Ortadoğu'da ABD-İran savaşı
Cafer TAR yazdı —
- ABD, ’90 yıllarda Irak’a saldırdığında ABD açısından işler bugünkünden çok kolaydı; o yıllarda Rusya’nın karşı koyabilme kapasitesi çok zayıftı, Çin ise henüz ekonomik olarak bu kadar etkili bir güce dönüşmemişti. Halbuki şimdi işler hiç de o kadar kolay değil; olası bir ABD/İran savaşına ABD, Batılı müttefiklerinin tamamını katmakta çok zorlanır.
Sonunda beklenen oldu ve ABD Merkez Karargâh komutanlığı (CENTCOM) 3 Şubat’ta yaptığı açıklamada Irak ve Suriye içlerinde; İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü ve onunla bağlantılı milis gruplarının kullandığı komuta ve kontrol merkezleri, istihbarat merkezleri, füze, insansız hava aracı ve mühimmat depolarının vurulduğunu açıkladı.
Hatırlarsınız 28 Ocak’ta Suriye-Ürdün sınırında bir ABD üssüne insansız hava aracı ile saldırı düzenlenmiş ve bu saldırıda üç Amerikan askeri yaşamını yitirmiş, onlarcası da yaralanmıştı. Hemen sonrasında ABD bu saldırıdan İran’ı sorumlu tutmuş ve mutlaka karşılık vereceğini kamuoyu ile paylaşmıştı.
Olası misillemenin nasıl olacağı konusunda ABD kamuoyunda birden çok seçenek konuşulmaya başlanmış, Biden yönetimi tutumunu en başından itibaren ortaya koymuş, tercihlerinin bu aşamada doğrudan İran içlerinde bir saldırı olmayacağını, Ortadoğu’da çeşitli ülkelere dağılmış İran’a bağlı güçlere yönelik uzun vadeli bir saldırı kampanyası başlatacaklarını ilan etmişti.
ABD yönetimi 3 Şubat itibariyle dördü Suriye’de, üçü de Irak’ta olmak üzere yedi farklı bölgede seksen beşten fazla hedefin vurulduğunu açıkladı. İkinci aşamada kamuoyu ilgisi “sürecin bundan sonra nasıl işleyeceğine odaklanmış durumda!”
“ABD sadece bir kereliğine belirlediği hedefleri vuracak ve bekleyecek mi; yoksa saldırılarını belirli bir sonucu elde edinceye kadar devam mı ettirecek?”
Örneğin, ABD ve İngiltere Yemen’deki Husiler’e karşı aylar önce başlattıkları saldırıları kesintisiz bir biçimde sürdürmeye devam ediyorlar.
Fakat bütün bu saldırılara rağmen Husilerin lideri Abdulmelik el Husi 31 Ocak’ta yaptığı bir konuşmada “ABD ve İngiltere’nin Yemen’e yönelik saldırıları başarısızdır ve hiçbir etkisi yoktur. Bu saldırlar askeri yeteneklerimizi sınırlamayacaktır. İsrail’in saldırıları durana ve Gazze’deki abluka kalkana kadar da Kızıldeniz ve Aden Körfezi’ndeki saldırılara devam edeceğiz” demişti.
Abdulmelik el Husi belki biraz abartıyor; muhtemelen ABD ve İngiltere tarafından sürdürülen saldırılar Husilere askeri olarak büyük zarar da veriyor; fakat bu zarar Husilerin savaşma iradelerini ortadan kaldıracak kadar büyük olmamalı ki, Husiler hala bölgede askeri ve ticari dengeleri değiştirecek kadar önemli bir güç olmaya devam ediyorlar.
Husiler meselesi ABD’nin başlattığı yeni saldırı kampanyasını anlama ve sonuçlarını ölçme açısından oldukça önemlidir. ABD bölgede İran destekli diğer gruplara karşı da benzer bir saldırı kampanyası başlattı; muhtemelen bu saldırılar söz konusu güçlere büyük zarar verecek, fakat bütün bu saldırılar söz konusu yapıların savaşma iradesini ortadan kaldırmaya yeterli olur mu? İşte bu daha en başından çok tartışmalıdır.
Ortadoğu’da İran yanlısı gruplara yönelik başlatılan saldırıların başlamasından hemen sonra yazılı bir açıklama yapan ABD Başkanı Joe Biden “Saldırılara yanıtımız bugün başladı. Bundan sonra da saldıralar bizim seçtiğimiz zaman ve yerlerde devam edecek. ABD Ortadoğu’da bir savaş istemiyor; ancak bize zarar vermeyi amaçlayan herkes şunu bilsin: Bir Amerikalı’ya zarar verirseniz, karşılık veririz!” dedi.
Joe Biden savaştan ne anlıyor? Bunu çok anlamış değilim. Halbuki olaya bir mesafeden baktığınızda ABD ve İran’ın çok uzun bir süredir savaş halinde olduklarını ve her iki gücün de karşı tarafın iradesini kırmak için yoğun bir mücadele verdiğini hemen görürüz. Husilerle yaşanan çatışmalar, Irak, Suriye ve Lübnan’da başlayan ve en son Gazze’de şiddetlenerek devam eden saldırılar ABD/İran savaşının derinleşerek devam ettiğini gösteriyor.
Sadece savaş henüz İran içlerine yansımış değil; her iki taraf da özenle bundan kaçınıyor. İran’ın geçenlerde uzun menzilli füzelerle yaptığı saldırılar aslında ABD ve İsrail’e göz dağıydı. Bununla İran ABD’ye “eğer sen bana saldırırsan ben de doğrudan elimdeki bütün olanaklarla İsrail’e saldırırım diyor.”
ABD, doksanlı yıllarda Saddam Hüseyin’in Irak’ına saldırdığında ABD açısından işler bugünkünden çok kolaydı; o yıllarda Rusya’nın karşı koyabilme kapasitesi çok zayıftı, Çin ise henüz ekonomik olarak bu kadar etkili bir güce dönüşmemişti. ABD o yıllarda soğuk savaşı bitiren ülke olarak Batılı ülkeleri çok kolay bir araya getirebiliyor, başta Birleşmiş Milletler olmak üzere diğer uluslararası kurumlarda etkili olabiliyordu.
Halbuki şimdi işler hiç de o kadar kolay değil; olası bir ABD/İran savaşına ABD, Batılı müttefiklerinin tamamını katmakta çok zorlanır. Olası bir İran işgali söz konusu bile olamaz; İran öyle dışardan bir ülkenin çok kolay işgal edebileceği bir ülke değildir.
ABD açısından son otuz yılda Ortadoğu bağlamında alınmış en isabetli karar Rojava’da Kürtlerle birlikte çalışmak olmuştur; aksi halde Suriye’nin durumu şimdi çok daha zor olurdu.
Eğer YPG güçleri DAİŞ’i karadan durdurmasaydı; bugün Suriye tamamen DAİŞ’in kontrolünde bir ülke olurdu. Hala aynı tehlike devam ediyor; eğer Kürtler bölgede etkili bir güç olmaya devam edemezlerse, onların yerini sosyolojik olarak İran bile değil, yeniden DAİŞ benzeri selefi yapılar doldurur. Bu noktada hem Suriye rejimi hem de ABD’nin Suriye Demokratik Güçleri ile çalışması kendilerinin lehinedir.
Burada kıssadan hisse şu olmaktadır; bölgede gerici güçlerle iş tutarak istikrar sağlanamaz. Eğer Ortadoğu’da istikrar istiyorsanız tutarlı olacaksınız. Şimdi bütün dünya tam da böyle bir noktaya gelmiştir. Bütün dünya hiç vakit kaybetmeden Kuzey Doğu Suriye Yönetimi’ni tanımalıdır; Ortadoğu’da istikrar ancak Kuzey Doğu Suriye’de ortaya çıkan özgürlükçü iradenin bütün bölgeye yaygınlaştırılması ile olur.