Halkların özgürlük arayışı ve alternatif çözümler

Forum Haberleri —

Demokratik çözüm

Demokratik çözüm

  • Çözüme nasıl ulaşılır ve bunun için gerekli örgütsel dinamizm nasıl oluşturulabilir? Bu soruların cevabına odaklanma yerine, iktidarın negatif politikalarından hareket etmek, çözümsüzlüğü derinleştirerek sorunun kendisi haline gelir.

HASAN HAYRİ ATEŞ

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta yaptığı “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı,” ardından PKK’nin 12. Kongresi’nde alınan fesih kararı ile birlikte yürütülen tartışmalar devam ediyor. Tartışmalarda ortaya çıkan ve salt kaba karşıtlıktan beslenen peşin hükümler, oldukça dikkat çekici. Dolayısıyla bu tartışmalar fikri temelden ve çözüm odaklı olmaktan hayli uzak bir düzlemde seyrediyor.

Özellikle diasporada yaşayan kimi kesimler sorunu salt devlet düzleminde ele almakta, reelpolitiğe uygun çözümlere kapıları kapatmaktalar. Bu da sorunun zamanın gerçeklerine uygun farklı perspektiflerden tartışılmasını sekteye uğratarak, kutuplaşmaya neden olmaktadır. “Devlet” söylemi üzerinden ortamı kutuplaştıranların iddiası ise, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Kürtleri devlet sahibi olmaktan vazgeçmeye zorladığıdır.

Doğrusu bu yaklaşım, çok kimlikli coğrafyalarda farklı alternatiflerin sorunun çözümünde birer seçenek olup olamayacaklarını tartışma dışı bırakarak, çözümsüzlükte ısrar etmektedir. Daryush Shayegan’nın Jacques Berque aktardığı şu söz, bu sekter yaklaşımların özeti gibidir: "Her bir sözcüğünün sonu Tanrı'ya varan Arap dili, gerçeği kavramak için değil, örtmek için doğmuştur."[1]

Açık ki, Kürtler adına konuşan diasporadaki kimi kesimler, her sözcüklerinde salt devlete vurgu yaparak, içinde bulunulan koşullara uygun farklı çözümlerin üstünü örtmekteler. Üstelik “devlet” olgusuna kutsiyet atfeden bu çevrelerin çok önemli bir kesimi İsviçre gibi bir konfederasyon ülkesinde yaşamaktalar. Bu konfederasyon ülkesinin temelinin komünler ve kantonlara dayandığı bilinen bir durum.

Salt İsviçre örneği üzerinden bakıldığında bile, farklı toplulukların bir arada eşit, özgür ve barış içinde yaşayabilecekleri deneyimlerden öğrenilecek çok şey olduğu açıktır.

Bu bağlamda İsviçre örneği gerek dört parça Kürdistan’ı sömürgeleştiren ulus- devletlerin yaşadıkları, gerekse Ortadoğu’da aynı sorunların kronikleşerek sonsuz bir döngüye dönüşmesine karşı önemli bir alternatiftir.

Çok kimlikli ve çok kültürlü coğrafyalarda ulus devletçi modellerin neden çözüm olmadığını, güncelde en yalın haliyle Suriye üzerinden okuyabiliriz.

Suriye’de BAAS’çı rejim çöktü, merkezi iktidar el değiştirdi. Elbette eski sistemi yeni sahipleriyle ancak eski ulus- devletçi paradigma ile kurmak, yenilenme ve değişim değil. Ülkede gerçeklik tümden değişmişken, Şam’da iktidara yerleşen HTŞ’nin kafası, eskiyi aratacak bir tasavvura sahip. Farklılıkların temsili ve özerklik hakkını yok sayan bu zihniyette ısrar, istense de istenmese de zamanla eskisinden çok daha tehlikeli şekilde Suriye’yi kırıp geçirecek gelişmelere gebe.

O halde nasıl bir çözüm Suriye’nin çoklu etnik ve inanç yapısını bir arada, barış içinde adil ve demokratik bir yaşama kavuşturabilir?

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, yaşanan tarihsel çözümsüzlüğü farklı bir perspektifle ele alarak, yeni bir yol açmaya çalıştığını söylüyor. Bu çerçevede, “Demokratik Ulus” diye formüle ettiği önermeleriyle, bilinegelen çözümlerin haricinde bir çözüm önerisinde bulunuyor.

Öcalan’ın önermelerinden anladığımız şu ki, “demokratik ulus” temelli çözümde öncelikli muhatap, toplum ve örgütlü yapılarıdır. Yani öncelikle toplumun, örgütlü yapılar vasıtasıyla bu yeni çözüm yöntemine ikna edilmesidir. Buna göre aynı ülkede bir arada yaşayanlar, çıkarları ve huzurlarının birbirine tümden bağlı olduğu gerçeğini kabul etmelidir. Eğer aynı toprak parçası üzerinde biri acı çekerse, diğeri de huzur içinde olamaz gerçeğinde birleşmelidir. Bu, farklılıkları bir kimliğin potasında eritmek isteyen tekçi, merkeziyetçi rejimin antitezidir. Bu temelde çözüm iradesi yukarıdan değil, öncelikle aşağıdan geliştirilmek durumunda. Ancak aşağıdan gelişecek bu değişim dinamiği yukarıyı “demokratik ulus” çözümüne zorlayabilir.

Kimi Kürt çevrelerine göre Öcalan gerek Suriye, gerek Türkiye, gerekse bir bütün Ortadoğu için ortaya koyduğu bu görüşleriyle ulusal sorunların çözümünden uzaklaşmıştır. Bunların aksine ulusalcı Türk çevreleri de onun görüşlerini tekçi merkeziyetçi ulus- devletin temelerine yerleştirilmek istenen dinamit olarak görmektedir.

Bu her iki farklı ama özünde aynı olan anlayışa göre çözümün reçetesi çok evvelden yazılmıştır. Her şey, değişmez bir yazgı gibi belirlenmiş bu reçeteye göre olmalıdır. Buna göre başta Kürtler olmak üzerek her halk ve topluluk kendi devletini kurmalıdır. Tersinden aynı zihin kodlarına sahip olanlara göre de, tüm farklılıklar kendilerini yok sayarak Şam’da iktidarı ele geçiren cihadistlerin temsil ettiği merkezi ulus- devlete teslim olmalıdır.

Evet, bu her iki yaklaşım da, ulus- devleti tüm sorunların çözümünün panzehiri görmekte ve bu yapıyı mitoslaştırarak, ezel ebed tüm zamanların değişmez çözüm reçetesi gibi sunmaktadır. Oysa bunun, kendini sonsuza kadar tekrarlayan ve çoğulcu coğrafyalarda çözüm üretmeyerek süreğen bir yık-yap ikileminde debelenmekten başka bir anlam taşımadığı, yaşananlarla ispatlıdır.

Milan Kundera’nın sözleri ile belirtmek gerekirse: “Ebedi Dönüş düşüncesinde gizemli bir yan vardır. Düşünün bir kere, her şey tıpkı ilk yaşandığı biçimiyle yineleniyor ve yinelenmenin kendisi de sonsuza kadar koşuluyla yineleniyor!”[2]

Evet, Suriye’de merkezi iktidarı ellerinde tutanlar değişti ancak zihniyet değişmedi. Bu durumda sorunların ilk yaşandığı biçimiyle sonsuza kadar yineleneceği gerçeği orta yerde duruyor. İşte önemli olan bu kısır döngüden kurtularak tüm halkları, kültürleri ve inançları bir arada barış içinde yaşatacak bir yol açmadır. Aynı şey Türkiye için de geçerlidir.

Türkiye’nin coğrafik olarak demografisi son kırk elli yılda çok temelden değişime uğradı. Bugün Kürtlerin neredeyse yarısı Kürdistan dışında yaşıyor. Aynı şeyi Kürt ve Türkmen Aleviler çok daha sarsıcı yaşadı. Aleviler neredeyse tümden tarihsel coğrafyalarından koptu. Bütün mesele iç içe geçmiş halkların, kütürlerin ve inançların tanınması ve özgürlükçü demokratik çoğulcu bir sistemin inşasıdır. Bunun nasıl olacağı, biline gelen reçete çözümlerle olmayacağı çok açıktır. Bilinen reçete çözümler tüm kesimler için çatışmanın sonsuza kadar yinelenmesidir.

Buna karşı Öcalan’ın çağrısı ve PKK’nin feshi ile başlayan süreç, yaşanan çıkmazı aşmak için, önemli bir fırsat sunuyor. Fakat ortaya çıkan bu duruma tüm önyargı ve şartlanmışlıklar dışında bakmadan, gerekli sonuçları çıkarmak mümkün olmaz. Salt iktidar cephesinin tutumu üzerinden ele alındığı sürece, bir çözüme ulaşmak kolay olmayacak. Dolayısıyla bu durumda iktidar cephesinin ne yaptığı ve ne yapacağından çok, demokratik güçlerin ne yapacağı başat önemdedir. Özgürlükçü, demokratik ve adil bir çözümün geliştirilmesi görevi ve iktidarın buna zorlanması esas alınmadığında bir değişim iddiası ortaya konulamaz.

Bu bağlamda önemli sorunların olduğu bir realite. Çözüme nasıl ulaşılır ve bunun için gerekli örgütsel dinamizm nasıl oluşturulabilir?

Bu soruların cevabına odaklanma yerine, iktidarın negatif politikalarından hareket etmek, çözümsüzlüğü derinleştirerek sorunun kendisi haline gelir. Sığ bir görüşün mutlaklığı ve benmerkezci yaklaşımıyla kesin çıkarımlarda bulunmak, bir kayanın asla kırılamayacağını, yontulamayacağını, şekil biçim alarak farklı bir form kazanamayacağında ısrar olur. Evet, kaya kendiliğinden değişime uğramaz. Fakat gerekli koşullar ve dinamikler oluştuğunda granitte, bazaltta farklı bir formla insanlığın hizmetine sokulmuş olur.

[1] Daryush Shayegan-Yaralı Bilinç

[2] Milan Kundera-Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.