Kürtleri kılıçtan geçirme tehdidi

Forum Haberleri —

Erdoğan/Suriye

Erdoğan/Suriye

  • Tayyip Erdoğan’ın Ahlat’taki konuşması ve Hakan Fidan’ın tehdidi alt alta konulup okunduğunda, AKP’nin gerçek çözüme değil, zamana oynadığını, demokratik bir çözüme niyetinin de olmadığını görebiliriz.

BAHATTİN SEMSÛR

Başları sıkışınca Kürt kardeşliği edebiyatı yapan Türk egemenleri, bir kez daha özlerindeki Kürt düşmanlığını dışa vurmak zorunda kaldılar. Sömürgeci Türk devletinin Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da elbette bu zincirin bir halkasıdır. Ancak sonuncu değildir.

Sömürgeci Türk devletinin cumhurbaşkanı, yıllar önce Rojava’da devrim gerçekleşince yemin gibi bir söz etti. “Kuzey Irak’ta yaptığımız yanlışı tekrarlamayacağız” Neyin yeminiydi bu? “Kürtlerin hiçbir biçimde ve hiçbir yerde statü elde etmesine izin vermeyeceğiz”. Nitekim 2017 yılında Başurê Kürdistan’da bağımsız devlet olma referanduma sunulduğunda, ilk tepkiyi sert biçimde gösteren, sınıra tankları dizen, manevra yapan sömürgeci soykırımcı Türk devletiydi. Emri veren de, bugün “Kılıç kınından çıkarsa kelama gerek kalmaz” diyerek, Kuzey-Doğu Özerk Yönetimi’ni “kılıçtan geçirmek” ile tehdit eden zatın kendisiydi.

Bir soykırım tehdidi anlamına gelen bu sömürgeci Osmanlı sözünü elbette dikkate almak ve değerlendirmek gerekiyor. Çünkü ülkeler bu temelde işgal edildi, halklar kılıç zoruyla biata zorlandı. Tecavüzler kılıcın gölgesinde gerçekleştirildi. DAİŞ de Kürtlere ve diğer Suriye’de yaşayan halklara “bayrağımızı direklere çekin ve biat edin” diye haber gönderiyordu. Kabul edilmemesi halinde de saldırıyordu. Örneğin DAİŞ’in, Kobanê’ye saldırmadan önce böyle bir haber ilettiği bilinmektedir. Sonuç biliniyor.

Özerk Yönetim’in tasfiyesine odaklanıyorlar

Bundan bir süre önce, sömürgeci Türk devletinin Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ni kendi meşrebince tehdit etmişti. Bugün de, ‘Reis’ tehdidini daha üst perdeden, eli kılıcın kabzasında dolaşarak rol kesen, başrol oyuncusu gibi dile getirmektedir.

Ahlat’ta 1071’in yıldönümü vesilesiyle Türkler ve Kürtlerin birlikte Bizans sömürgeci İmparatorluğu’na karşı birleşerek direnip zafer elde ettikleri günde bu sözler sarfedilmektedir. En önemlisi de, ‘Milli birlik, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nun, Kürt-Türk barışını tartıştığı, yine Kürt-Türk kardeşliğinin bin yıllık tarihini güncelleyeceklerini her fırsatta dile getirdikleri bir ortamda bu tekrarlar olmaktadır.

Sürece Kürt tarafının yüklediği anlam, Barış ve Demokratik Toplum İnşası’yken, sömürgeci Türk hükümetinin yüklediği anlam, “Terörsüz Türkiye”dir. Bir birine zıt iki tanımlama. Komisyon’a yüklenen anlam da böylesine zıtlıklarla dolu. Kürtler, Komisyon’dan, demokratik toplum, Özgür Yurttaş ve genişletilmiş yerel yönetim yasası gibi temel hedefler peşindeyken, egemenler ise PKK’nin biran önce tümden silahsızlandırılması, Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin tasfiyesine odaklanmış bulunmaktadır.

Sahanın gerçekleri nedir?

Hala Dürzi halkına karşı DAİŞ’i aratmayan bir biçimde Colani liderliğindeki askeri güçler kan dökmeye devam etmektedir. Dürzi kadınlarının çığlıkları hala kulaklarımızdadır. Sokak ortasında katledilen, her türlü hakarete uğratılan Dürzi önde gelenlerinin görüntüleri herkesin gözlerinin önündedir. Bu vahşi saldırı öncesinde ise aynı şey Alevi halkına karşı yapılmıştı. Türk devletinden gücünü alan Colani çetelerinin akıttığı kan henüz kurumamıştır. Çünkü habire halkların kanını dökmektedirler.

Soykırımcı Colani’nin çetelerinin elindeki silahların ateşi ve tehdidi altında onlarca, yüzlerce Alevi ve Dürzi insanın köpekler gibi havlatıldıktan sonra taranarak katledilmesinin üzerinden henüz yıl dahi geçmedi. Colani’nin ne böyle bir gücü ne de böyle bir kudreti vardır. Colani Şam’ı işgal ettikten sonra, yanında çayını-kahvesini yudumlayan Türk devletinin önde gelen yönetim kadroları bulunmaktaydı. Colani görüntü, ama bu soykırım senaryosunun yazarı kesinlikle sömürgeci Türk devletidir.

Elbette Kürtler ve dostları, sömürgeci soykırımcı Türk devleti ve ona bağlı çetelerin, Kürt halkına nasıl soykırım uyguladıklarını daha dün gibi hatırlıyorlar. Efrîn sömürgeci Türk devletinin bizzat saldırısı ve güvencesi altında, kendilerinin eğitip-donattığı çetelere işgal ettirildi. Sonrasında Kürtlere karşı nasıl bir soykırım uygulandığına tüm dünya alem tanıktır.

Evet! Bugün Gazze’de İsrail siyonistleri tarafından Filistin halkına karşı bir soykırım uygulanıyor. Ama yüzyıldan bu yana ve son on yıl içinde Kürt halkına karşı en büyük soykırımı Türk devletinin kendisi ve bizzat AKP-MHP hükümeti gerçekleştirmiştir. Bunların binlerce videosu, sesi, fotoğrafı ve sayısız belgeleri mevcuttur.

Kardeşlik edebiyatı

Faşist şef, Bakurê Kürdistan’da 23 yıl boyunca Kürt halkına karşı yaptıklarını “zafer” olarak nitelemektedir. Şimdi ise utanmadan, hem de “kardeşim” dediği Kürtlere, “haydi git, boynunu Colani’nin kılıcının altına uzat” demektedir. Bunu yeterli görmemiş olacak ki, Tayyip Erdoğan bizzat, “bak kılıcı çekerim ha!...” moduna geçmiş bulunmaktadır.

Kürtlerin hak-hukuk ve statü sahibi olması, kendisini Suriye bütünlüğü içinde yönetmesi niye Hakan Fidan ile Tayyip Erdoğan’ı ve diğer faşist şefleri bu kadar rahatsız etmektedir? Bir de, tam bir demogojiyle sanki çocuk kandırır gibi, “Suriye’deki tüm kardeş halklar gibi Kürlerin de huzur ve güvenliğinin teminatı Türkiye’dir. Kardeşlik ve komşuluk hukukunu gözetenler kazanacaktır” demektedir. Bu nasıl kardeşliktir ki Kürtlerin özgür iradeleriyle yaşamasına karşı bu kadar düşman ve bu kadar öfkeli? Bu nasıl kardeşliktir ki Efrîn, Serekaniyê, Girespî, Şehba ve Minbic’te Kürtlerin diğer halklarla birlikte oluşturduğu Özerk Yönetimi tasfiye etmek için her türlü vahşeti sergilemekten geri durmamıştır? Ve bugün de, aynı şeyi pratikleştirmek için hazırlık yapmaktadır?

Yalan-dolan, sahtekarlık

Kürtler hafızasız değildir. DAİŞ çeteleri, 2014-15-16 yıllarında sömürgeci Türk devletini kendi geri cephesi gibi görüyorlardı. Bu konuda somut itiraf, belge ve bilgilerin haddi hesabı yoktur. Avrupa’dan, Kafkaslar’dan, Çin vb. yerlerden gelen DAİŞ çetelerinin hepsine yakını Türk devletinin himayesi altında sınırı aşıp, Rojava’ya geçmişlerdir.

Örneğin Girespî veya Til Abyad DAİŞ çetelerinin işgali altındayken, Urfa-Akçakale ile Til Abyad gümrük kapısı iki ayrı devletin ilişkilerine uygun düzenlenen belgelerle doludur. Benzer belgeler, Minbic çetelerin elindeyken de düzenlenmişti. Hiç de DAİŞ çetelerinden rahatsız değildiler.

Demek oluyor ki, AKP-MHP faşist hükümeti, öncesinde ÖSO çeteleri, ardından Cephet El Nusra, sonrasında da DAİŞ çetelerinin sömürgeci Türk devlet sınırında üstlenmesi, kendileriyle komşu olmasından hiç rahatsızlık duymamıştır. Bilakis memnun, ilişkiler gayet iyi ve resmi devlet protokolü geçerlidir. Ancak Kürt halkının, Arap ve diğer halklarla birlikte tüm bu çeteleri topraklarından atmasıyla birlikte, AKP-MHP hükümeti bundan ciddi bir biçimde rahatsızlık duymuş, bunu kendisi için tehlike -beka meselesi olarak ele almış ve kamuoyunu bu temelde oluşturmaya başlamıştır. İnsan, kardeş dediklerini kendisi için böyle tanımlayabilir mi? Tanımlıyorsa burada bir yalan-dolan ve sahtekarlık yok mu?

Belli ki, Tayyip Erdoğan’ın ağzından dökülen “kardeşlik” tam bir yalan ve aldatmadan ibarettir. Hele hele, din kardeşliği kökten yalandır.

Paris toplantısındaki pazarlıklar

Bir sahtekarlık daha:

Hatırlanacağı gibi bundan bir süre önce, Paris’te, Fransa Dışişleri Bakanı’nın, Colani Yönetimi’nin ilgili bakanlarının ve SDG komutanlarının katılacağı bir toplantı yapılacaktı. Ancak soykırımcı Türk devletinin bakanı Hakan Fidan duruma müdahale ederek, Colani Yönetimi’nin Kürtlerle birlikte katılacağı toplantıyı engellemiştir. Ardından da SDG’ye üst perdeden tehditler savurmuştur.

Ancak birkaç gün önce ise, Paris’te Amerikalı özel temsilci Thomas Barrack yönetiminde Colani’nin Dışişleri Bakanı ile İsrail’in Stratejik İşler Bakanı arasında bir görüşme yapıldı. Bu toplantıda yapılan pazarlıklar, Suriye devletinin İsrail’e verdiği tavizler çeşitli analizlere konu oldu. Dikkat edelim, sömürgeci Türk devleti Suriye devleti ile Kürtlerin bir araya gelip tartışmasını istemiyor ve bunu bozuyor, engelliyor. Ancak aynı Türk devleti, Suriye’nin İsrail’e taviz üstüne taviz vereceğini bile bile, Suriye yönetimiyle görüşmelerine hiçbir biçimde ses çıkarmıyor. Acaba bu sömürgeci Türk devleti altan alta hala İsrail devletiyle yürüttüğü ilişkileri siyasal-diplomatik ilişkiyle yeni bir aşamaya mı vardırmak istiyor? Ama aynı devlet, Kürtlerin kendi kimlikleriyle, Suriye devletiyle pozitif bir entegrasyon yapmasını engelliyor. Ardından da, kardeşlik adına, SDG’nin Suriye devletine teslim olmasını istiyor!

Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu! Bu ne kardeşlik, bu ne İsrail karşıtlığı! Nereden baksan tutarsızlık, nerden baksan sahtekarlık, nerden baksan kandırmaca… Ne kardeşliği, ne barışı? Tüm bunların yanında Tayyip Erdoğan, “Suriye valisini”, İsrail ile kendi hesabına bölgesel paylaşımdan pay kapma hesabıyla görüşmeye gönderirken, diğer yandan tam bir utanmazlıkla, Suriye’deki SDG güçlerini, “Kıblesini aırıp kendilerine yeni yabancı patronlar arayanlar” olarak nitelemekten de geri durmuyor. Oysa Türk devletinin geçmiş hükümetlerinin ve AKP’nin de Kürt kazanımlarını tasfiye etmek için İsrail’e ve diğer patronlarına nasıl yalvardıklarını herkes bilmektedir.

Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ni, Suriye Arap Cumhuriyeti içerisinde eritip yoketmeyi, kimse Kürt-Türk kardeşliği ve barış adına meşrulaştıramaz ve dayatamaz.

Çözüme niyetleri yok

Aslında Tayyip Erdoğan’ın Ahlat’taki konuşması ve Hakan Fidan’ın tehdidi alt alta konulup okunduğunda, Önder Apo’ya yönelik tecridin sürdürülmesi, Kürt sorununu çözmek için kurulan komisyonda bile Kürtçe konuşmanın engellenmesi, şehit cenazelerine saldırı, şehitliklerin tahribi ve Kürdistan’da ormanların yok edilmesi, ıvır-zıvır gerekçelerle hala otuz yılını doldurmuş esaret altındaki insanların bırakılmaması vb. durumlar, AKP’nin gerçek çözüme değil, zamana oynadığını, zihinsel ve duygusal olarak demokratik bir çözüme hazır olmadığını ve buna niyetinin de olmadığını görebiliriz.

Peki ne yapmalı?

Halklarımıza yoğun bir biçimde, tarihsel ve güncel gerçeklik tüm imkanlar seferber edilerek anlatılmalıdır. Bu anlatım örgütlülüğe ve demokratik eylemliğe dönüşmelidir.

Çünkü barış ve demokratik toplum, bir güçsüzlüğü ve örgütsüzlüğü değil, örgütlülüğü ve güç olmayı ifade etmekte, bunu gerekli kılmaktadır. Her türlü sömürgeci, anti-demokratik faşist saldırılar ancak halkların örgütlü iradesi karşısında kırılır veya demokratik bir uzlaşıya çekilebilir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.