Her şey 35 yıl önce başladı

  • Köyünden 1984’te zorla göç ettirilen ve götürüldüğü karakolda 10 günde 12 dişi penseyle çekilen Mehmet Emin Başaran, 35 yıldır işkence, baskı ve tutuklamalarla kentten kente göç ediyor. Başaran, şimdi ağır hasta tutsak oğlu İdris için mücadele ediyor. 

 

Türk devleti, Kürt sorununu savaşla çözme anlayışı olarak 1984’ten sonra 4 bin köyü boşalttı, 17 bin 500 cinayet işleyerek ’faili meçhul’ diye kodladı, 3 milyon kişiyi zorla yerinden etti. Bu dönemde boşaltılan köylerden biri de Siirt’in Pervari ilçesine bağlı Îrkend’di (Erkent). Köy halkından Mehmet Emin Başaran, 1986’da evine yapılan baskınla gözaltına alındı ve karakolda 10 gün boyunca işkence gördü. Antepli Mustafa adında bir astsubay tarafından 12 dişi pense ile çekilen Başaran, 35 yıldır baskı, işkence ve göçten kurtulamadı.

Başaran, yaşadıklarını MA’dan Mehmet Aslan’a anlattı. Gördüğü işkence sırasında annesinin ve oğlu İdris’in karakola geldiğini; astsubay tarafından hakarete maruz kaldığını anlatan Başaran, “Astsubay Mustafa, anneme ve oğluma, ‘Sizin oğlunuz gitti artık, onu bir daha göremeyeceksiniz’ dedi. Ben o arada askıda ağzım kanlar içinde baygın haldeyim. Daha sonra 1988’de devlet beni zorla köyden çıkardı. Oradan ayrılıp Adana’ya gittim. Oğlum İdris gördüğüm işkence sonucu dağa gitti. O gittikten sonra baskılar daha da arttı” dedi. 

İki oğlu ile aynı koğuşta

 Oğlu İdris’in 1994’te çıkan bir çatışmada yaralandığını, ardından Adana’ya geldiğini belirten Başaran, “Bizim gelişinden haberimiz yoktu. Biz cezaevindeyken bir gün gözaltına alındığını öğrendik. O da Adana Emniyeti’nde 21 gün gözaltına kaldı. Daha sonra Kürkçüler Cezaevi’ne götürdüler, oradan da bizim yanımıza getirdiler. Oğullarım İdris ve Lokman ile aynı koğuşta kalıyordum. Daha sonra Lokman 7 ay içinde tahliye oldu. Ben de bir buçuk yıl kaldıktan sonra tahliye oldum. İdris ise kaldı” diye konuştu.

Adana’dan İstanbul’a

Daha önce cezaevine girdiği dosyadan ceza aldığını ve eve gelen polisin karakola çağırdığını dile getiren Başaran, şunları ifade etti: “Gece olur olmaz eşim, kızım Mizgin ve oğlum Apo ile çıkıp İstanbul’a kaçtık. Burada 17 gün boyunca çocuklarımla dışarıda, parkta kaldık. Daha sonra tanıdıklar aracılığıyla kendimize bir yer bulduk. Hemen ertesinde Adana’da kalan oğlum Lokman, Mersin’de gözaltına alındı. O aralar buradan bir tanıdığımız Adana’ya gidiyordu. Diğer çocuklarım ve iki gelinim hala Adana’da kalıyordu. O tanıdığıma çocuklarımı ve evimi getirmesini istedim. Üç gün boyunca evin yanına dahi yaklaşamamış. Ardından çocuklarımı alıp getirdi. Burada Batmanlı bir tanıdık vardı, evimi alıp onlara götürdüm.” 

İstanbul’da da baskılar

 Polis baskılarından dolayı göç ettiği İstanbul’da rahat yüzünü görmediğini anlatan Başaran, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bir müddet dayandım ama ardından Silivri’ye gittim. Orada bir çiftlikte kalıyordum. İki ayın ardından bir gün oranın muhtarı, karakol komutanı ve askerler yanıma geldi. Orada kalmamı istemediler. Ev eşyalarımın ancak yarısını alabildim, döndüm tekrardan İstanbul’a, Ümraniye’ye gittim. Daha eşyalarımı indirir indirmez polisler arabanın etrafını sardı. Silivri’den takip etmeye başlamışlardı. O gece dışarıda kaldım. Sabah eşyalarımı alıp Fatih’e geldim. Orada bir tandık beni alıp Büyükçekmece’de bulunan bir çiftliğe yerleştirdi. 18 gün orada kaldık. Ardından oradan da çıkıp Yenibosna’ya gelip bir bodrum katında ev tutuk.” 

Bedenini ateşe verdi

 Aynı dönemlerde Öcalan’ın Türkiye getirildiğini ve bundan ötürü bir gün oğlu İdris’in cezaevinde bedenini ateşe verdiğini duyduğunu ifade eden Başaran, devamla şöyle konuştu: “Konya Cezaevi’nden Kürkçüler, oradan da Ceyhan’a götürmüştüler. Bedenini de Ceyhan’da ateşe vermişti. Kendini yaktığı gece arkadaşları erken fark edip hemen müdahale ediyorlar. Oğlum Lokman’da aynı koğuşta kalıyordu. Tabii, oğlum sabah uyandığında İdris’i soruyor ama arkadaşları ona durumu söylemiyor. Ondan sonra İdris’i Siirt’e oradan da Muş’a sürdüler. Bir buçuk yıl orada kaldı. Daha sonra Kürkçüler oradan da Mersin Silifke’ye sürdüler. Orada da 4,5 yıl kaldı, Kürkçüler’e tekrar geri götürdüler. Oradayken bir gün görüşüne gittim. Kapalı görüş esnasında gardiyanlar gelip onu alıp gittiler. İçeride ona işkence yapıyorlardı. İşkence gördüğüne dair sesler geliyordu. O gün ringe atıp Çankırı’ya götürdüler. Orada da 8-9 ay kaldı, ardından Kandıra’ya. Burada da dört yıl kaldı. Sonrasında Bandırma’ya götürdüler. Orada da bir müddet kaldıktan sonra Bursa’ya. Yaklaşık dört yıldır Bursa’da.” 

Ağır hasta tutsak

 Oğlu İdris’in yaklaşık 27 yıldır cezaevinde olduğuna dikkat çeken Başaran, oğlunun 2012, 2014 ve 2015 yıllarında üç kere kalp anjiyosu olduğunu söyledi. Oğlunun ayrıca mide, KOAH, bağırsak, epilepsi, astım, guatr, bel ve boyun fıtığı hastası olduğunu kaydeden Başaran, “Buna rağmen ciddi bir tedavi görmedi, üzerinde yoğun bir baskı var. Bir gün diş doktoruna götürdükleri sırada hastane de bir astsubay, ‘tek kemiği sağlam kalmasın’ diye askerlere emir veriyor. Askerler de işkence uyguluyor. Gittim işkence belgelerini toplayıp mahkemeye verdim ama bir şey çıkmadı. Hastaneden sonra 20 gün boyunca hücrede tek başına tutuyorlar. Ondan sonra üç ay görüş yasağı verdiler. İki gün önce beni aradı, durumun aynı olduğunu söyledi. Tedavi etmiyorlar, sadece ağrı kesici veriyorlar. Şu an 12 kişi koğuşta kalıyorlar. Tedavileri yapılmıyor. Baskı var üstünde. Polisler dışarıdan gelip koğuşta arama yapıyorlar. Eşyaları dağıtıp el koyuyor. En son salgın sürecinde bile dışarıdan polisler gidip İdris’i tehdit etmişler. ‘Buradan git, burada kalma, sevkini iste’ diyorlar. Radyolarına el koymuşlar” şeklinde konuştu.

35 yıldır hiç durmadı

 35 yıl boyunca her türlü baskı, zulüm ve işkence gördüğünün altını çizen Başaran, şunları dile getirdi: “Bu baskı ve zulüm genel olarak tüm Kürt halkı üzerinde yaşanıyor. Kim olursa olsun, Kürt olduğunu söylediği gibi düşman olarak görülüyor. 1986 yıllından bu güne baskı, işkence ve tehdit altındayız. Hala sokaktan bir polis arabası geçtiğinde bizim için geldiklerini düşünüyoruz. 6 ay içinde iki ekip eve baskın yaptılar. Oğlumun evini de bastılar. Onlar kendileri gelip, ‘Hayret geliyoruz bir şey bulamıyoruz’ deyip gidiyorlar. En son baskın yaptıklarında tutanak tutup imzalamamı istediler. Ben de onlara, ‘Evde bulanan çocukları, kadınları yüzüstü yere yatırdığınızı, kelepçelediğinizi de yazdınız mı?’ diye sordum. Yok dediler. Ben o zaman tutanağı imzalamam dedim.”

Bütün bunlara karşı tek bir isteğinin olduğunu dile getiren Başaran, sözlerini şöyle tamamladı: “O da Kürtlerin birbirine sahip çıkmasıdır. Bu, aynı zamanda bizim için varlık, yokluk meselesidir. Tansu Çiller gelip ‘Ya bitecek ya bitecek’ dedi. Biz birlik olduk o bitti, biz kaldık. Birbirimize sahip çıkarsak bitmeyeceğiz.”   İSTANBUL

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.