‘Horasan’da bir Hacı Bektaş yok’
Toplum/Yaşam Haberleri —
- Sosyal Antropolog Hasan Harmancı, Hacı Bektaş Veli’nin doğduğu iddia edilen Horasan’daki Nişabur şehrine bağlı Fuşencan köyünde yaptığı gözlemleri anlattı: “Bölgede yakın dönemde bir Hacı Bektaş Veli mitosu oluşturma çabası söz konusu. Orada bir Hacı Bektaş yok maalesef. Bulamadık.”
- “Köye gittiğimizde birkaç kişiye Hacı Bektaş’ı sorduk; köylüler bilmediklerini söyleyince şaşırdık. Hacı Bektaş Veli’yi ne kadar süredir tanıyorsunuz sorusuna ‘son 5-6 yıldır tanıyoruz’ cevabı verdiler. Türkiye’den gelenlerden öğrendiklerini söylediler. Doğrusu işin içinde kurgu var.”
- “Üstelik Hacı Bektaş bizde Türk kimlikli biri olarak geçer. Fuşencan ise bir Kürt köyü. Yakınlarında Türk yok. Köylüler 40 kilometre ötesinde Moğol ve Türkistanlılara ait iki köy olduğunu söylüyor. Onların da Nişabur ile ilişkileri yok. İşin içerisinde toplum mühendisliği söz konusu”
ERSİN ÖZGÜL/PİRHA
Türkiye’deki farklı etnik kimlikten Kızılbaş, Tahtacı, Türkmen, Çepni ve Arap Alevilerin neredeyse tamamı Horasan’dan geldik diyorlar. Bunun gerçekliğini ise pek araştıran olmadı. Öte yandan Horasan’dan sadece gelen olmamıştı, giden de olmuştu.
Yine başka bir klişe de Horasan’dan gelenlerin Orta Asyalı Türk olduğuydu. Oysa yapılan alan çalışmaları ve tarihsel kaynaklar bunun hiç böyle olmadığını gösteriyor. Horasan’dan Anadolu’ya, örneğin Dersim ve çevresine yerleşen Alevilerin hemen tamamının Kürt/Zaza (Kurmanc-Kırmanc/Kırmançki) oldukları, dahası sadece Alevi olmadıkları, Sünni ve Şafii Kürtlerin de bu göç yollarına düşürüldüğü/düştüğü görülüyor.
Aleviliği Sünnileştirme/Şialaştırma, Aleviliğin tüm bileşenleri olan farklı etnik kimlikleri Türkleştirme, tarihsel alt yapısının olmadığı, bir çarpıtma ve asimilasyon ile egemen tarih anlayışı oluşturmak istendiği biliniyor.
Bununla birlikte Aleviler için tarihsel-toplumsal ve inançsal yönden güçlü karakterler ve yol önderlerine resmi ideolojinin yeni kimlik kazandırma girişimleri, baskın inanç içerisinde dönüştürme yani Türk-İslam anlayışına uygun profil çıkartma faaliyetleri sürüyor.
2017 yılından bu yana İran’ giderek saha çalışmaları yapan Sosyal Antropolog Hasan Harmancı‘nın da içerinde bulunduğu grubun en son durağı Horasan oldu.
Hacı Bektaş Veli’nin doğduğu köy olarak anlatılan Nişabur şehrinin Fuşencan köyünde saha çalışması yapan Harmancı, resmi tarihin işaret ettiği bu yerde bir Hacı Bektaş Veli ile karşılaşamadığını kaydetti.
Horasan bölgesindeki Aleviler ve bunun Hacı Bektaş ile ilişkisini yerinde incelediniz. Hacı Bektaş Veli ve Horasan anlatımı tüm Alevi sürekleri arasında biliniyor. Gittiğiniz köyün karakteri nasıldı? Nasıl bir gözlem yaptınız?
Hacı Bektaşı görmek, onun doğduğu topraklara yüz sürmek hepimizin elbette isteğidir. Ben her ne kadar sosyal antropolog olsam da bizim için erenlerimiz, bilgelerimiz saygı duyduğumuz, niyaz etmek istediğimiz kimliklerdir. Yolculuğumuzu Hacı Bektaş Veli’nin doğduğu yer olarak ifade edilen Nişabur Fuşencan’a çevirdik. Türkiye’de olduğu gibi orada da bizi Hacı Bektaş’a yönlendiren tabelalar var. Fuşencan, yarı şehirleşmeye başlamış Türkiye’deki bir taşra kasabası olarak hesap alınacak bir yer. Köyün içerisinde Hacı Bektaş’ın doğduğu eve gitmeyi belirten bir tabela yok. İnsanlara sorduğumuzda ise çok sıradan bir şekilde ‘bu taraf, şu taraf’ gibisinden öylesine yön gösterdiler. Halbuki İran toplumu öyle değildir; çaya veya yemeğe davet eder, dinlenmek için sizi ağırlar ve böyle yapar. İki araç ile gittik ve hepimiz köyün sınırları içerisinde farklı yerlerde tarif edilen yeri arıyoruz. Bir süre sonra yeri bulduk.
Nasıl bir yapı ile karşılaştınız?
Önüne kadar vardığımızda İngilizce, Türkçe ve Farsça tabelayı merak ettim. Hacı Bektaş Dergahı gibi bir ifade kullandıklarını söylüyorlar ama böyle bir şey söz konusu değil, neden dergah desinler ki? Sonrasında alan ile ilgilemeye başladık. Alanda, benim çalışmalarımla da ilişkili olan yüzey araştırması yaptık. Toprakta ne çıktı, hangi malzemeleri kullanmışlar, temel yapısı nasıldır, bina neyin üzerine kurulmuş bunlara bakıyoruz. Tamamen temel kalmış, içerisinde toprak yapılı devşirme taşlar kullanılmış. Hacı Bektaş dediğinizde sonuçta dönemin hükümdarının oğlu ve zengin bir ailede doğmasını bekliyorsunuz veya binası kalıcı olan bir şehir evinden bahsediyoruz.
Nişabur şehrinin bir dönem başkent olduğu gerçekliği var. Dönemin bir hükümdarının oğlu olarak doğduğu evin böyle birkaç odadan oluşması nasıl açıklanabilir?
Evet. Hacı Bektaş bir hükümdarın oğlu olarak doğmuş. Doğal olarak ben toprağın bütününe baktığım gibi oradaki diğer yapılarla karşılaştırma yapmak istiyorum. Bir orası çıkarılmış ve başka bir yapı yok. Diğer yapılar daha da aşağıda mı kalmış, çıkarılmamış mı diye düşündüm ama bölgede tarım yapılmaya başlanmış. Bölge eski Nişabur şehri yani başkent olarak geçiyor ve orada arkeolojik kalıntı olmak zorunda. En azından SİT bölgesi ilan edilir. Bu uluslararası bir durum ve UNESCO çerçevesinde SİT bölgesi olması gerekiyor. Ancak böyle bir şey de yok. Hacı Bektaş Veli’ye ait herhangi bir kalıntı veya arkeolojik veriyi güçlendirecek bir veriyle karşılaşmadık.
Peki köylüler Hacı Bektaş Veli’yi biliyorlar mı? Onlar için de toplumsal bir kişilik olarak yaşamlarında yer alıyor mu?
Böyle olunca beraber gittiğimiz canlara köye giderek daha fazla veriyle karşılaşmayı, onları değerlendirerek genel bir fotoğraf çektik. Köye gittiğimizde birkaç kişiye Hacı Bektaş’ı sorduk; köylüler bilmediklerini söyleyince çok şaşırdık. Hemen diplerinde Hacı Bektaş’ın doğduğu söylenen ev var ama Hacıbektaş’tan bihaberler. Biz yaşlarda birine yönlendirdiler. Heyecanla ‘Hacı Bektaş sizin için kimdir, burada ne kadar yaşamış’ biçiminde sorular sormaya başladık. Sorularımıza bizim kitabi bilgilerden bildiğimiz, internetten taradığınızda çıkacak cevaplar vermeleri beni şaşırttı. Bizden farklı bilgiye sahip olmamaları nasıl olabilir? Böyle olunca Hacı Bektaş Veli’yi ne kadar süredir tanıyorsunuz sorusuna ise ‘son 5-6 yıldır tanıyoruz’ cevabı verdiler. Hacı Bektaş Veli’yi oraya gelip gidenlerden öğrendiklerini söylediler. İran’da Nişabur bölgesi, Meşed, İmam Rıza Türbesi ve Hacı Bektaş’ı, doğduğu yer turizm güzergahlarının içerisine konulmuş ve böyle açıklamalar var. Anlıyoruz ki işin içerisinde bir kurgu var. ‘Burayı nasıl keşfettiler’ diye sorduğumuzda ‘Türkiye’den bir otobüsle gelen bir grup ellerindeki haritalardan bu yerin Hacı Bektaş Veli’nin doğduğu ev olduklarını söylediler’ diye aktardılar. Onlar da bu duruma şaşırmışlar. Hacı Bektaş ile ilgili bilgileri o köylülerin de sonradan öğrendiğini, onu tanımadıklarını sonradan öğrendik. Bizim birinci şokumuz bu oldu.
Hacı Bektaş Veli’nin doğduğu ve burada çokça keramet gösterdiği söylendiği bölgede bilinmemesi yani bir kimlik kazanmaması sizce normal midir?
Sonrasında detaylı konuştuğumuzda bölge halkının Hacı Bektaş Veli ile ilgili hiçbir bilgilerinin olmadığı ortaya çıkıyor. Bahsedilen bu yer de Hacı Bektaş’a ait çıkmıyor. Yerel belediye bunun böyle olmadığını düşünerek Hacı Bektaş tabelasını o yüzden kaldırmış. 7-8 ayrı duvarı olan, 90 metrekare devşirme bir binanın temelleri var. Orada görüştüğümüz kişi, ’Hoca’nın evi olarak gösterilen ev burası değil aslında başka bir yer’ dedi. Bahsettiği yer ise köy içerisinde kalan bir yer. O kişi, ‘Hoca’ diye adlandırılan birinden bahsediyor, Hacı Bektaş ise bambaşka bir şey. Hacı, Hace, Hoca karışabilir ama onun kafasındaki hoca bizzat imamlık yapmış olan kişi. Hacı Bektaş Veli, Alevi camiasında bir cami hocası olarak bilinmiyor. Yoksa cami imamı olsa Anadolu’ya geldiğinde ünlenir, devletlerin modelleri içerisinde böyle bir kimlik edinirdi.
Bölgede yani Nişanur’da çeşitli tarihlerde yaşamış birçok sanatçıya, bilim insanına, şaire bir kimlik kazandıran, değer biçen İranlı topluluklar, neden Hacı Bektaş Veli’ye bir kimlik kazandırmamış?
Hacı Bektaş Veli’nin bölgede bilinmemesine dair şaşkınlığımın temel nedenlerinden biri de şu: Elimizdeki Makalat’ta (Hacı Bektaş’ın yazdığı söylenen kitap) bize aktarıldığı kadarıyla Nişabur’da yaşadığı sürede çok önemli kerametleri var. Bu kerametleri sahiplenip sahiplenmemek ayrı bir şey. Ama doğduğu yerin, kerametinde güçlü olduğu yer olması gerekiyor. Örneğin Dersim’e Düzgün Baba ile ilgili bir kerametle giderseniz herkesin ona niyaz ettiğini ve bunu geliştirdiğini görürüz. Yine Denizli’de Sarı İsmail Türbesine gidin aynısını görürsünüz. Önünde bir ağaç vardır ve kimse dalını koparmaz. Bunu kerametlere bağlarlar ve bu yüzden büyümüştür. Toplum onu sahiplenmiş bir pozisyondadır.
Hacı Bektaş Veli’nin piri Lokman Perende kendisini Kur’an okuduğunda gördüğünde, ‘Bektaş sen bunu tek başına nasıl okuyorsun’ dediğinde ise Hacı Bektaş, ‘Bir yanımda Ali bir yanımda Muhammed onlar bana öğretiyor’ diyor. Lokman Perende ile konulan bir keramet. Böyle bir ifade içerisinde Hacı Bektaş Veli’nin bu topraklarda bilinmemesi bana mümkün gelmiyor. Lokman Perende o dönem öğrencilere ders verdiği yerde Hacı Bektaş’tan gidip su getirmesini istiyor. Hacı Bektaş ise ‘neden buradan su çıkarmıyoruz da uzaktan getiriyoruz’ dediğinde Lokman Perende, ‘bunu ancak sen yapabilirsin’ deyince o dönem anlatımlarına göre Hacı Bektaş gülbenk/dua okuyup tapşırdığında (istemek, dilemek, yetiştirmek) koca bir pınar çıkıyor. Bu pınar şimdi unutulabilir mi? Bu aynen Munzur Gözelerini unutmak gibi olur. Nişabur gibi başkentin yanı başındaki çölün ortasındaki susuz bir şehirde bu suyun kimin çıkardığının unutulması düşünülebilir mi? Bu, kerametin sadece bize ait olduğu gösteriyor. Böyle bir şey yaşanmadığı gibi keramete bağlı herhangi bir kaynaktan da bahsedilmiyor.
Feridüttün Attar gibi hala okunulması gereken bir yazara, Ömer Hayyam gibi bu iki kimliğe İranlı topluluklar çok önem veriyor. Bu iki kimlik ve daha çokça sanatçı Nişabur’da ortaya çıkmış. Ömer Hayyam aynı zamanda bir bilim insanı, matematikçi ve gökyüzü çalışmaları yapmış. Aynı zamanda rubaileri değerli. Mezarı uzun zaman kayıp kalmış ve önem verilmemiş. Ama sonradan bunlar değerli olarak görülmüş. Hacı Bektaş Veli bu kimlikleri ve değerleri olmasına rağmen orada bununla ilgili hiçbir şey yapılmamış. Üstüne üstlük yeni keşfedilmiş gibi; anlıyoruz ki yeni dönemin belgelerine göre yaratılmış bu. Anlıyoruz ki gerçekte Hacı Bektaş Veli orada bulunmamış. Bulunmuş ise toplum buna neden önem, değer vermesin? Neden kendisine ait bir bilgeyi, onların deyimiyle keramet ehli olmuş bir hocaya değer vermesin?