Kimliksiz ölüler

Meral ÇİÇEK yazdı —

  • Ahmet Güneştekin’in sergisindeki ölüler kimliksizdir, adları tabelalarda yazılı olsa bile. Bence serginin en büyük sorunu da budur. 

“Ortak anılara dayanarak hayatın anlamı diye niteleyebileceğimiz şeylerde köklü bir değişimden söz ediyoruz. O anlam, modernitenin sunduğu yaşam alanlarında meydana gelen yapısal bir dönüşüm ile birlikte erozyona uğruyor.” (Paul Connerton-Modernite nasıl unutturur

Ahmet Güneştekin’in geçtiğimiz günlerde Amed Keçi Burcu’nda açılışı yapılan ‘Hafıza odası’ başlıklı sergisi kaç gündür Kürtler arasında yoğunca tartışılıyor.

Acının estetize edilmesinden tutalım, henüz birkaç yıl önce devlet eliyle katliam yapıldığı mekanlarda kutlamaların yapılmasına ve bu kutlamalarda, söz konusu katliamları meşrulaştırmış kişilerin halaya tutuşması ile ilgili eleştirel değerlendirmeler yapıldı. 

Tekrara da girmemek adına başka bir boyuttan ele almak istiyorum. 

Savaş, çatışma ve soykırım bağlamında hafıza çalışmaları dünyanın birçok bölgesinde, çoğunlukla da geçmişle hesaplaşma ve yüzleşme amaçlı yürütülüyor. Pek nadiren bu çatışma hali henüz devam ederken hafıza ve hakikat odaklı çalışmalar yürütülür.

Biri doğru, öbürü yanlıştır, diye bir şey yok elbette. Esas olan hakikat algısı ve anlayışıdır.

Örneğin kimi hafıza çalışmalarında savaş ve çatışmalar önce bitmeli, önce ‘geçmiş’ olmalı ki bir yüzleşme sağlansın. Ama bunun yanında hakikat ve hafıza çalışmalarını söz konusu savaşı sonlandırmanın, daha doğrusu sona erdirmeye katkı sunmanın aracı olarak gören bir yaklaşım da var.

Mesela, Hakikat-Adalet Hafıza Merkezi, geçiş dönemi adaleti çerçevesinde Türkiye’nin demokratikleşmesine ve toplumsal barışın tesis edilmesine katkı sağlamayı amaçlıyor. 

Önder Abdullah Öcalan da son İmralı diyalog sürecinde Güney Afrika modelinden farklı olarak, çatışmalı ortam henüz sona erdirilmeden hakikatleri araştırma komisyonlarının oluşturulmasını önerdi. Çünkü bu komisyonların çalışmaları üzerinden TC’nin Kürt halkına yönelik soykırım politikalarının ifşa ve teşhir edilmesiyle savaşın sonlandırılmasına katkı sağlanabileceğine inandı.

Hafıza hakikatten bağımsız olabilir mi?

O nedenle Kürdistan’da günümüzde hakikat, adalet ve hafıza bağlamında çalışmaların geliştirilmesi elbette ki önemli ve anlamlıdır. Ancak söz konusu çalışmalarda–ister sanatsal, ister akademik vb.–dile gelen hakikat belirleyicidir.

Zira bu bağlamda hafıza hakikatten bağımsız ele alınamaz. Her hafıza çalışması bir hakikat anlayışına veya algısına dayanır ve bunu yaymayı esas alır.

Öznesi ve faili olmayan sergi

Peki, Ahmet Güneştekin’in sergisindeki hakikat nedir? Numaralı renkli tabutlar, kara lastik yığını, faili belli cinayetlerde katledilenlerin isimlerinin yazıldığı sokak tabelaları, Kürtlerde simgelenmiş kumaşlara sarılmış kafa tasları neyi ifade ediyor?

Ölüm, savaş, soykırım. Fakat bu insanlar neden öldürüldü? Kim öldürdü? Özne kim, fail kim?

Bu soruların cevabı yok. Ahmet Güneştekin’in sergisindeki ölüler kimliksizdir, adları tabelalarda yazılı olsa bile. Bence serginin en büyük sorunu da budur.   

Bundan ötürü hafıza adına yürütülen, aslında hafızasızlaştırma oluyor. Kimdi sahi bu ölüler? Ah, doğru ya; Kürtler. Ama neden öldüler? Neden öldürüldüler? Kim öldürdü?

Kimliksizleştirme ve hakikati öldürme

Ölüler kimliksizleştirildiğinde hakikat bulanıklaştırılır, hafıza körelir. Fail görünmez kılınıp geride sadece kimliksiz ölüler bırakıldığında anlam yiter. Anlam yittiğinde hakikat de ölür. Hafıza simülasyona dönüşür. Bellek müzeye kapanır. Katil devlet bir kez daha yırtar. 

Serginin açıldığı Sur’da, yakın geçmiş bile denmeyecek yakınlıkta “Taş üstünde taş, baş üstünde baş bırakılmayacak” diyen faşizmin her türlü imha saldırılarına karşı, yakın tarihimizin en büyük direnişlerinden biri yaşandı.

Toledocu devlet, bu direnişi unutturmak ve tarihe kalacak bütün izlerini yok etmek için burada ‘kentsel dönüşüm’ adı altında hafızasızlaştırma ve erozyon politikası yürütüyor.

Hafızayı diri tutmak
Modernitenin ve onun yerli temsilcilerinin, şimdiki zamana mahkum etme politikaları karşısında hafızayı diri tutmak bir tür hakikat savaşıdır aynı zamanda. Bu savaşı en çok da ezilen ve sömürülen toplumlar vermek zorunda. Yoksa yaşarken de ölürken de kimliksizlikten kurtulamazlar.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.