Lice’yi yakanlar korundu

  • Türk devlet güçleri, 27 yıl önce Lice’yi yakıp yıktı, dördü çocuk 15 kişiyi katletti. Üstelik, kendi generalini öldürerek başladı. Bu katliam, bazı devlet güçleri tarafından itiraf edildi, devlet raporlarına girdi, davalar açıldı ama hepsi bastırıldı. Devlet kendi güçlerini korudu.

ARJİN DİLEK ÖNCEL/FETHİ BALAMAN - MA/AMED

Tuğgeneral Bahtiyar Aydın’ın hala aydınlatılmayan suikastı sonrası gerçekleştirilen Lice Katliamı’nın üzerinden 27 yıl geçti. “Hayatımda böyle vahşet görmedim” diyen dönemin tanığı öğretmen, “O yangın hala içimde” diyor. 

Takvim yapraklarının 22 Ekim 1993’ü gösterdiği o Cuma sabahı aniden silah sesleri yükseldiğinde, Amed’in Lice ilçesi sakinleri, bu sese o kadar alışmıştı ki kimse pek aldırış etmemişti. Saatler 09.20 gösterdiğinde silah sesleri çoğalıp öncekilerden farklı olarak evlerin üzerinde helikopterler dolaşmaya başlamıştı. İlerleyen dakikalarda ilçenin güneyinde yer alan Derxust (Dibek) köyüne doğru top atışı yapılmaya başlanmıştı. Bir süre sonra ise Jandarma Bölge Komutanı Bahtiyar Aydın’ın, geldiği Lice Asayiş Bölük Komutanlığı yerleşkesinde suikastla öldürüldüğü duyuldu. 

Dördü çocuk 15 kişi katledildi

 Aydın’ın öldürülmesinin ardından siyah dumanların yükselmeye başladığı ilçede, üç gün boyunca devam eden saldırıda 1 yaşındaki Suna Cantürk, 3 yaşındaki Dilbirin Cantürk, 11 yaşındaki Hüseyin Cantürk, 8 yaşındaki Emine Kıraç ile birlikte 16 insan yaşamını yitirdi, yine 401 ev ve 242 işyeri yakıldı.

Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Bahtiyar Aydın’ın ölümüne dair “Kaza kurşunu ile komutanı kaybettik” derken, Lice’ye gelmek isteyen Başbakan Tansu Çiller ve Deniz Baykal polis ve askerlerce ilçeye sokulmadı. Devletin Bahtiyar Aydın’a yönelik suikastın faili olarak işaret ettiği PKK,  suikastla ilgilerinin bulunmadığını duyurdu.

 Aynı yıl “Yüksekova Çetesi” olarak bilinen paramiliter yapı içerisinde yer alan bir isim, alınan ifadesinde Aydın’ın JİTEM adına çalışan itirafçılar tarafından öldürüldüğünü itiraf etmesine rağmen JİTEM iddialarını reddeden Genelkurmay, Aydın suikastıyla ilgili PKK’yi suçlamaya devam etti. 

Lice’de yaşanan katliam, onlarca tanığa rağmen soruşturulmadı. 1996’ya gelindiğinde ise “örgüte yardım ve yataklık” suçlamasıyla tutuklanan ilçe sakinlerinden Mehmet Emin Özkan, yargılama aşamasında Lice’deki olayla bağı kurularak katliamın faili yapıldı. 

Halbuki o gün Mersin’deydi

 Lice katliamından bir yıl önce 1992’de, ailesiyle birlikte yaşadıkları ilçeye bağlı Sîsê (Yolçatı) köyünün yakılması nedeniyle önce Adana’ya, oradan da Mersin’e göç eden Mehmet Emin Özkan, işkence altında üzerine ifade veren iki kişinin bu beyanlarını daha sonra geri çekmelerine rağmen Tuğgeneral Bahtiyar Aydın’a yönelik suikasttan sorumlu tutularak, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı.

Özkan’ın cezaevinde olduğu 2013’te, çözüm sürecinin de etkisiyle zaman aşımına uğramaması için Bahtiyar Aydın soruşturması dosyasını raftan indiren Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nın karşısına, bu kez suikastın arkasında cinayetin JİTEM olduğu gerçeği çıktı. Diyarbakır Jandarma Alay Komutanı Albay Eşref Hatipoğlu ile Üsteğmen Tünay Yanardağ hakkında “taammüden öldürme”, “halkı isyana ve birbirini öldürmeye teşvik”, “cürüm işlemek üzere teşekkül oluşturma” suçlarından ağırlaştırılmış müebbet hapis ve 24 yıla kadar hapis cezası istemiyle iddianame hazırlandı.

Askerler yaptı

 İddianameyi kabul eden Diyarbakır 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nde tutuksuz iki sanık hakkındaki yargılama 2013’te başladı. Görülen duruşmalarda dinlenen davacı tanıkları ve o dönem ilçede görev yapan birçok resmi yetkili, 22 Ekim 1993’te Lice’de herhangi bir çatışmanın olmadığını ve ilçede yaşanan tahribatın “operasyona çıkan askerler tarafından” yapıldığını anlattı. Diyarbakır’da görülen yargılama “güvenlik” gerekçesiyle önce Eskişehir’e, daha sonra İzmir’e nakledildi. 

 Sanıklardan Tünay Yanardağ’ın dava devam ederken geçirdiği kalp krizi sonucu yaşamını yitirmesi üzerine, tek sanık olarak Eşref Hatipoğlu kaldı. Davaya bakan İzmir 1. Ağır Ceza Mahkemesi, 8 Aralık 2018’de görülen karar duruşmasında davanın tek sanığı olan Eşref Hatipoğlu’nun üzerine atılı tüm suçlardan beraatine karar verdi. Müşteki avukatlarının itirazıyla yerel mahkemenin beraat kararı Yargıtay’a taşındı.

Katliamla ilgili suçlanan 81 yaşındaki Mehmet Emin Özkan ise yaşadığı ağır sağlık sorunlarına rağmen 24 yıldır cezaevinde. 

Devlet elemanlarını korudu

 Mehmet Emin Özkan’ın avukatı Serdar Çelebi, Lice’de yaşananlarla ilgili etkin bir soruşturma yapılmadığını ve yaşananların hala cesurca tartışılmadığını belirtti. 16 kişinin yaşamını yitirdiği olayın üstünün örtülmeye çalışılıp, asıl faillerin korunduğunu söyleyen Çelebi, katliamla ilgili Özkan dışında tek bir failin bulunmamasına işaret etti. Çelebi, “Aslında gerçek faillerin bulunmayacağını görüyoruz. Çünkü 90’lı yıllarda yaşananların ‘failleri’ bulunup, bir şekilde dosyaları kapatılıyor. Mehmet Emin Özkan’ın başına gelenler de böyle bir şeydi” dedi. 

Mehmet Emin Özkan’ın oğlu Mahmut Özkan ise 24 yıldır haksız yere cezaevinde tutulan babasının yaşadıklarına ilişkin “Bir suçlu aradılar, babamı seçtiler” diye konuştu.

O dönem öğretmendi

Lice’de olanların tanıklarından biri de o yıllarda Lice’de öğretmen olan Mahmut Cantekin’di. Demirçelik İlkokulu’nda öğretmenlik yapan Cantekin, okulda bulunan 250 öğrenci ve 7 öğretmen ile birlikte bir ilçenin yanmasına tanık olur. 

“Kapıya cama kurşun değdi unutulmaz, 

iki gündüz bir de gece

çayır cayır yandı Lice,

vahşet yalnız iki hece, 

zulüm dağdı unutulmaz unutulmaz” 

Lice’den yangınlar yükselirken, bu dizeleri yazan Cantekin, o yıllara dair tanıklığını, “O yangın hala içimde” diye özetledi. “Birçok evin önünde kurusun diye tütün yaprağı asılıydı. Her evin önünde de tandır yakmak için getirilmiş kuru dallar ve odunlar vardı. Panzerin attığı mermiler önce kuru tütün ve dalları tutuşturdu” sözleriyle o günü anlatmaya başlayan Cantekin, daha sonra okulun etrafındaki barakaların yanmaya başladığını belirtti. 

Vahşetin pervasızlığı

 Cantekin, şöyle devam etti: “Öğretmenleri ve öğrencileri koridorun penceresiz tarafına topladım. 250 öğrencimiz vardı. 250 ilkokul çocuğuna ve öğretmenlerine kurşun yağıyordu. Okulun camları birer ikişer büyük bir gürültüyle düşmeye başladı. Evlerinin yandığını gören öğrencilerimizi susturmak çok zordu. Öğrencilerimizin annelerinden evleri yakın olanlardan on kişi, kurşunların altında yalınayak koşarak okula girdiler. Ağlıyorlardı, üstleri başları perişandı. Öğrenciler acıkmışlardı. Çay için aldığımız kesme şeker vardı, onları verdim. O gece okulda sabahladık. Bir ilçenin yakılışını gözlerimizle gördük. Gözbebeklerimize vahşetin pervasızlığı geldi, oturdu. Devletin, halkın can ve mal güvenliğini sağlamakla görevlendirdiği bazı yetkililerin, halkın canını, malını cayır cayır yaktıklarına tanık olduk.” 

Mersinli öğretmen muaftır!

 Bir yolunu bularak öğrencileri ile birlikte okuldan çıkıp yaşadıkları evlere gittiklerini söyleyen Cantekin, şöyle konuştu: “Eve varalı birkaç dakika olmuştu ki, kapımız çalındı. Rütbelerini sökmüş dört subay, hızla içeri daldı. Öğretmen olduğumu söyledim. Kimliğimi istediler, verdim. Nüfusum Mersin diye, ayrılmadan önce de bir uyarıda bulundular. ‘Arkamızdan bir ekip geliyor. Evleri yakıyorlar. Kapının hemen arkasında bekle. Kapıyı açar açmaz öğretmen olduğunu, Mersinli olduğunu söyle. Hemen kimliğini uzat’ dediler. Onlar çıktıktan sonra 7 kişilik bir ekip geldi. Bunlar da rütbelerini sökmüş subaylardı, öğretmen olduğumu söyleyip kimliğimi verdim. Mersinli olduğumu ekledim. Evde arama yapıp gittiler.”

Hüseyin’i unutamıyor

 Katliamın üçüncü gününde Lice’de sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Korumaya çalıştığı öğrencilerinden bazılarının katledildiği haberini alan Cantekin, özellikle Hüseyin’in yıllarca kendisine bakan gözlerini unutamaz. Cantekin, anlatmayı sürdürdü: “Yanan bir ilçeden geriye hala yükselen dumanlar görülürken, yanık kokusu ise tüm ilçeyi sarmış durumdaydı. Bir öğrencim kapıma geldi; ‘Hüseyin ölmüş’ dedi. Yasağa rağmen cenazelerin toplandığı camiye gittim. Hüseyin ve iki kardeşi ölmüştü. Hüseyin okuldan kaçarak eve gitmiş. Ev taburun karşısındaydı. Eve top mermisi atmışlar. Top mermisi beton duvarı yıkmış. Hüseyin’in sarılı olduğu battaniyeyi yavaşça açtım. Hüseyin’in kalbine değen şarapnel parçası, küçücük kalbini parçalayıp dışarı atmıştı. Hüseyin sanki o kanlı battaniyenin içinde sorular soruyordu. Camide 10 cenaze daha saydım. Kanlı bedenleri ile upuzun yatıyorlardı. Hayatımda böyle vahşet görmemiştim.”

O yangın hiç sönmedi

Lice’den ayrılmayı düşünen Cantekin, 1996’da Mersin’e tayini çıkıncaya kadar ilçede kalmaya devam eder. Tanıklıkları ve biriktirdiklerini “Lice, Vahşeti Gördüm” kitabında toplayan Cantekin, “O yangın hiç sönmedi” dediği Lice’ye dair yine 44 şiir ve 66 yazı kaleme aldı.

13 yaşındaydı

 Bir diğer tanık ise o yıllarda 13 yaşında olan ortaokul öğrencisi Şiyar Kaymaz. Okuduğu okulda yaklaşık 450 öğrenci olduklarını belirten Kaymaz, okulda mahsur kalan öğrencilerin evlerinin nasıl yandıklarına tanık olduklarını dile getirdi.

Yaşananların hala hafızasında canlı olduğunu söyleyen Kaymaz, “Unutamadığım; arkadaşlarımın evinin okulun yanında olması ve evlerinin yandığını gören arkadaşlarımın ailelerinin evde olduğunu düşünmeleri ve çığlıklarıydı. Biz olay esnasında okuldaydık, benim bulunduğum okulda ölen olmadı ama yararlananlar oldu. Okul ve çevresi bombalanıyordu, öğretmenlerimiz bizi bodrumda saklıyordu” dedi.  

Kaymaz, ilçe sakinleri olarak askerlerce toplandıkları alanda yaşananlara dair ise “Nazi Kampı” benzetmesinde bulundu.

O gün yaşadıkları korkunun ilçe sakinleri olarak hayatlarında travmalara neden olduğunu ifade eden Kaymaz, şunları ekledi: “Yaşadığımız bu travmayı atlatmanın tek yolu faillerin cezalandırılması. Türkiye kamuoyuna doğruları aktarmak için ciddi çalışmalar yürüttük. Dava şu an Yargıtay’da. Davanın sonuna kadar takipçisi olacaklarını kaydetti.  

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.