Kastik katil ve eril iktidar
Forum Haberleri —

Erkek devlet
- Kastik katile karşı mücadele yalnızca politik değil, aynı zamanda kültürel, ontolojik ve varoluşsaldır. Bu mücadele, sadece kadını korumayı değil, kadınlık değerlerini toplumun merkezine yerleştirmeyi hedeflemelidir. Bu, yeni bir etik-politik yaşamın inşasıdır.
NİMET SEVİM
Abdullah Öcalan, “kastik katil” kavramını, Anacıl toplumsallığın çözülmesiyle birlikte ortaya çıkan eril iktidarın tarihsel ve yapısal formasyonunu açıklamak için kullanır. Kastik katil, yalnızca öldüren değil; kadim yaşam biçimlerini, toplumsal dengeyi ve özgürlük tahayyüllerini aşındırarak yok eden, yapısal ve ideolojik bir erk biçimidir. Anacıl topluluklarda kadın eksenli etik-politik yaşamın yıkımı yalnızca toplumsal bir dönüşüm değil, aynı zamanda uygarlığın ontolojik sapmasıdır. Bu metin, Sümer uygarlığından çok önce avcı-erkek kültürü ile başlayan devletli toplumun doğuşunu, eril tahakkümün kastik biçimleri üzerinden analiz eder; bugüne kadar süren epistemik, duygusal ve ekolojik yıkımın kökenlerini ifşa etmeyi amaçlar.
Katilin cinsiyeti ve tarihsel sahnesi
Katil figürü tarih boyunca çoğunlukla bireysel ve fiziksel şiddetle tanımlanmıştır. Oysa tarihsel olarak en kapsamlı ve kalıcı öldürme biçimi; toplumsal hafızanın, etik değerlerin ve cinsiyetler arası dengenin bozulmasıyla gerçekleşmiştir. Bu noktada kastik katil, yalnızca bir fail değil, belirli bir tarihsel kırılmanın, yani eril iktidarın kuruluşunun sonucu olarak ortaya çıkan sistemsel bir ölümcül etkidir. Kadın eksenli etik-politik toplumun, yani Anacıl uygarlığın çözülüşü, insanlık tarihindeki en büyük “kastik müdahaledir.” Çünkü bu müdahale yalnızca cinsiyet ilişkilerini değil, toplumsal yapının tamamını yozlaştırmış, doğayla uyumlu yaşamın yerine tahakküm, savaş ve hiyerarşi temelinde inşa edilmiş bir uygarlığı yerleştirmiştir.
Anacıl toplum, yalnızca kadınların biyolojik üstünlüğü üzerine kurulu bir yapı değil, toplumsal yaşamın etik, simgesel ve ekolojik denge üzerine kurulmuş bir formudur. Bu formda kadın, doğurganlık üzerinden yaşamın sürekliliğini, kutsallığı ve doğayla bütünlüğü temsil ederdi. Mezopotamya, Anadolu ve Hint uygarlıklarının erken dönemlerinde görülen bu yapılar, merkeziyetçi ve hiyerarşik olmayan, paylaşımcı komünal düzeneklerle çalışıyordu.
Kastik katil figürü, bu düzenin çözülüşüyle birlikte tarihte belirir. Sümer rahip devletinin ortaya çıkışıyla birlikte tanrılar kadın olmaktan çıkarılır, gökyüzü panteonuna yerleştirilir ve eril hiyerarşinin simgesi hâline getirilir. En büyük tanrıça İnanna, zamanla tanrı Enlil ve Enki’nin denetimine alınır. Tapınaklar, kadınların yaşam merkezleri olmaktan çıkarılarak erkek rahiplerin idaresine girer. Bu geçiş, sadece inanç sisteminin değil, toplumsal zihniyetin de kastik bir şekilde dönüşmesidir. Kadının kutsallığı, zamanla günah ve kaos ile eş anlamlı hale getirilir. Böylece kadınlık, “düzenin tehdidi” olarak konumlandırılır.
Bu aşamadan itibaren kastik katil, eril iktidar üzerinden bedenleşir. Beden yalnızca kadın bedeni değildir; aynı zamanda onun taşıdığı değerlerdir: Şefkat, döngüsellik, duygu, sabır, işbirliği, doğayla uyum. Eril uygarlık bunların her birini “zayıflık”, “irrasyonalite” veya “tehlike” olarak kodlar. Böylece sadece kadın değil, kadına ait olan her şey -doğa, hafıza, duygu, döngü- kastik bir imhayla hedef alınır.
Kastik etki olarak eril iktidar: Savaş, devlet ve soykırım
Eril uygarlığın en belirgin üç kurumu; savaş, devlet ve mülkiyettir. Her biri kastik karakterdedir. Savaş, yaşamı değil, ölümü kutsar. Devlet, toplulukların kendi kendini örgütleme hakkını gasp eder. Mülkiyet ise kolektif emeğin özel ellerde birikmesini sağlar. Tüm bu kurumlar kadınların tarihiyle çelişir; çünkü kadın, savaş değil üretimle, tahakküm değil ortaklıkla, birikim değil paylaşım ile ilişkilidir.
Kastik katil, bu üç kurumu kullanarak anacıl toplumun hafızasını sistemli biçimde öldürür. Bu, yalnızca kadın cinayetleriyle sınırlı bir süreç değildir. Kadın bilgisinin, sezgisinin, doğa içi konumunun, topluluk içindeki söz hakkının silinmesi en derin kastik müdahaledir. Örneğin, kadınların doğum bilgisi, şifa teknikleri ve ay döngüsü temelli ritüelleri, “büyücülük” olarak damgalanarak yakılmış, bastırılmış, dışlanmıştır. Modern bilim adı altında kurulan erk, kadının bilgisel meşruiyetini ortadan kaldırmış, epistemik soykırım gerçekleştirmiştir.
Önder Öcalan’ın ifadesiyle, “ilk sömürgecilik kadına karşı gerçekleştirildi” ve bu ilk işgal, tarihin sonraki tüm işgallerinin modeli oldu. Kadının tarihten silinmesi, halkların hafızasızlaştırılmasıyla paralel yürüdü. Kadına karşı kastik cinayet, halklara karşı soykırımın hazırlık aşamasıdır.
Kastik katilin güncel bedenleri: Modern eril formasyonlar
Bugün kastik katil, yalnızca tarihsel bir figür değil; neoliberal kapitalizmle birlikte hiper-modernize olmuş bir sistemdir. Kadın bedeni tüketim nesnesi haline getirilmiş, doğurganlığı kontrol altına alınmış, görünürlüğü sansüre, görünmezliği fetişizme dönüşmüştür. Kadın emeği görünmezleştirilirken, duygusal emeği istismar edilmekte; medyada, işyerinde, siyasette, akademide eril kodlarla bastırılmaktadır.
Kastik katilin bugünkü formu aynı zamanda kadın hareketlerinin içini boşaltmak, onları liberal ideolojik çerçeveye hapsetmek biçiminde işlemektedir. Feminizmin devletleştirildiği, piyasa ile uyumlu hale getirildiği her durum kastik etkidir. Bu, kadın mücadelesinin radikal, dönüştürücü damarlarının kesilmesidir. Aynı zamanda kadının direnişsel potansiyelinin sistem içine soğurulmasıdır.
Sonuç: Kastik katile karşı kadınla direniş
Kastik katile karşı mücadele yalnızca politik değil, aynı zamanda kültürel, ontolojik ve varoluşsaldır. Bu mücadele, sadece kadını korumayı değil, kadınlık değerlerini toplumun merkezine yerleştirmeyi hedeflemelidir. Bu, yeni bir etik-politik yaşamın inşasıdır.
Kürt Özgürlük Hareketi’nin “kadın özgürlük ideolojisi” bu bağlamda salt feminist değil, aynı zamanda kastik katile karşı ontolojik bir mücadele önerisidir. Kadının kurtuluşu değil, kadınla kurtuluş önermesi, bu ideolojik müdahalenin temelidir.
Çünkü en derin katil, beden öldürmez; hakikati, hafızayı, duyguyu, sezgiyi, sevgiyi; yani kadını öldürür.
Ve bu yüzden en derin özgürlük, kadının yeniden doğuşudur.







