Kürt Meselesi: Çözüm mü, çöküş mü?
Forum Haberleri —

Kürt direnişi
- İmralı süreci, hem devletin baskı ve çözüm politikalarının kesişiminde sıkışırken, hem de küresel ve bölgesel aktörlerin bu meseleye yaklaşımıyla doğrudan bağlıdır. Türkiye’nin bu süreçte izlediği yolun, ‘teslimiyet’ mi yoksa ‘stratejik çözüm’ mü olduğunu anlamak için gelişmeleri dikkatlice analiz etmek gerekir.
HÜSEYİN YILMAZ
Ortadoğu, devletlerin değişime uğradığı, sistemlerin yıkıldığı, sınırların değiştiği ve yeniden çizildiği ve yeni devletlerin kurulma olasılığının giderek arttığı bir süreçle karşı karşıya. Türkiye’de ise Bahçeli’nin öncülüğünde dikkat çeken bir İmralı süreci girişimi öne çıkıyor. Bahçeli, genellikle derin devletle özdeşleştirilen ve milliyetçi bir ideolojinin temsilcisi olarak, bu girişimde silah bırakma çağrısını ve Kürt Hareketi’ne teslimiyet dayatmasını gündeme getiriyor. Bu durum, 50 yıllık bir mücadelenin karşısında devletin baskın tutumunu gözler önüne sererken, tüm karmaşaya rağmen umutlu bir gelecek arayışını da öne çıkarıyor.
Coğrafya, tarih, ideolojik çatışmalar ve küresel güç dengeleri bu bölgenin kaderini belirleyen temel unsurlar. Türkiye’nin içinde bulunduğu durum ise hem bölgesel gelişmelerle hem de iç siyasi dinamiklerle yakından bağlantılıdır.
Bahçeli devlet adına inisiyatif alması ile İmralı girişimi meselesi, devletin Kürt meselesine yaklaşımında yeni bir sayfa açabilir. Ancak bu tür girişimlerde genellikle çok katmanlı stratejiler devreye girer. Derin devlet, pragmatik adımlar atarken, bu adımların görünürdeki amacıyla perde arkasındaki gerçek hedefi her zaman örtüşmeyebilir. İmralı süreci, hem devletin baskı ve çözüm politikalarının kesişiminde sıkışırken, hem de küresel ve bölgesel aktörlerin bu meseleye yaklaşımıyla doğrudan bağlıdır. Türkiye’nin bu süreçte izlediği yolun, ‘teslimiyet’ mi yoksa ‘stratejik çözüm’ mü olduğunu anlamak için gelişmeleri dikkatlice analiz etmek gerekir.
Son yıllarda Türkiye’nin hem içeride hem de dışarıda kullandığı ‘şantaj’ ve ‘koz kullanma’ stratejileri oldukça belirgindir. Mülteci meselesi, Avrupa’ya karşı bu stratejinin belirgin bir örneğidir. Türkiye, jeopolitik konumunun getirdiği avantajları diplomatik müzakerelerde pazarlık aracı olarak kullanılıyor. Aynı strateji İmralı meselesi üzerinden de uygulanabilir. Önder Abdullah Öcalan’ın denkleme dahil edilmesi, içerideki Kürt seçmenini dizginlemek ya da yönlendirmek için bir taktik olabilir. Bunun yanı sıra, dış güçlere karşı da bir denge oyunu oynanıyor olabilir.
Ancak bu tür bir ‘şantaj siyaseti’ kısa vadede sonuç vermiş gibi görünse de, uzun vadede güven ve istikrar kaybına yol açar. Avrupa, mülteci meselesinde Türkiye’nin kullandığı kozu zamanında savuşturmuşken, Kürt meselesinde de benzer şantaj siyasetini devam ettirmesi, içerideki dinamikleri daha da zorlaştırabilir. Türkiye’nin Kürt Siyasal Önderliği’ni göz ardı ederek yürüttüğü ‘silah bırakma’ çağrısı, aslında bir tür ‘yok etme’ tehdidi anlamına geliyor. Ancak, gerçek anlamda bu güce sahip olsaydı, imha politikasını çoktan hayata geçirmiş olurdu. Zaten 40 yıldır yapmaya çalıştığı tam da bu imhaydı. Ancak, bu güce sahip olmadığı yaşanılan savaş pratiğinde de ortaya çıkmıştır.
Türkiye’nin Kürt meselesindeki temel sorunu, geçmişten gelen ‘homojenleştirme’ ve ‘bölünme korkusu’ politikalarının günümüze kadar devam etmesidir. Bu tutum, Kürt halkının varlığını bir tehdit olarak algılarken, aynı zamanda kendi sonunu hazırlıyor. Kürtlerin varlığı ve kendi kaderini tayin hakkı, demokratik bir dönüşüm için fırsat olarak değerlendirilebilirken, yine imha ve baskıcı yöntemlerle çözülmeye çalışılması, sadece çöküşü hızlandırır.
Türk devletinin tekrar kayyım politikasını devreye koyması da Kürt halkının direnişi karşısında korku ve çaresizliğin bir yansıması değil mi? Bu politikalar, içeride ve uluslararası alanda Türkiye’yi daha da yalnızlaştırırken, Kürt halkının demokratik ve özgürlükçü mücadelesi ise Ortadoğu’da ve dünya çapında umut verici bir dönüşümü işaret etmektedir. Rojava’da geliştirilen model, kadın özgürlüğü, ekolojik toplum ve doğrudan demokrasi gibi evrensel değerlerle, sadece Kürtler için değil, tüm bölge halkları için bir umut kaynağıdır
Kürtlerin dört parçaya bölünmüş bir halk olarak yaşadığı tarihsel acılar, onları dayanıklı ve mücadeleci kılmıştır. Bu direniş, sadece silahlı bir mücadele değil, aynı zamanda kültürel ve ideolojik bir hareketin gücünü yansıtır. Kürtlerin uluslararası diplomatik alanda kazandığı meşruiyet, bölgedeki diğer halklar için de bir model oluşturuyor.
Türk devletinin mevcut politikaları, hem içeride hem de dışarıda giderek daha fazla karşılık bulmaktadır. Kürt halkının demokratik taleplerini tanıyan bir yaklaşım, hem iç barışı sağlayabilir hem de Türkiye’nin uluslararası itibarını artırabilir. Ancak şu anki politikaların uzun vadede sürdürülebilir olması mümkün görünmüyor.
Kürt halkı, sadece bir halk olarak haklarını savunmakla kalmıyor, aynı zamanda Ortadoğu için bir barış, demokrasi ve özgürlük modelini şekillendiriyor. Türkiye’nin Kürt halkının taleplerini dikkate alarak, demokratik bir çözüm sürecine gitmesi, sadece bölgesel barışı değil, ülkenin uluslararası alandaki konumunu da güçlendirecektir.