Kafka neden Kafkaesk’tir?

Kültür/Sanat Haberleri —

Franz Kafka

Franz Kafka

  • Kafka’nın hiçbir karakteri kahraman değildi bir kere. O bildik arketipe hiç uymayan, hatta adı bile tam olarak söylenmemiş kişilerdi. Daha da önemlisi, kahramanın başına gelen olaylarla ilgili zerrece bilgimiz yoktu. Gregor Samsa’nın böceğe dönüşmesine bir sebep bulamadığımız gibi, Joseph K.’ya açılan davanın neyle ilgili olduğunu da bir türlü anlayamıyorduk.

BİLGE AKSU

Yıllar önce, üniversitede bir arkadaşımla sohbet ederken onun Prag’a gittiğini öğrendiğimde sorduğum ilk soru, Kafka Müzesi’ni görüp görmediğiydi. Kafka’yı okuyalı çok olmamıştı ve üzerine epey kafa yorduğum bir dönemdi. Sorduğum soruya aldığım cevap sıradan bir tatminin çok ötesinde gelmişti. Arkadaşımın anlattığına göre Kafka Müzesi, görülebilecek en enteresan ve başarılı müzelerden biriydi. Dar ve karanlık koridorlarda yürünen, bir labirenti andıran mimari yapısıyla insanı tedirgin eden, Kafka’nın edebi evrenini çağrıştıracak simge ve objelerin olduğu bir müzeydi burası. Hatta bazı yerlere ahizeler konulmuştu ve siz yanından geçerken çalmaya başlıyor, ahizeyi kulağınıza götürdüğünüzde de karşı tarafta bir adamın tedirgin edici bir sesle size bir şeyler söylediğini duyuyordunuz. Bu anekdotlar tam da benim Kafka’ya dair kafa yorduğum meselelere denk düşüyordu.

Bütün güzel hikayeler iki şekilde başlar

Sıradan bir anlatıda, ister sinema olsun ister edebiyat, belli başlı rollerin ve dönüm noktalarının olduğunu biliriz. Ortada bir kahraman vardır ve onun çözümlemesi gereken bir mesele mevcuttur. Kahramanı bu meselenin orta yerine sürükleyen belirli şartlar, düşmanlar ya da olaylar bulunur. Kahraman, alışılageldik dünyasında yaşayıp giderken, günün birinde tetikleyici bir olay meydana gelir. Bu olay iyi ya da kötü, kısa ya da uzun vadeli, kişisel ya da toplumsal olabilir. Tolstoy’un cümlesini hatırlayalım burada: Bütün güzel hikayeler iki şekilde başlar; ya biri bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir… Bazen de ikisi birden olur. Yüzüklerin Efendisi’nde olduğu gibi.

Kahramanın çıkacağı bu metaforik yolculuk bazı dönüm noktalarını da içerir. Örneğin ona yardım edenler ya da karşısında duranlar olmalıdır. Ya da kahramanı maceraya davet eden bir kişi, bir olay, bir durum bulunmalıdır. Böylece kahraman, çıkacağı yolculuğun hangi motivasyonla gerçekleşeceğini bilir ve buna göre davranır. Ama daha önemlisi, okuyucular ya da izleyiciler için de gereklidir bu. Kahraman o yolculuğa neden çıkıyor, onu kim görevlendirdi, buna sebep olan olaylar dizgesi neydi gibi soruları kendiliğimizden sorar ve anlatı boyunca cevaplar bulmaya çalışırız. 

Bu formülün ortaya atıldığı dönemde, kendini iyiden iyiye hissettiren bir yapısalcılık rüzgarı vardı. Dilbilimde Saussure, antropolojide Levi-Strauss, felsefede Foucault, psikanalizde Lacan ve edebiyatta da Rus Biçimciliği, kendi alanlarındaki kuramları, kendi alanlarının dışına çıkmadan ve o alana özgü kurallarla açıklamaya çalışıyor, evrensel bir ortaklık kurgulamak istiyorlardı. Rus biçimcilerinden Propp, masalların yapısal özelliklerini ortaya attığında anlaşıldı ki, dünyanın neresinde olursa olsun, masalların hepsi benzer roller, figürler ve olay örgüleriyle kurulmuştu. Yukarıda bahsettiğim kahramanın metaforik yolculuğu da buna dayanıyordu. Joseph Campbell, Kahramanın Sonsuz Yolculuğu adlı eserinde, anlatıların 12 temel dönüşüm noktasına sahip olduğunu iddia ederken, Rus biçimcilerinin fikirlerinden yararlanmıştı.

Kafka’nın hiçbir karakteri kahraman değildi

İşte bütün bunları göz önüne alıp değerlendirdiğimizde, Kafka’da beklenmedik bir problem olduğunu fark ediyorduk. Onun hiçbir karakteri kahraman değildi bir kere. O bildik arketipe hiç uymayan, hatta adı bile tam olarak söylenmemiş kişilerdi. Daha da önemlisi, kahramanın başına gelen olaylarla ilgili zerrece bilgimiz yoktu. Gregor Samsa’nın böceğe dönüşmesine bir sebep bulamadığımız gibi, Joseph K.’ya açılan davanın neyle ilgili olduğunu da bir türlü anlayamıyorduk. Keza Şato’daki kasvetli ortamı yaratan etken de tam olarak buydu. Orada bir yerde, gitmesek de görmesek de bir şato vardı ve ondan korkmamız öğütlenmişti.

Yapısalcı eleştiriye göre bir anlatıda belirli işlevsel roller mevcuttur. Bu roller, aktarılan anlatıdaki olay örgüsünün bütün motivasyonlarını bize gösterir. Örneğin kahraman özne konumundadır. Onun ulaşmaya çalıştığı ise nesnedir. Bu uğurda ona yardım edenler ve engel olmak isteyenler bulunur. Son olarak da, kahramanı bu hedefe yönlendiren ve bunun sonucundan etkilenen birer unsur (gönderici ve alıcı) bulunur. Bu altı rol, bütün anlatılarda işlevsel olarak bulunmalıdır. Örneklersek, Yüzüklerin Efendisi’nde Frodo’yu özne, yüzüğün yok edilmesini nesne konumuna yerleştirebiliriz. Bu uğurda ona yardım eden hobbitler ve Gandalf yardımcı rolündeyken, Sauron ve bilumum kötücül orta dünya yaratıkları engelleyici sayılır. Asıl mesele ise, Frodo’yu buna kimin yönlendirdiğidir. Bu durumda gönderici Gandalf iken, yüzüğün yok edilmesinden fayda sağlayacak olan ise Sauron’un hizmetinde bulunmayan bütün orta dünya varlıklarıdır. Görüldüğü gibi bu roller, sıradan bir anlatıda kendiliğinden ortaya çıkması beklenen, aksi takdirde bir eksiklik ya da kusur addedilen olağan rollerdir.

Gregor Samsa, Joseph K.

Kafka’ya geri dönersek, sorunun neyle alakalı olduğunu daha net kavrayabiliriz artık. Joseph K.’ya açılan davada, onu mücadele etmeye yönlendirecek hiçbir sebebin ya da motivasyonun olmaması en belirgin sıkıntıdır. Ya da Gregor Samsa’nın böceğe dönüşme sebebinin ortada olmaması gibi, bu durumdan nasıl kurtulup normale döneceğinin bilinmemesidir diyelim. Neticede böceğe dönüşerek bir maceranın ortasında kendini bulan Samsa, bundan nasıl kurtulacağını bilmediği için, okuyucu konumundaki bizlerin yaşadığı tedirginlik sürekli olarak artar. Biz isteriz ki kahraman, bu sorunu ortadan kaldıracak bir şeyler yapsın. Biri onu dürtsün, biri ona desin ki kalk ve eski hayatına yeniden kavuş… Ama hiçbiri olmaz. Ne kahraman bu durumdan kurtulmanın bir yolunu arar, ne de birileri ona durumu düzeltmesi için fırsat verir. Joseph K.’nın yaptığı da bundan farklı değildir. Davanın sebebini öğrenme, davaya karşı kahramanca bir tutum sergileme, kendine yandaş bulma gibi alışıldık çabaların hiçbirini göremeyiz. Ya da Şato’nun neden önemli olduğunu bulmaya çalışan bir kahramanımız, onu yönlendiren bir gönderici rolümüz bulunmaz. Ne olup bitiyorsa, tam orta yerine düşmüş ve öylece izlemekle yetinmişizdir. 

Frodo’nun bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında kendini devcileyin bir yüzük taşıyıcısına dönüşmüş olarak bulduğunu hayal edin. Ama Frodo öylesine boşvermiş ki, bu role nasıl büründüğünü sorgulamıyor. Gollum adlı yaratığın neden onunla ilgilendiğini düşünmüyor. Sauron’un gönderdiği korkunç yaratıkların onu neden kovaladığı hakkında bir fikri yok. İşin kötüsü, bunları zerrece merak da etmiyor. İşte size tekinsizlik nedir sorusunun cevabı. Tekinsizlik budur. Tekinsizlik, neyin neden yaşandığını bilmediğimizde hissettiğimiz o rahatsız edici duygudur. Samsa’nın böceğe dönüşmesini önemsemeden, işine geç kaldığından hayıflanmasıdır. 

Kafka’nın olayını çözdüm demiyorum ama Kafka’nın tekinsiz ve tedirgin edici atmosferinin neye dayandığını anlamaya başladım diyebilirim. Eğer ortada, başınıza gelenleri atfedeceğiniz bir sebep yoksa, bilinmezliğin yakıcı girdabında sürüklenmeye başladıysanız, tedirgin olmanızı da şaşkınlıkla karşılamayın. Bütün mesele, alışageldiğiniz o sorun çözme mekanizmalarının olağan şekilde ilerlememesindendir. İnsanlar olarak biz, kötülüğün ya da sürprizlerin kendisine değil, sebebine odaklanmaya alışmışızdır.

Kafka’nın müzesinde ansızın çalan telefonlarla, nereye doğru ilerleyeceğimizi kavrayamadığımız labirentlerle karşılaşınca, yine Kafka’nın o bilindik evrenine yönelmemiz de bundan kaynaklanır. Bilmediğimiz bir şeyi kovalamaktansa, bildiğimiz en çarpık olgular bile bize kurtarıcı gibi davranabilir. İnsan doğasının binlerce yıllık evrimsel geçmişinin getirdiği bilinmezden kaçma arzusu, bütün kontrolü bir anda ele alır. Belki de bütün mesele budur.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.