İşçileşen Kürt, Kürtleşen işçi

  • 100 bin nüfusu olan Batman gibi bir kentte binlerce yurtsever işçi ve işçi ailesi oluşmuştu. Bu durum, kentin genelinde sınıfsal refleks sahibi bir ulusallığın gelişimi sonucunu doğurdu, Silvan, Kozluk, Kurtalan, Bismil, Gercüş gibi çevre ilçeleri de etkiledi. Bu alanlarda da ulusal aydınlanma ile birlikte sınıfsal karakteri de gelişen bir nüfus ortaya çıktı. 

MIHEME PORGEBOL

 

Kürdistan işçi sınıfının geçmişi ve mevcut durumunu kavrayabilmek için öncelikle dünyada işçi sınıfının örgütlü uyanışının başlangıcına gitmek gerekir. Böylece sömürü kıskacındaki Kürt emekçisinin örgütlenişini kavramak daha mümkün olacaktır. Bu doğrultuda geçmişe baktığımızda ise Avrupa’da 18. ve 19. yüzyıllarda gelişen Endüstri Devrimi’ne ve beraberinde getirdiklerine odaklanmak gerek. Endüstri Devrimi, Avrupa’da işçi sınıfına yönelik sömürüyü keskinleştirmiş; işçi nüfusu da sömürüyle doğru orantılı olarak günden güne artmıştı. İşçilerin hoşnutsuzluğu ve itirazları, işçi hareketlerini, lokalleri, grevi ve ludizmi doğuracaktı.
Avrupa’da eylem ve kavramların toplumsallaşması, günden güne daha geniş kitleler tarafından benimsenmesi, Osmanlı İmparatorluğu ve daha sonra kurulacak olan Türkiye Cumhuriyeti’ni de etkiledi. Buradaki sigara, alkol, tekstil ve benzeri birkaç iş kolunda çalışan on binlerce işçi, gelişen bu farkındalıktan etkilendi. Bu da Marmara merkezli olmak üzere Türkiye İşçi Hareketi diye adlandırılabilecek dönüşüme ve arayışa neden oldu. Bu arayış, Türkiye’deki işçi hareketinin temeli de sayılabilir.

Kürdistan işçi sınıfı ve ilk örgütlenmeler

Kürdistan’da işçi sınıfının mücadelesi ve sınıfsal hareketi konusunda ise pek çok nedenden ötürü 1950’li yıllara kadar bir gelişim göremeyiz. Merkezi idarenin “geri bırakma” planı, Kürdistan halkının daha çok sanayi dışı üretimlerle ilgilenmesi, güçlü bir sermaye birikiminin olmayışı, Osmanlı ve Cumhuriyet idarelerinin Kürdistan’da sermaye birikimini kendilerine bağlı feodal çevrelerle sınırlı tutup ağalığa, tarımsal üretime yönlendirmesi, bu gerekçelerin en önemlileridir. Kürdistan’da daha çok zanaatkârlık, tarım, esnaflık, hayvancılık gibi alanlar egemen olmuş; endüstriyel üretime dayalı işçilik, ancak 1930’lu yıllardan sonra başlamıştı. Elazığ Bakır Maden İşletmeleri, Mazıdağı’daki fosfat fabrikası, Batman ve Diyarbakır’da 1950’lerden itibaren faaliyet gösteren petrole dayalı üretim ve rafinaj tesisleri, Shell ve Mobil gibi dev petrol şirketlerinin Kürdistan’daki faaliyetleri, işçilik bilinci ve sınıf mücadelesine dair farkındalığın ilk nüvelerini de oluşturdu. Bu gelişmelere paralel olarak 1950’li yıllardan itibaren ilk sendikal örgütlenmeler başladı. 

Büyük 1967 greviyle ortaya çıkan arayış

Antep, Elazığ, Diyarbakır gibi illerde 1960’larla birlikte yarı işçi yarı köylü ve öğrenci-işçilerin arayışları sınıf temelli başlamış olsa da bunun kitlesel bir harekete dönüştüğü söylenemez. Ancak bu arayışların sahada örgütlü eylem ve grevlere dönüşmesi kaçınılmaz oldu. Bu tarihlerde Kürdistan’da yapılan en etkili işçi eylemi, binlerce insanın katıldığı 1967 yılındaki Batman Petrol-İş grevi oldu. Bu grevde işçiler tren raylarına yatmış, üretimi engellemiş ve tankların önüne geçmişti. TPAO işçilerinin Batman’da yaptığı bu grevin temel talebi, insan onuruna yakışır koşullarda çalışmak ve ücretlerin yükseltilmesiydi. Özellikle ODTÜ’lü mühendisler ve 68 kuşağı öğrenci gençliğiyle ilişkilenen yerel sendika ve işçiler, bu grevi, ağırlaşan iş koşullarının iyileştirilmesi, ücretlerin düzeltilmesi ve adil işçi alımı talepleriyle başlatmıştı. Zira o dönemlerde ağa, bey ve bürokraside yetkili insanların iki dudağı arasında olan işçi alımları gençler ve işsizler arasında tepkilere, bu tepkiler de yeni bir arayışa yol açıyordu. 70’li yıllara tekabül eden bu arayış, tamamen sınıfsal bir kimlik kazanmıştı. Köylerden Batman, Diyarbakır ve Antep’e yaşanan ekonomik göçlerle birlikte cılız da olsa Kürdistan’da işçi hareketleri başlamıştı. Yoğunluklu olarak Petrol-İş sendikası çevresinde gelişen bu örgütlülüğün öncülüğünü ise sendikanın Batman’daki şube başkanı İhsan Dündar ve ekibi yapıyordu. 

Apocu öncü kadrolar

O zamanlar yeni örgütlenen Apocu gençliğin Batman ve Antep gibi illerde petrol işçileri ve inşaat emekçileriyle ilişkilenmesi de bu yıllarda başladı. PKK’nin kurucu kadrolarından Haki Karer Antep’te, Mahsum Korkmaz ve Mazlum Doğan gibi öncü Apocu kadrolar da Batman ve Diyarbakır’da işçi sınıfıyla yoğun ilişkiler geliştirdiler. Belki de bu ilişkilerin bir daha kopmaz bağlarla bağlandığı olay, 1980 Petrol-İş Batman Şube Başkanlığı seçimleriydi. 1980 yılında Batman’da yapılan Petrol-İş sendikası seçimleri, devrimci ve tüm sol/Kurdî fraksiyonların ilgisini çektiği gibi Sıkıyönetim Komutanlığı’nın da ilgisini çekiyordu. Nüfusu 70-80 bin olan bir ilçedeki 7 bin işçinin bulunduğu bir örgütte -ki bu sayı aslında kent nüfusunun yarısının temsiliyetine tekabül eder- seçim olacaktı. 

Sıkıyönetim komutanı Binbaşı Temel Cingöz ve ekibi, devrimcilerin yani Apocuların adayına karşı geniş bir örgütlenmeye girişti. Daha sonra Hizbullah örgütünün lideri olacak olan, o zamanın MTTB (Milli Türk Talebeler Birliği) üyesi Hüseyin Velioğlu’nun başkan adayı olmasına geniş bir destek verilecekti. Ancak Sıkıyönetim Komutanlığı‘nın çabaları, Apocu gençlik tarafından boşa çıkarıldı ve bu seçimi yurtsever işçiler kazandı.

Kürt kimliğiyle işçi kimliği buluşuyor

Tüm bu gelişmelere rağmen dünyada olduğu gibi Kürdistan’da da etnik ve sınıfsal aidiyetlerin tam anlamıyla bir araya geldiğini söylemek doğru olmaz. Ancak Kürdistanileşen bir işçiden ve işçileşen Kürdistanilikten kısmen de olsa Kürt Özgürlük Hareketi’nin doğuşu ve büyümesiyle söz edilebilir. Batman, Diyarbakır, Antep, Van, Urfa gibi illerde, özellikle 70’li yıllardan sonra öbekler hâlinde de olsa var olan işçilik, ulusal bilinçten ve Kürdistan’ın bir sömürge olduğu gerçeğinden bihaberdi. 80’lere doğru Apocu gençliğin söz konusu alanlarda işçilik yaparak yürüttüğü faaliyetler, özellikle Batman petrol emekçileri arasında karşılık buldu. Birkaç yıllık bir çalışmadan sonra köyden kente henüz göçmüş binlerce işçiyle kurulan ilişkiler, iş yeri komitelerinin kurulması gibi faaliyetler sonucunda işçileşen bir köylülük ve Kürdistanileşen bir işçilik gerçeği açığa çıktı. Bunu sağlayanlar da yine Mahsum Korkmaz ve Mazlum Doğan gibi devrimcilerin ilmek ilmek ördüğü militanca çalışmalardı. İşçiler içinden de Abdullah Gülseren ve Ahmet İbin gibi daha sonra Kürdistan Özgürlük Hareketi saflarında ölümsüzleşen devrimci işçi önderleri de Kürdistan işçi sınıfının örgütlü mücadelesine öncülük eden isimlerdendi.

İşçi halkın adayı: Edip Solmaz

100 bin nüfusu olan Batman gibi bir kentte binlerce yurtsever işçi ve işçi ailesi oluşmuştu. Bu durum, kentin genelinde sınıfsal refleks sahibi bir ulusallığın gelişimi sonucunu doğurdu. Bu dönüşüm ve gelişim, Silvan, Kozluk, Kurtalan, Bismil, Gercüş gibi çevre ilçeleri de etkiledi. Bu alanlarda da ulusal aydınlanma ile birlikte sınıfsal karakteri de gelişen bir nüfus ortaya çıktı. Örneğin bu örgütlülük ve bilincin eseri olarak faşist 12 Eylül darbesinden önceki yerel seçimleri, halkın ve Apocu devrimcilerin adayı Edip Solmaz kazandı. 

PKK kadroları öncülüğünde konut kooperatifleri

İkinci önemli örnek de 12 Eylül darbesinden sonraki gelişmelerdi. Cunta, tüm Türkiye ve Kürdistan’da hemen herkesi sindirmiş, susturmuş; devrimci örgütlerin çoğunu ya tasfiye etmiş ya da ülke dışına çıkarmış; her türden örgütlülük dağıtılmış ve insanların kendilerini ifade edebilecekleri hiçbir alan kalmamıştı. Tam da böyle bir ortamda etnik ve sınıfsal sentezi yakalamış binlerce işçi ve sendika, PKK’li kadrolar öncülüğünde yaşamın her alanında örgütlenmiş, Batman’ın ve Kürdistan’ın ilk konut ve tüketim kooperatiflerini kurmuştu. Köyden kente yeni göçen, işçileşen ve yurtseverleşen binlerce işçiyle birlikte Yeşilevler, 206 Evler, Yüz Evler, Bahçelievler gibi sonradan hepsi birer mahalleye dönüşen ve işçilerin bir arada yaşadığı konut kooperatifleri kuruldu. Böylelikle hem bir dayanışma ağı örüldü hem binlerce insana yıllar boyu çalışma olanağı sağlandı hem de oluşan yurtsever işçi mahalleleriyle kente bir kimlik kazandırıldı. Geniş bir toplumsal kesimin örgütlülüğü sağlandı. Politik-yurtsever kimliği olan hatırı sayılır bir nüfusun kentin en dinamik toplumsal gücü olması sağlandı. 

Kürdistan’dan Marmara Havzası’na

Köyden kentlere göçün en yoğun olduğu süreç, 90 sonrası oldu. Özellikle özel savaş uygulamaları olan köy yakmalar ve göç ettirmelerin Türkiye metropollerine savurduğu ve zaman içinde kendini eğiten Kürt ve Alevi emekçiler, Marmara Havzasında (Gebze, Kocaeli, Dilovası, Kartal, Tuzla, Pendik, Trakya-Çorlu, Çerkezköy vb.) sınıfsal ve sendikal mücadelenin de öznesi oldular. Daha sonra da giderek politik mücadelenin öznesi ve öncüsü olma, Türk, mülteci ve diğer kimliklerden emekçilerle ortak sınıfsal ve ideolojik mücadeleyi örme ve büyütme başarısını gösterebildiler. 

Kimlik ve sınıf mücadelesi bir arada

Kürdistan’da 90’lı yıllar; savaşla birlikte serhildanların da yoğunlaştığı, devrimci savaşın derinleşmesi ve genişlemesiyle beraber özel savaş yöntemlerinin de rutine döndüğü yıllardır. Emekçi Kürt köylüsü, kurtuluş ve devrim kavgasına omuz verdiği an özel savaş aygıtının hedefi oldu, binlerce Kürt köyü yakılıp milyonlarca köylü yerinden yurdundan yani kendi doğal üretim alanlarından koparılıp yabancısı olduğu bir hayata sürüldü. Yine o yıllarda ilk örgütlenmelerini yapan ve kamu çalışanı olan yurtsever emekçiler, sermaye ve iş gücü henüz Kürdistan kentlerine yığılmamışken ve ortada henüz sınıf denebilecek bir işçi kitlesi yokken Urfa, Mardin, Diyarbakır, Batman, Van, Siirt ve Ağrı gibi kentlerde hem sınıf mücadelesinin hem de ulusal mücadelenin demokratik ve toplumsal yönüne güç verdiler. Bu katılım, özel savaş aygıtının gözünden kaçmadı. 1987 yılında Batman’da Recep Tiril adlı itirafçının beyanlarıyla 100’e yakın TPAO-Tüpraş işçisi tutuklandı, daha sonra da işten atıldı. 

Cinayetler ve sürgünler gölgesinde emek mücadelesi

Yine 1990 ile 1995 yılları arasında Batman Petrol-İş Sendikası’nın hemen hemen tüm başkan ve yöneticileri defalarca gözaltına alınıp tutuklandı; sendika yöneticilerinden İsa Özer, Emin Kahraman ve Tüketim Kooperatifi Müdürü Habip Kılıç katledildi. Daha sonra KESK’te örgütlenen Ramazan Aydın Bilge, Zübeyir Akkoç, Ahmet Bayhan, Recep Oyur ve Ramazan Yüce gibi yurtsever emekçiler de katledilecek, yüzlerce kamu emekçisi salt sınıf ve demokrasi mücadelesi yürüttüğü için ya tutuklanacak ya da işten atılacaktı. Turgut Özal hükümetinin 15 Aralık 1990’da yürürlüğe koyduğu sansür-sürgün kararnamesinin ilk hedefi yine Kürdistanlı işçiler olacak; Batman SSK Hastanesi’nde ambulans şoförü olarak çalışan işçi M. Emin Altun Yozgat’a, aynı hastanede işçi olarak çalışan M. Şirin Tekik Kırşehir’e, Siirt’te avukatlık yapan Zübeyir Aydar da Çankırı’ya sürgün edilecek; devam eden yıllarda da bu sürgün uygulaması rutine dönüşecekti. 

PKK’yle ulusal ve sınıfsal bir karakter

Kentlerde işçiler üzerinden gelişen, aynı zamanda bir emek hareketi de olan Kürt Özgürlük Mücadelesi boy verdikçe denizi kurutma planı hız kazanıyor, yakılıp boşaltılan köylerden  Kürdistan kentlerine milyonları aşan bir göç başlıyordu. Böylelikle pek çok il ve ilçe nüfusu ikiye katlanıyor, kentlerde üretim süreçlerinin dışına itilmiş depolitize bir nüfus hedefleniyordu. Ancak faşizmin gözden kaçırdığı önemli bir husus da Kürt Özgürlük Hareketinin adının “Partiya Karkerên Kurdistan” (Kürdistan İşçi Partisi) olduğu ve yerinden edilmiş insanların bu hareket bünyesinde hem ulusal hem de sınıfsal bir karakter kazandıklarıydı.

İşe alımlarda uygulanan beyaz soykırım

Özel savaş aygıtının göç ettirme ve böylelikle denizi kurutma hayali, Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin tüm bileşenlerinin mücadeleyi ortaklaştırarak büyütme başarısıyla medfun edilecektir. Bu durum, devletin emeğiyle geçinen Kürtlere dair stratejisinde değişiklik yapmasına yol açtı. Zira Apoculardan önce Kürt halkını gönüllü göçe özendirmek amacıyla on binlerce Kürt, Türkiye’nin batısındaki birçok tesiste işe alınıyordu; bununla da bir iki kuşak sonrası için “beyaz soykırım” hedefleniyordu. Ancak PKK öncülüğündeki direniş derinleştikçe, özellikle Tansu Çiller yönetimiyle birlikte, Kürtlerin entegre endüstriyel iş kollarında çalıştırılması politikası devreye sokuldu. 1997-2000 yılları arasında Batman TPAO’ya bile istihdam edilen işçilerin yüzde yetmişi, Türkiye’nin batısından seçildi. Her ne kadar yerel yönetimler ve işçi örgütlerinin çabasıyla 2011 yılından itibaren bu işe alım usulü değişse de devlet, Kürt kimliğiyle özdeşleştirmek istediği garsonluk, komilik, inşaat işçiliği, temizlik işçiliği, atık toplayıcılığı gibi birçok iş kolunu Kürtlere dayattı. Buradaki temel amaç, Kürt emeğini niteliksiz ve geleceksiz bırakmaktı. 

15 milyon işçi

2000’den sonraki Türkiye işçi sınıfını ve mücadelesini değerlendirdiğimizde ise bu sınıfın ve mücadelenin en büyük dinamiği ve öncü gücünün Kürdistani emek ve işçiler olduğunu unutmamak gerekir. Günümüzde Türkiye’de memurlar da dâhil edildiğinde işçi diye addedilen nüfus, bakanlık verilerine göre yaklaşık olarak 15 milyonla ifade edilebilir. Bu nüfusun yaklaşık 2 milyonu KESK ve Memur-Sen gibi sendikalarda örgütlüyken geriye kalan 13 milyon nüfusun ancak 2 milyonu bir örgütlülük sağlayabilmektedir. Bu 2 milyon örgütlü işçinin 800 bini Türk-İş, 750 bini Hak-İş ve 450 bini de DİSK üyesidir. 

Türkiye’de reel işçi örgütlülüğü

Öte yandan yine bakanlık verilerine göre bu 15 milyonluk işçi nüfusunun yaklaşık 7 milyonu Kürt’tür. Bu 7 milyon nüfusun yalnızca 3 milyonu Kürdistan’dadır, geri kalan 4 milyonluk nüfus  Türkiye’nin farklı bölgelerine yayılmıştır. Kürt işçisi, Türkiye’de günümüz koşullarında da örgütlenme imkânı bulamamaktadır. Mevcut Kürt işçi nüfusunun ancak 1,5 milyonu örgütlüyken bu 1,5 milyonun 300 bini KESK, 400 bini Memur-Sen, 200 bini DİSK, 300 bini Türk-İş ve 300 bini de Hak-İş’te örgütlenebilmiştir. Yukarıda bakanlık verilerine dayandırılarak verilen rakamların yanıltıcı olabileceği de şüphe götürmez. Zira bu rakamlara göre Türkiye’deki işçi-memur örgütlülüğü oranı yüzde 25’lerdedir. Oysa gerçek şu ki devlet-işveren nezdinde “yaptırım gücü olmayan”, kamu emekçilerinin tüm direngen çabalarına rağmen muhatap bile görülmeyen sendikalara üye memur sayısını düştüğümüzde Türkiye’deki reel işçi örgütlülüğü ancak yüzde 10 civarındadır. 

‘Newrozları 1 Mayıslarla buluşturmak’

Kürdistan Özgürlük Hareketi’yle hem ulusal bilinç hem de sınıf bilinci edinen Kürt işçiler, günümüzde Kuzey Kürdistan’da ciddi bir dinamiktir. Hem demokratik toplumsal mücadeleden beslenen hem de özgürlük arayışına katkı sunan bir pozisyona evrilmiştir. Yerel yönetimlerde çalışan binlerce emekçi, kamu veya özelde çalışan binlerce KESK, DİSK, Türk-İş üyesi işçi-memur, doksanlı yılların başından itibaren gah Türkiyeli emek örgütleriyle gah müstakil bir tarzda sınıfsal ve ulusal demokratik bir tarz tutturmuş, yüzlerce eylem ve etkinlik gerçekleştirmiştir. Demokrasi ve emek platformları biçiminde bir ifadeye de kavuşan Kürdistan işçi sınıfı, 2007-2012 yılları arasında Van ve Urfa’da büyük ulusal-sınıfsal miting ve yürüyüşler gerçekleştirdi. 2011’den 2015 yılının 1 Mayıs’ına kadar Batman, Amed ve Van’da on binleri aşan katılımla ve “Newrozları 1 Mayıslarla buluşturmak” perspektifiyle yoğun bir eylemsellik süreci yaşandı. 

Hem devrim hem sınıf  mücadelesinin şehidi

Rojava Devrimi sürecinde Kürt işçi sınıfı tavrını koymuş, yeterli düzeyde olmasa bile devrime katılım göstermiştir. Suruç ve diğer alanlarda kamuoyu oluşturmak, maddi-manevi dayanışma göstermek gibi “zaten yapılması gereken” işler yapmış ve Batman Belediyesi’nde işçi olarak çalışmış Necmettin İlhan, hem sınıf mücadelesinin hem de Rojava Devrimi’nin şehidi olarak tarihe adını yazdırmıştır. 

Depolitize edilmiş bir arabesk yaşam dayatması

Günümüze yaklaştığımızda ise Kürdistan’da tüm organize sanayi bölgelerinde ve tekstil atölyelerinde, özellikle İstanbul’dan Kürdistan’a göç ettirilmiş yüz binlerce genç erkek ve kadın çalışmaya başladı. Ancak bu insanların büyük bölümünün yurtsever duygulara sahip olmakla birlikte işçi sınıfı bilinci bağlamında bir aidiyet hissetmediği açık. Kürdistan’ı bir sömürge olarak değerlendirme eğiliminden uzak duruyorlar. Çalıştıkları işi, aynı zamanda akrabası-köylüsü olan patronun ve devlet yerine geçmiş babanın bir lütfu olarak görüyorlar. Yine sistemin bu gençlerin çalıştıkları tüm alanları depolitize ederek arabesk yaşamı dayattığı gerçeği de var. Bu noktada etkili kişi ve kurumların ilgisizliği, bu kitleye dönük ideolojik ve sınıfsal dokunuşlardan ziyade seçimden seçime ziyaret edilecek bir kitle olarak görmekle yetinmesi, bu devasa kitlenin sınıfsal büzülme yaşamasına ve doğal olarak da Kürdistan’ı bir sömürge olarak değil, “hakları tam olarak verilmemiş bir coğrafya” olarak değerlendirmesine yol açtı. Oysa Kürdistan’ın bir sömürge olduğu açık. Sermaye birikiminin Kürdistan’a son 20 yılda uğramasına ve devlet eliyle özel sektörde bir fabrikasyonun başlamasına dair güçlü bir örgütlü yaklaşıma ihtiyaç olduğu ise su götürmez.

NOT: Bu yazının oluşmasında büyük emeği geçen ve aktarımlarıyla yön veren Sayın Mustafa Mesut Tekik’e katkılarından dolayı teşekkürler.

 

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.