İşkenceye göz yumuluyor, failler cesaretlendiriliyor

.

.

  • Artan işkence vakalarının yargı sürecinde cezasız bırakıldığını, en çok başvurunun da cezaevlerinden geldiğini belirten TİHV avukatlarından Gülan Çağın Kaleli, resmi makamların işkenceye göz yumduğunu ve failleri cesaretlendirdiğini belirtti. 

MEDİNE MAMEDOĞLU 
JINHA/AMED

Türkiye’nin de üyesi olduğu Avrupa Konseyi İşkenceyi Önleme Komitesi’nin son raporlarına göre Türkiye’de işkence vakaları artış gösterdi. İnsan Hakları Derneği (İHD), Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve çok sayıda sivil toplum kuruluşları hak ihlalleri ve işkenceye dair raporlar yayınlarken, sadece geçtiğimiz yıl 690 kişi maruz bırakıldıkları işkence nedeniyle İHD’ye başvurdu. Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) avukatlarından Gülan Çağın Kaleli, işkencenin hem ulusal hem de uluslararası mevzuata yasak olarak tanımlanmış bir suç olduğunu hatırlatarak, bu suçun son dönemde daha görünür şekilde yaygınlaştığını belirtti. Bölgede neredeyse her gün gözaltı birimlerinde işkence vakalarıyla karşılaştıklarına dikkat çeken Kaleli, bu vakaların yargı sürecinde cezasız bırakıldığının altını çizdi. 
 
İşkence görenlere dava
 
Faillerin cezasız bırakılması bir yana işkenceye maruz bırakılan kişiye “Görevi yaptırmama” gibi karşı davaların açıldığına işaret eden Kaleli, şunları söyledi: “İşkenceye uğramış kişiler, uğramış oldukları işkence dolayısıyla suç duyurularında bulunmuş olsalar da yapılan başvurular takipsizlik ile sonuçlanıyor. İşkence gören kişiler klasik gerekçeler olan; ‘polise mukavemet’ ve ‘hakaret’ suçlarından yargılanıyor. Neticede yapılan yargılamalar ile birlikte işkenceye uğrayan kişi bir kez daha mağdur edilmiş oluyor. Ayrıca bu tür durumlara cesaret veren başka boyutlar da var. Yetkililerin işkence suçunu cesaretlendirecek söylemlerde bulunması bunlardan biri. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun yapmış olduğu ‘Nerede bulursanız kolunu bacağını kırın bana getirin’ gibi söylemleri, bir taraftan ‘işkenceye sıfır tolerans’ derken öte yandan gün aşırı işkence haberi giderek artıyor. Resmi makamlar ise yaptıkları açıklamalarını ‘ama’larıyla donatarak bir nevi işkence yaptıklarını ya da göz yumduklarını kabul etmiş oluyorlar. Tüm bunlar da failleri daha da cesaretlendiren bir hal alıyor.” 

En çok başvuru cezaevlerinden

Kaleli, işkence boyutunca en çok cezaevlerinden başvuru aldıklarını söyledi. Çıplak arama, çifte kelepçe ve buna benzer keyfi uygulamaların yoğun olduğu cezaevlerinde başvuruları yargıya taşıdıklarını ifade eden Kaleli, cezaevlerinde yaşananları şu sözlerle aktardı: “Çıplak arama işkencesi daha çok hapishanelere ilk kabul sırasında gördüğümüz bir vakaydı. Ama son dönemde kişilerin gözaltında da çıplak aramaya maruz bırakıldığını ya da çıplak arama tehdidi ile baş başa kaldığını görüyoruz. Kişilerin bu durumu avukatlarına bildirmeleri gerekiyor. Avukatları ve STK’lar aracılığı ile durumu gündemleştirip, çıplak aramayı dayatan kişi/kişiler hakkında suç duyurusunda mutlak bulunmak gerekiyor. İnsan onuruna aykırı kişiyi kimliksizleştirmeyi ve küçük düşürmeyi hedefleyen bu fiile karşı mutlak bir hukuki mücadele vermenin şart olduğunu düşünüyorum. Cezaevlerinde sıklıkla kabul sırasında çıplak aramaya maruz bırakıldığına dair başvurular alıyoruz. Bunun dışında cezaevi içerisinde bulunan memurların keyfi olarak koğuş aramaları sırasında mahpuslara yönelik fiziksel güç kullanımına dair başvurular alıyoruz. Yine tutukluların hastaneye sevkleri sırasında jandarmalarca çift kelepçe uygulaması ile sağlık hakkına erişimlerinin engellenmesine ilişkin başvurularımız da mevcut.”
 
Mevcut mevzuat uygulanmıyor
 
Artan işkence ve hak ihlallerinin azaltmada ilk adımın var olan mevzuatın uygulanması ile atılabileceğini dile getiren Kaleli, bu tür durumlarda şeffaf ve objektif davranılması gerektiğini söyledi. Gülan Çağın Kaleli, “Mutlak yasak bir suç, esasında yasaların uygulanabilir olması ve yargı makamları önünde hesap verilebilirliğin artması ile bir nebze de olsa bu suçta bir azalma olabilir diyebiliriz. Var olan mevzuatın uygulanması bunun ilk adımı olabilir. Diğer taraftan işkence ve diğer kötü muamelelerinin önlenmesi amacıyla ulusal önleme mekanizması dediğimiz ve kurulmasını istediğimiz bir mekanizma var. Mevcut halde Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu adı altında her ne kadar bu mekanizmanın kurulduğu iddia edilse de aslında devletten bağımsız, objektif ve şeffaf çalışabilen bir kurum olmalıdır” şeklinde konuştu.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.