Kültürel çürüme ve çıkış yolu

Forum Haberleri —

Toplumsal çürüme

Toplumsal çürüme

  • Türk toplumu, on yıllarca savaş ve düşmanlık diliyle yoğruldu. Bu zehirli dil, zamanla yalnızca siyasette değil; evde, sokakta, ekranda, gündelik hayatta da norm hâline geldi.
  • Televizyon ve dizi sektörü ile spor klüpleri, özel bir yerde durur. Bu sektörler, şiddeti estetize eden, gücü ve tahakkümü 'doğal' ve 'kaçınılmaz' gösteren bir anlatı dünyası kuruyor.

SEVDA CAN

Türkiye, bugün yalnızca bir siyasal eşikten geçmiyor; ahlaki, kültürel ve toplumsal bir çözülmenin tam ortasında duruyor. Barış tartışmaları her yeniden gündeme geldiğinde aynı sorular dolaşıma sokuluyor: Bu barış kime yarayacak? Kim kazanacak? Kim kaybedecek? Yıllardır topluma fısıldanan şey hep aynı: Barış, sanki yalnızca 'ötekine' yarar. Bu algı, kendiliğinden oluşmadı. Bu algının yaratılması dahi, barışa değil, savaşa hizmet eden bir yerden üretiliyor. Kaostan beslenenler, tekçi ve milliyetçi eril üst akıl, iktidardan veya muhalefetten olsun, bu algı ve korkuyu bilinçli biçimde üretti, büyüttü ve yaydı. Bugün de sürdürülen bu aklın, yarattığı sonuçları yaşıyoruz.

Bugün Türkiye’de konuşulan Barış ve Demokratik Toplum süreci, yalnızca Kürtleri ilgilendiren bir mesele değildir. Bu süreç, en çok tam da bu noktadan Türk toplumuna ve ülkedeki tüm halklara nefes aldıracaktır. Son 50 yılda sürdürülen savaş, Kürtlere karşı Türklere bir 'kazanım' üretmediği gibi, Türkiye toplumunu da derinden çürüttü. Bu süreçte yalnızca canlar yitirilmedi; ahlaki ölçüler aşındı, dil sertleşti, vicdan köreldi ve toplumsallık çözüldü. Karşı karşıya olduğumuz tablo tesadüfi değil. Çeteleşme, uyuşturucu, kadın cinayetleri, çocuk istismarı, mafyatik ilişkiler, doğa talanı ve yaygın bir umutsuzluk hâli… Hepsi aynı çözülmenin farklı yüzleridir.

Zehirli dil norm haline geldi

Türkiye toplumu, uzun yıllar boyunca savaş ve düşmanlık diliyle yoğruldu. Bu zehirli dil, zamanla yalnızca siyasette değil; evde, sokakta, ekranda, gündelik hayatta da norm hâline geldi. Televizyon ve dizi sektörü, magandalığa varan faşizmi besleyen spor klüpleri, özel bir yerde durur. Bu sektörler, şiddeti estetize eden, mafyatik erkekliği yücelten, kadın bedenini ya kurban ya da nesne olarak sunan, gücü ve tahakkümü 'doğal' ve 'kaçınılmaz' gösteren bir anlatı dünyası kuruyor/kurduruyor. Örneğin adeta bağımlılık yaratan dizilerde cellat, çoğu zaman kahramandır. Öldüren erkek haklıdır. İntikam kutsanır. Kadınlar susturulur. Çocuklar karanlık hikâyelerin sıradan figürlerine dönüştürülür. Ekranda normalleştirilen bu şiddet, sokakta yeniden üretilir. Spor sahalarında üretilen eril ve ırkçı zihniyetin, kadın ve toplum düşmanlığı, siyaseten de adeta harlandırılıyor. Toplumsal çürüme ile ekranlardaki bu görüntüler, gündüz kuşakları ve dizilerde anlatılan dünya arasında doğrudan bir bağ vardır.

Tekçi, militarist ve dışlayıcı anlatı

Dizi sektörünün bir diğer ayağı ise Osmanlı dönemine dair son dönemde artan dizilerle tarihin çarpıtılmasıdır. Bunların barış süreci ile ne bağı var? diye soranlar olabilir. Oysa doğrudan bağı var, çünkü bu dizlerle Osmanlı geçmişi, bir yüzleşme alanı olarak değil; fetih, kılıç ve erkeklik fantezisi üzerinden yeniden kurgulanır. Çok kültürlü, çok inançlı Anadolu ve Mezopotamya tarihi silinir. Yerine tekçi, militarist ve dışlayıcı bir anlatı yerleştirilir. Bu anlatılar, yalnızca geçmişi çarpıtmaz; bugünün ırkçı, cinsiyetçi ve savaşçı siyasal iklimini de besler. Barış, zayıflık gibi gösterilir; şiddet, kader gibi sunulur. Halklar ve inançlar birbirine kırdırılır.

Son yıllarda sosyal medyaya yansıyan kadın cinayetleri, çocuk istismarları, organize suç ağları ve uyuşturucuya sürüklenen gençlik haberleri, bu yozlaştırma iklimden bağımsız değildir. Şiddetin dili, estetiği ve gerekçeleri, gündüz kuşakları ve diziler aracılığıyla; tribünlerde üretilen ırkçılıkla toplumsal bilinçaltına kazınıyor. Burada topluma karşı açılan bir savaş hali mevcuttur. Bu nedenle barış, yalnızca siyasal aktörler arasında yapılacak bir mutabakat meselesi değildir, diyoruz. Toplumun ruhu onarılmadan, kültürel ve ahlaki çürüme durdurulmadan, barışın dili geliştirilmeden, barış kalıcı olamaz.

Topluma dayatılan bu kültürel saldırının en ağır sonuçları da ikiye katlanarak, en çok da Kürdistan'da kendisini gösterir. Kürtlerin diline, kültürüne, varlığına düşmanlık ve saldırıların çıtası yükseltilir; hayatın her alanı ırkçı saldırıların hedefi olur. Bir de uyuşturucu, fuhuş, çetecilik ve mafyatik ağların, bu coğrafyada mantar gibi kök salması var. Elbette bu da kendiliğinden ortaya çıkmadı. 50 yıllık özgürlük mücadelesinin bu halkta yarattığı demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü bir zihiniyet ve kültür devrimi boy verdi. Bu devrimin ahlaki ve politik olarak yaşamda, ilişkilerde, siyasette, toplumsal örgütlülükte ve kadına bakış açısında güçlü bir bilinç söz konusudur. Kürdistan’da yaratılan bu toplumsal düzey ve örgütlü yapılanma, devlet nezdinde ciddi bir tehdit olarak görüldü. Bilinçli olarak Kürdistan'a sokulan uyuşturucu, fuhuş ve çeteleşme ağı, örgütlü bir toplumu dağıtmanın, hafızasını silmenin ve politik özne olmaktan çıkarmanın araçları olarak kullanıldı/kullanılıyor. Amaç, toplumu çözmek, bireyi yalnızlaştırmak ve direnci kırmak. Savaşta bütün yollar mübahtır klişesine denk devletçe kullanılan bu özel savaş yöntemleri, öyle bir hal aldı ki; salt Kürtleri değil, Türkiye toplumunu da yakan, çökerten bir noktaya geldi.

Toplumsal yozlaşmanın panzehiri

Bu ahlaki, kültürel ve toplumsal yozlaşmanın gerçek bir panzehir var. Bu panzehir, Kürt Özgürlük Hareketi'nin yıllardır savunduğu, mücadelesini verdiği, demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü toplum paradigmasıdır. Bu paradigma, Anadolu ve Mezopotamya’nın çok kültürlü, çok inançlı, komünal ve dayanışmacı toplumsallığının, felsefe ve bilinçle harmanlanarak güncelleştirilip siyasal, sosyal, kültürel, toplumsal alanda bugüne taşınmasıdır. Türk toplumunun Kürtlerden ve Kürt özgürlük felsefesinden korkmaması gerekir. Özellikle bugün Rojava’da vücut bulan bu paradigma ekseninde oluşturulan özerk yapılanmadan korkmamalı. Asıl korkulması gereken; toplumu çürüten, yalnızlaştıran, şiddeti kutsayan bu tekçi ve tahakkümcü zihniyettir. Kürt özgürlük paradigması, Türklere toplumsal çürüme ve çözülmeden çıkış için güçlü bir çözüm gücü ve imkânı olarak görülmelidir. Kürt siyaseti öncülüğünde geliştirilen eşbaşkanlık sistemi, yerel demokrasi, halklar arası uzlaşıya dayalı birlik ve ekolojik bakış açısına sahip yönetim şekli, tekçi ve eril devlet zihniyetine karşı alternatiftir. Bu perspektif, ahlaki ve politik toplumu esas alır. Kadın özgürlüğünü toplumun özgürleşmesinin merkezine koyar. Doğayı bir kaynak değil, yaşamın ta kendisi olarak görür. Bireyi yalnızlaştıran değil, toplumu güçlendiren bir yaşam anlayışı önerir.

Ahlaki ölçüyü, kolektif sorumluluk duygusunu ve ortak yaşam bilincini yeniden inşa etmeyi hedefler. Türkiye toplumunun, bugün en çok yitirdiği şey de ahlaki ve politik ölçüdür. Şiddetin sıradanlaşması, kadın bedeninin metalaştırılması, doğanın yağmalanması ve gençliğin çürütülmesi; hepsi bu zeminin kaybıyla ilgilidir. Kürt özgürlük felsefesi ise bu zemini yeniden kurma iddiasındadır. Bu anlamda barış, yalnızca silahların susması değil, toplumun yeniden inşasıdır. Elbette tarihle yüzleşmeden barış olmaz. Kadın özgürlüğü olmadan demokrasi kurulmaz. Ahlaki ve politik topluma yönelmeden kardeşlik yeşermez. Bütün bu hakikatlerin ışığında, bugün ihtiyacımız olan şey daha fazla güç, daha fazla fetih hikâyesi ya da daha fazla tahakküm değildir. İhtiyacımız olan; bu coğrafyanın özünden beslenen, yaşamı merkeze alan, eşitliği ve özgürlüğü esas alan bir toplumsal yeniden kuruluştur. Dolayısıyla kültür, sanat, edebiyat ve sinema, şiddeti yeniden üretmek yerine toplumsal iyileşmenin araçları hâline gelmelidir. Bunun için de cesur bir yüzleşme, samimi bir sorgulama ve mevcut kültür endüstrisinin ideolojik işlevinin açıkça tartışılması gerek.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.