İktidarın azap yüzü: Hapishaneler ve hasta-tutsaklar

  • Guantanamo ve 12 Eylül Diyarbakır hapishane sistemleri bedensel azap çektirme yoluyla ehlileştirmenin, diğer yandan, İmralı Hapishane Sistemi ise tinsel anlamda ehlileştirmenin mekanı olarak düşünülmeli. 

CEMAL SARI

 

Azap çektirme, ceza sistemlerinin ortaya çıktığı günden bu yana ceza olgusunun esas kaynağını oluşturmuştur. Kapatılma biçimine geçiş sağlanmadan önce, mahkum edilene yönelik doğrudan ölüm cezası belki de en hafif cezalardan biri olmuştur. Ölüm evresine gelmeden evvel bedenine türlü eziyetler çektirilerek onun bir anlamda işlediği suçtan arındırıldığına inanılmıştır. Vücudunun parçalanması, herhangi bir organının kesilmesi, yakma vb. ceza türleri, mahkum edilen kişinin ölümüne giden yolda ona maksimum acıyı çektirmeyi amaçlayan cezaların başında gelmiştir. Bu aynı zamanda toplum tarafından cezalandırılan kişinin seyredilmesine sebep olan bir eğlence ve aynı zamanda izleyenlerin ibret alması için düzenlenen bir gösteri halini almıştır.

Fiziksel olarak acı çektirmeye dayanan ceza biçimleri en nihayetinde kapatılmaya dönüşmüştür. Bu ceza biçimi, işkencenin daha uzun soluklu ve daha geniş zamana yayılmasına yol açmıştır. Michel Foucault’nun Hapishane’nin Doğuşu adlı kitabında belirtildiği üzere, 18-19. yüzyıllarda azap çektirmeye dayanan, bedene yönelik vahşi uygulamalar Avrupa’da yavaş yavaş ortadan kalkmıştır. Bunun yerine insanların belirli bir mekana kapatılarak cezalandırılmasına dayanan bir ceza sistemi ortaya çıkmıştır. Daha öncesinde yine hapis biçimi kullanılıyor olsa da vahşet boyutunda işkenceler uygulanarak idamla sonuçlanması muhtemel süreçleri yaratmıştır. Ancak hapis sisteminin değişmesiyle, bu ceza yöntemi, uzun süreçlere dayanacak bir biçimde bedenin gözetim altında tutulması ve hem bedene hem de tine (akıla) sirayet edilmesi amacını taşımıştır. Bu anlamda, egemen tarih anlatısının tabiriyle Coğrafi Keşifler’in, yani sömürgeciliğin gelişimiyle birlikte kamp biçimi orta çıkmıştır. Bu kamplarda insanlar toplanarak ve gözetim altında tutularak bedensel ve tinsel anlamda yeni sömürü düzenine hazırlanmaya çalışılmıştır. 

Hem bedenin üzerinde hem de aklın üzerinde bir tahakküm

Giorgio Agamben’e göre, kamplar askeri hukuktan ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla sömürgecilikle iç içedir. Kampın ilk ortaya çıkışının 1896 yılında, o dönemde İspanyol kolonisi olan Küba’da veya İngilizlerin Boer topluluğunu denetim altına almak için kurduğu alanda gerçekleştiği tahmin edilmektedir. Söz konusu iki tarihsel örnek de, yabancı bir kara parçasına gelen İspanyol ve İngiliz sömürgecilerin, yerli halkı silah üstünlüğüne dayanan bir usulle denetim altına almaları ve kamplara hapsetmeleri sonucu ortaya çıkmıştır. Böylece yerli toplulukları denetim altına alarak hem doğup, büyüdükleri toprakları işgal etmişler hem de onları köleleştirmişlerdir. Bu kölelik biçimi günümüze kadar süregelen sömürgecilik tartışmalarının da kaynağını oluşturmuştur. Buradan hareketle, Agamben’in deyimiyle, sömürgecilikle iç içe geçen “Kamp, dünya üzerindeki en insanlık dışı durumun yaşandığı yerdi”. Çünkü kampta, hem bedenin üzerinde hem de aklın üzerinde bir tahakküm kurulması amaçlanmıştır. Aynı zamanda, yine Agamben’e göre kamp, yaratılan durum itibarıyla bir istisna hali sonucu ortaya çıkmıştır. Bu istisna hali, içerisinde yarattığı belirsizlik sonucu hukuki düzenin dışında konumlandırılan mekanlar doğurmuştur. Dolayısıyla, yine vurgu yapmak gerekir ki, sömürgeciliğin getirdiği yeni hukuki düzen -aslında ilan edilmemiş bir statüko, olağanüstü halin devam etmesiyle yaşanan belirsizlik- sonucu ortaya çıkmıştır: “Kamp, olağan hukuki düzen dışında konumlandırılmış bir toprak parçasıdır; lâkin her şeye karşın, sadece bir dış mekân değildir. İstisna [ex-capere] kavramının etimolojik anlamına bakılırsa, kampla dışarıda bırakılan şey dışarıda zaptedilmiştir [is captured outside]; bunun anlamıysa, tam da dışlamayla içeriye dâhil edildiğidir” (Agamben. G. (2014) “Kamp Nedir?”. Teorik Bakış. Çev. Özge Karlık. Sayı 04. Ss. 59-65.).

İktidar sahiplerinin ehlileştirme mekanları

Kamp sistemi yarattığı istisna hali dolayısıyla, bir ıslah yöntemi olarak düzeltmeyi, toplumun normlarına uygun davranmayı, iyileştirmeyi hedeflemektedir. Yani bir anlamda sistemin veya yeni düzenin (sömürgecilikle şekillenen) sömürü çarklarına sivrilikleri törpülenmiş insanların hapsedilerek “ehlileştirildiği” ve yeniden düzene dahil edildiği alandır. Diğer taraftan, sömüren açısından “çağdaşlaştırma” alanı olarak tanımlanmıştır. Bunu da uzun yıllara yayacak bir biçimde, bir anlamda “muhtaç bırakma” şeklinde gerçekleştirmiştir. Genellikle sistemle çelişenler, muhalif olanlar için tasarlanan hapishaneler, bu yönüyle, iktidar sahiplerinin ehlileştirme mekanları olarak işlevini görmüştür. Mahkum edilenin davranışlarının sınırları katı bir şekilde bir başkası tarafından, çoğunlukla bir egemen, yani iktidar sahibi tarafından belirlenmiştir. Bir başkası ona azap çektirmek istediğinde, içerisinde bulunduğu mekana nazire yaparcasına mahpusun bedenini de hapishaneye çevirebilmiştir: “Genel anlamda ceza sistemi iktidar olarak iktidarın en açık tarzda kendini gösterdiği biçim değil mi? Birini hapse atmak, onu beslenmeden, ısınmadan yoksun bırakmak, dışarı çıkmasını, sevişmesini engellemek vs. bu iktidarın hayal edilebilecek en ölçüsüz tezahürüdür. Hapishane, iktidarın en aşırı boyutlarıyla çırılçıplak ortaya çıkabileceği ve kendini ahlaki olarak aklayabileceği tek yerdir. (...) iktidar hapishanede kendini gizlemez, maskelemez” (Foucault. M. (2005). Entelektüelin Siyasi İşlevi. Çev. Işık Ergüden, Osman Akınhay, Ferda Keskin. Ayrıntı Yayınları.). 

İktidar sahiplerinin bedensel ve tinsel olarak dayattığı cezanın boyutu çoğunlukla bir işkenceye dönüşmüştür. Diğer yandan, kadim dönemlere nazire yaparcasına bedensel işkencenin de yoğun olarak yaşandığını vurgulamakta fayda var. Guantanamo ve 12 Eylül Diyarbakır hapishane sistemleri bedensel azap çektirme yoluyla ehlileştirmenin, diğer yandan, İmralı Hapishane Sistemi ise tinsel anlamda ehlileştirmenin mekanı olarak düşünülmeli. 

Güncele uyarlanmış ve sürdürülmektedir

İktidar sahiplerine göre, bir mahkumun, yani sisteme uyum göstermeyenin, muhalifin daha fazla acı çekmesi adildir. Buradan bakınca, modern ceza sistemlerinin dayandığı mekanizmaların azabı sürdürme, yeniden üretme gibi özellikleri devam etmektedir. Bu ceza biçimi bütünen ortadan kalkmış değildir ancak form değiştirmiştir. Güncele uyarlanmış ve sürdürülmektedir.

Tinsel ve bedensel işkenceye dayanan kapatma biçimine, yazının bir diğer ve esas konusu olarak hasta tutsakların durumu açısından bakıldığında, hem klasik hem de modern ceza sistemlerinin Türkiye açısından özgün bir sentezi duruma işaret ettiğini söylemek yerinde olacaktır. Bir yandan bedensel olarak kişi bir mekana hapsedilmişken, diğer yandan onun bedenine hastalığından kaynaklı olarak uzun süreli azap çektirme yolu seçilmiş gibi görünmektedir. Aynı zamanda, hastalığının geçebileceği yegane yer olan hastahaneler de onlar için bir kapatılma alanıdır. Hasta tutsakların anlatılarına göre, götürüldükleri hastahane odaları cezaevlerinden farksızdır. Mümkün olduğunca izole olmuş, demir parmaklıklarla çevirilmiş alanlarda tedavileri sürdürülmektedir. Tabii bu bir yandan şansı olanlar için geçerlidir. Kimi hasta tutsakların, kapatıldıkları alanın egemeni olan, yani iktidarın bir tür uzantısı olarak bulundukları alanlarda kendi iktidarını inşa eden bürokratlar tarafından tedavilerinden alıkonuldukları bilinmektedir. İktidar sahiplerinin muhtaç bırakma siyaseti burada da karşımıza çıkmaktadır.

590’ı ağır hasta olmak üzere 1564 hasta tutsak

Burada hasta tutsakların durumunun nasıl geliştiğine bütüncül bir bakış açısıyla bakmakta yarar var. Hasta tutsaklar, bulundukları duruma politika yaptıkları için gelen kişilerdir. Kimilerince hastalıkları daha fazla öne çıkarılsa da kendilerine sorulduğunda “siyasi tutsak” olarak tanımlamaktadırlar. Dolayısıyla Kürdistanlı yurtsever veya Türkiyeli sosyalist hasta tutsakların yürüttükleri mücadele biçimi, bir anlamda karşı ve muhalif oldukları sistemle gösterdikleri uyumsuzlukla şekillenmektedir. Ülkelerinin ve halklarının sömürgeleştirilmesine aldıkları açık tutumdan dolayı kapatılmışlardır ve kapatıldıkları yerde, iktidar sahiplerinin muhtaç bırakma siyaseti sonucu azap çektirilen, öte yandan bu azap yöntemine direnen kişilerdir. Muhtaç bırakma onların barınma koşullarının, beslenmelerinin, sağlık haklarının askıya alınmasıyla doğrudan ilgilidir. Yani tekrar yazının ortalarında öne çıkarılan sava dönersek, Agamben’in vurgu yaptığı, kamp biçiminin tarihsel olarak ortaya çıktığı koşullar bir nevi burada da geçerlidir. Hasta-tutsaklığın geliştiği durum, sömürgeciliğin yerleşim sürecinde ortaya çıkan, yeni hukuki düzenin belirsizliği, yani istisna halinin doğuşuyla doğrudan ilgilidir. Sömürgeleştirme sürecinde ortaya çıkan tepkiye karşı duranların kapatılması, onların yeni inşa edilen sömürü düzenine “yeniden katılımı” için gerçekleşmektedir. Yeniden katılımı reddetme, yani ehlileştirme süreci uzarsa, tutsağın çektiği azap da uzatılmaktadır. İktidar sahiplerinin ehlileştirme isteğine karşı koyanınsa “içeride çürüyerek ölmesi” reva görülmektedir. Hasta-tutsaklığı birbirinden ayırmadan bakıldığında, özellikle Türkiye açısından istisna halinin artarak sürdüğünü söylemek mümkündür. Zira iktidar odaklı değişimlerin-dönüşümlerin hızlandığı dönemlerde otoriterleşmeyle birlikte hapishanelerin ve tutsakların sayısının arttığı verilerle desteklenmektedir.

- 2020 yılında yapılan bir araştırmaya göre, Türkiye hapishanelerinde 2020 yılı itibarıyla 299,019 mahpus bulunmaktadır. 

- İnsan Hakları Derneği’nin sağladığı verilere göre, 590’ı ağır hasta olmak üzere 1564 hasta tutsak bulunmaktadır. 2016 yılından bu yana toplam 103 hasta tutsak hayatını kaybetmiştir (Mezopotamya Ajansı). 2020’de 50, 2021’ün ilk üç ayında ise 13 hasta tutsak yitirilmiştir. Covid-19 pandemisiyle birlikte hasta tutsakların kaybında artış gözlemlenmiştir (İHD Hapishaneler Komisyonu üyesi Meral Nergis Şahin, Gazete Karınca).

- Türk Adalet Bakanlığı’na bağlı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nün internet sitesinde yer alan bilgilere göre, 01.10.2021 itibarıyla Türkiye’de toplam 369 hapishane bulunmaktadır. 

- Türkiye’deki hapishanelerin kapasitesi 251,229 kişilik olarak gösterilmiştir. 

- 369 hapishaneden 228’i AKP döneminde (2006-2021) inşa edilmiştir. 

- 2010-2020 yılları arasında 37 ek binayla mevcut hapishanelerin kapasiteleri arttırılmıştır. 

- Ek kapasite arttırımıyla birlikte Türk hapishanelerinin kapasitesi 447,911’e çıkarılmıştır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.