değildir. Nitekim DEM Parti yönetimi de böyle değerlendirmiş, CHP yönetimini anlayış ve tutumunu gözden geçirerek Barış ve Demokratik Toplum Süreci'ne daha aktif katılmaya çağırmıştır.
Kuşkusuz siyaseten doğru olan tutum budur. Elbette böyle bir politik tutum, yoldaşça teorik eleştiriyi ve ideolojik mücadeleyi dışlamaz. Tersine kendini sosyalist hareket içinde gören güçlerin kendi aralarında yoldaşça tartışma içinde olmaları ortak politik mücadeleyi engellemeyeceği gibi, onu daha da güçlendirir. Geçmişte zayıflamış olan bu kültürün, yaşadığımız tarihi öneme sahip olan bu süreçte yeniden canlandırılması ve sol-sosyalist güçler arasında böyle bir ilişki ve ittifakın geliştirilmesi, bölgede yaşanan yeniden yapılanma sürecinde özgürlükçü ve demokratik güçlerin etkili olmasına ve kazanım sağlamasına yol açacaktır.
