Kürt-Türk ‘kardeşliği’ sahtekarlığı

Forum Haberleri —

Sömürgecilik

Sömürgecilik

  • Kürtleri boş ve sahte kardeşlik, dindaşlık edebiyatıyla kandırmak mümkün değildir. Kürtler anayasada bir halk olarak yer almanın gerisine düşecek muğlak, belirsiz ifadeleri hiçbir biçimde kabul etmeyecektir. Bu ucuz ve sahte edebiyattan Kürtler artık bıkmışlardır.

BAHATTİN SEMSÛR

Eğer hukuki düzenleme doğru ve tarihsel, ulusal ve toplumsal gerçeklere göre yapılmamışsa sorunlara yol açar. Bu sorunlar, farklı düzeylerde politik ve askeri çatışmalara yol açarlar. Kürt halkının sorunu, haklarının anayasa-yasalarda sınırlanması değil, tümden anayasada yer almaması ve anılmamasıdır. Yani yok sayılmasıdır. Dolayısıyla olmayanın hakkı da olmaz! Olmayan, hak da talep edemez! Tersi her davranış ağır baskı, işkence, hakaret, katliam, zindan vb. olmuştur. Yüzyılı aşkın bir süreden beri dört dörtlük bir soykırım stratejik planlaması yürürlüktedir.

Türk ulus- devletinin var oluş ve kendini süreklileştirme felsefesinin özünü ve esasını bu oluşturur. Onun için de Kürt halkına hiçbir biçimde anayasa ve yasalarda yer vermemeyi Türk ulusunun var oluş esası haline getirmişlerdir. Kürtlerin varlığını Türklerin yokluğu, Kürtlerin inkar edilmesi ve yokluklarını ise Türklerin varlığı olarak görmüşlerdir. Bu zihniyetle Kürt halkının zamanla zayıflamasını ve kendini inkar eder hale gelmesini, Türk halkının da ırkçı-şoven düşünce ve duygu zehriyle yoğrulmasını hedeflemiştir.

Gerçekte Türk devletinin oluşumunda ve iktidar olan partilerinde Kürtlerin varlığına ve özgürlüğüne karşı büyük bir kin ve düşmanlık vardır. Ama söylemde, Kürt-Türk kardeşliği, din kardeşliği, herkesin kanun önünde eşit olduğu, ortak tarih ve geçmişlerinin olduğu, Çanakkale vb. şeyler hep dillendirilir. Kardeşlik söylemleri, derin düşmanlığı, köklü inkarcı-soykırımcı zihniyetlerini ve politikalarının üstünü örtmek, Kürtlere bunu hissettirmemek, hissetseler de işin özünü anlamamaları için bunu özellikle yapmışlardır. Yoksa, Kürtleri inkar etmelerine anayasanın hiçbir yerinde Kürt varlığına ve haklarına dönük tek kelime olmamasına rağmen, bir halkı nasıl denetimleri altında tutacaklardı?

“Kürt’e düşman oldukları halde, düşman gibi davranmama” pratiğinin tam teşekküllü ifadesi AKP’nin 2007 yılında MiT’e hazırlattığı raporda Kürt halkına yönelik tedbirlerin ikinci maddesinde mevcuttur. Maddeyi olduğu gibi aynen aktarıyoruz:

“2- Başta öldürülen PKK’lıların aileleri olmak üzere yakın çevrelerine yönelik olarak kapsamlı rehabilitasyon çalışmaları başlatılmalıdır. Bu insanlar düşman oldukları halde, düşman olarak görülmemeli, kendilerine öyle davranılmamalıdır. Terör ile mücadelede terör sürecinin yaşandığı coğrafyanın insanlarının büyük çoğunluğu potansiyel suçlu olmakla birlikte, bunların potansiyel suçlu olarak görülmesi ve bunun onlara yansıtılması tepkilere yol açabilir…”

Düşmanken, düşman olduğunu yansıtmama, tam bir rol kesme, ikiyüzlülük, sahtekarlık, yalancılık, inkarcılık, samimiyetten uzaklık değil de nedir?

Böyle bir zihniyet, hiç Kürt’ün anayasada, varlığını ve özgürlüğünü güvence altına alır mı?

Bu zihniyetin kökü Türk ulus- devlet zihniyetinin oluşum sürecine dayanır. Bilindiği gibi bu örgütlü kötülüğün öncesi de olmakla birlikte sistematik olarak İttihat-Terakki döneminde başlar. Şu bir gerçektir, İttihatçılar, tarihten köklü olarak tasfiye edilmediler. İttihatçıların önemli bir kesimi Kemalistleşti. Kemalistlerin öncü kadroların ezici çoğunluğu bu faşist-ırkçı gelenekten gelir. Ve gelenek önemli oranda sürdürülmüştür.

İttihatçıların güçleri yetse, sadece Ermenileri-Süryanileri soykırıma uğratıp Kürtleri asimile etmekle yetinmeyeceklerdi. Türklerin ulus-devlet kurmaları ve geleceğini garanti altına almak için, Türk nüfusundan katbekat büyük bir nüfusa sahip Arap halkını dahi asimile etmeyi düşünmüş, tartışmışlar ve bunu yazmışlardır.

Türk devletinin inkarcı 1924 Anayasası’nı hazırlayan komisyonun başkanlığını ve aynı zamanda raportörlüğünü de yapan Nuri Celal İleri eski ittihatçıdır. “Tarihi İstikbal” adlı kitabında Arap halkının nasıl asimile edileceğini ortaya koymaktadır: Şöyle yazıyor “Devlet Suriyelileri topraklarını terk etmeye zorlamalı ve Yemen ile Hicazı, Türk kolonileri haline getirerek Türkçenin dini dil olması gerektiği gerçeğini yaymalıdır. Kendi varlığımızı korumak için, tüm Arap topraklarını Türk topraklarına dönüştürmek zorundayız. Çünkü yeni nesil Araplar, milliyetçi duygular beslemekte ve bize büyük bir felaket tehdidinde bulunmaktadır. Bu duruma karşı tedbirli olmalıyız.” 

Bu zihniyet Lozan Konferans sürecinde hem de “misak-ı milli ”, “vatan Kürtlerin-Türklerin ortak yeridir, din kardeşiyiz, Kürtler bir millettir, Türklerle aynı haklara sahiptirler, Meclis Türklerin, Kürtlerin, Lazların vb. Meclisi’dir” diye diye Kürtlerin hakları yok sayılmıştır. Öyle ki M. Kemal, Hasan Hayri isimli Dersim milletvekiline “Kürdi kıyafetlerini” giyerek Meclis’e gelmesini söylemiştir. Sonra, H.Hayri Kürt kıyafeti giydiği için idam edilmiştir. M. Kemal’in kendisi de birçok kez hem Kürtlerden hem onların haklarından hem de Kürdistan’dan söz etmiştir. Fakat iş 1924 Anayasası’nın hazırlanmasına geldiğinde, Kürtler resmi olarak, haklarıyla birlikte yok sayılmışlardır. Lozan’da da hiçbir sonuç belgesinde yer almamasına özel bir önem gösterilmiştir. Sadece hakları yok sayılmamış, Kürtlerin varlıkları da yok sayılmıştır. Dolayısıyla Lozan Konferansı’nın hiçbir maddesinde yer verilmemiştir. Türk heyetinin en etkili yöneticilerinden birisi olan Rıza Nur, Kürtlerin ulusal azınlık haklarından yararlanmaması için nasıl yalanlar uydurduğunu övünerek anlatır.

 Çünkü Lozan’a bir planla gitmişlerdir. Lozan’a gitmeden önce BMM‘de Kürtlerin nasıl inkar edileceğine dair bir tartışma yürütülmüş ve sonuçlandırılmıştır. Konuyla ilgili Meclis’te ilk sözü alan, Süleyman Necati Güneri’dir. Bu faşist, ırkçı kişilik, konuşmasının merkezine, Lozan’da Kürtlerin inkar edilmesini koymuştur. Bu görüşünü ise Dr. Friç imzalı, Kürtleri yoksayan bir kitapta ortaya koymaktadır. İşin esası şudur ki, Kürtleri inkar yaklaşımı çok temelsiz, hatta sahte bir belgeye-kitaba dayandırılmaktadır. Bu kitap özel olarak İttihatçılar tarafından yazdırılmıştır. Bu kitabı esas yazan ise İttihatçıların Arnavut kökenli Milli Emniyetci elemanı Naci İsmail Pelister’dir (M.Bayrak Dersim-Koçgiri…). İnandırıcı olsun diye Dr. Friç adıyla yayınlanmıştır. Kürtleri inkar etmek için yazılan bu kitap kaynak olarak gösterilmiş ve konuşan milletvekillerinin tamamına yakını aynı çerçevede konuşmuştur. Dolayısıyla Lozan’da ileri sürülen temel görüş de bu inkar zihniyetidir.

Bunun nasıl bir komplo ve sinsi bir hesap olduğu çok açıktır, ama buna rağmen yine “şöyle kardeşiz, böyle din kardeşiyiz” demekten geri durmamışlardır.

Daha sonra 1924, 1961, 1982 Anayasaları’nda Kürtler yok sayılmışlardır. Hiçbir yasada yer verilmemiştir. Sadece tarih kitaplarındaki zararlı cemiyetlerin içinde Kürtlerden bahsedilmiştir. Dolayısıyla yüzyıl boyunca Türk halkının beyninde, ruhunda “Kürtler yoktur, varsa da zararlıdır” düşüncesi çok bilinçli olarak yerleştirilmiştir. Onun için de Kürtlerin halk olmaktan kaynaklı en ufak bir hak talebinde bulunması bölücülük, şakilik, terör vb. olarak suçlanmıştır. Oysa Kürtleri inkar eden de Türklere bu zihniyeti aşılayanlar da aynı zihniyettir. Bu zihniyetin sonucu büyük savaşlar, büyük yıkımlar yaşanmıştır. Ancak sonuçta inkarın ve inkarcıların gemisi karaya oturmuştur. Kürt halkı varlığını tartışmayla değil, direnişiyle kanıtlamıştır.

Dolayısıyla bu hukuksal konular günümüz ve önümüzdeki günlerin temel gündemini oluşturacaktır. Bununla birlikte önce bu inkar zihniyetinin kaynakları ile birlikte tartışılarak Türk halkının gerçekler konusunda aydınlatılması hayati önemde bir görevdir. Elbette bu da bir cesaret gerektirir. Çünkü artık Türk halkı o kadar yalana inandırılmıştır ki kimse çıkıp bu bir yalandı, bir yanlış siyasetti deme cesaretini kendisinde bulamıyor. Hala da bulamıyor, çünkü bu yalandan büyük rant, büyük sermaye ve büyük konfor alanları yaratanlar bu gerçeğin açığa çıkmasını istememektedir. Kürdistan’ı sömürge, Kürt halkını köle statüsünde tutmaya devam etmek istemektedir .Şimdi böyle bir gerçeklikle karşı karşıyayız.

Fakat yine de bu kesimler, cumhuriyeti birlikte nasıl kurduklarını ve işgale karşı birlikte savaştıklarını dile getirmekten geri durmuyorlar. Ama Kürtlerin anayasada yer almasını, hak hukuk sahibi olmasını da kesin bir dille reddetmektedirler. Bu nasıl kardeşlik? Bu gerçeklik her ne kadar sınırlı kesimlerde biraz aşılmışsa da tüm katılığıyla sürdürülmek istenmektedir. Hatta bu yönlü düşünce belirten açıklamalarda bulunan Türk halkından aydın devrimci demokratlar sırf bazı gerçekleri dile getirdikleri için bunları adeta ihanetçi sayar ve linç etmeye çalışmaktadırlar. Fakat, artık Haki ve Kemallerden sonra Emine Erciyes gibi, Ulaş Bayraktaroğlu ve Orhan Yılmazkaya gibi her iki halkın eşit-özgür kardeşliği için canını feda eden bir kültür yaratılmıştır. Kültürler kolay yaratılamaz, kolay da ortadan kaldırılamazlar.

İçine girdiğimiz hukuksal süreci doğru karşılamak için öncelikle bu konuda samimi olan herkese ciddi bir görev düşmektedir. Seferberlik halinde Türk halkına bu gerçeklerin anlatılması gerekir. İktidar partilerinin Kürt sorununu çözmedeki niyeti Türk halkına tarihsel gerçekleri anlatmadaki düzeyiyle ölçülecektir.

Sorunun muhatabı olan siyasi partiler, sendikalar, farklı sivil toplum örgütleri, aydınlar, kadınlara ve gençliğe bu konuda çok büyük görevler düşmektedir.

Artık Kürtleri boş ve sahte kardeşlik, dindaşlık edebiyatıyla kandırmak mümkün değildir. Kürtler anayasada bir halk olarak yer almanın gerisine düşecek muğlak, belirsiz ifadeleri hiçbir biçimde kabul etmeyecektir. Bu ucuz ve sahte edebiyattan Kürtler artık bıkmışlardır. Kardeşlikse, kardeşin haklarını da kendisinin hakları kadar güvenceye alan anayasal, yasal düzenlemeler istenmelidir. Ancak bu demokratik tutum gerçek kardeşliği canlandırabilir.

Aksi takdirde, sorun daha içinden çıkılmaz hale gelir. Sorumlusu da ırkçı faşist devlet, hükümet çevreleri, muhaliflik adına ırkçılığın andını içenler ve bunlara karşı görevlerini yapmayan kesimler olacaktır.

Türk ve Kürt halklarının eşit-özgür kardeşliğini hukuksal çerçeveye oturtmanın ve örgütlemenin zamanıdır. Bu ise mücadele ve örgütlenmek demektir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.