HDP biter mi?

Metin YEĞİN yazdı —

  • Her gün, kesintisiz HDP’ye karşı bir operasyon hali yaşanıyor. O kadar sıradan ki, şöyle üçüncü sayfada, köşede bucakta bile haber yapılması pek gerekmiyor. Dijital gazetelerin, sanal evrenleri için bile, bu yer pek yokmuş gibi genellikle.

Bir kara komedi hikaye vardı. İki çocuk savaşın ortasında, bombardımandan yıkılmış Berlin’de sokakta yürüyorlar. Birini hıçkırık tutuyor. Sonra dönüp yanındaki arkadaşına; ‘Beni korkutsana. Hıçkırığım geçsin’…

Her gün, kesintisiz HDP’ye karşı bir operasyon hali yaşanıyor. O kadar sıradan ki, şöyle üçüncü sayfada, köşede bucakta bile haber yapılması pek gerekmiyor. Dijital gazetelerin, sanal evrenleri için bile, bu yer pek yokmuş gibi genellikle. Olağan şüpheli HDP’liler, olağan gözaltı ve mutat oranda tutuklamalarla, demokrasiye sıfır tolerans haline maruz kalıyorlar sürekli.

Bu ötekileştirme, sadece iktidardan da ibaret değil. Analı kuzulu muhalefet de yerli ve milli bu hassasiyetlere karşı terazi burcu duygusallığıyla ya hiç ses çıkarmıyor ya da sadece sessizce ağzını açıp, kapatıyor ki uzaktan gören muhalefet yapıyor sansın.

Ayrıca bir şeyler söylese de sesi o kadar çirkin ki bazen marş söyler gibi yapması, ağzını uygun adımlara uygun olarak, sadece açıp kapatması bile ehven…

Ve şer dediğin, zaten hemen eşik üzerinde uyuyor.

Halbuki çok eski bir cezaevi olan Toptaşı Cezaevi’nin, ikinci koğuşunda duvarda yazıyordu; ‘Zaman ne kadar zalim olursa olsun, geçmeye mahkum’ diye. -Duvar yumuşak da olsa, derince kazılarak yazılmıştı ve çok muhtemel, bir teneke salça konserve kutusundan ezilerek yapılmış bir bıçakla-

Yazının buraya kadar olanını, pek yapmadığım bir şekilde, üç gün önce yazmıştım. Başka türlü devam edecek, akacaktı yazı ama yapılan ‘operasyon’ sonuçlarıyla beraber, var olan karanlık, daha da ışıksız kaldı. Ne zaman ki artık bundan da beter olamaz, her yer zifiri karanlık dedikçe, -şaşkın bir körlük altında- her şey daha da derin, bir koyuya dönüşüyor, kuyuya düşüyor. 

Yazının başında anlattığım kısa hikayedeki, yıkılmış bir kentin sokaklarında dolaşan iki çocuk gibiyiz ve çokuz. Ne yazık ki birbirimiz korkutacak bir şeyimiz de pek kalmadı geriye. İşin kötüsü korkmayı unutmak bir cesaret işi değil, günlük ve sıradan olanın, rutin bir karşılaşması. Kötülük köşe başında iş tutuyor, ahlaki sefalet, zengin malı mülkü gibi, sadece var değil, bir de parlatılmış bir temaşa halinde, suskunluk bir yara gibi kanıyor içimize ve günler yetmiyor bize ama geçip gitmesini istiyoruz bir an önce…

Yoksa bir eski cezaevi duvarına, teneke bir bıçakla kazınmış, özlü bir söze sığınmaktan başka umudumuz kalmadı mı?  

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.