Lozan ve Kürt soykırımı

Forum Haberleri —

  • Erdoğan ve Bahçeli faşizmi yıllardır aralıksız biçimde Kürtleri ezme ve yok etme endeksli bir saldırı yürütüyor. Saldırıları Kürdistan’ın dört parçasını da aştı. Lozan öncesi Osmanlı’nın elinde olan bazı alanları da kapsamış durumda.

ZEKİ AKIL

Lozan Antlaşmasının üzerinden 96 yıl geçti. 24 Temmuz 1924’te anlaşma imzalandı ve deyim yerindeyse Türkiye’nin tapusu alındı. Lozan’da Kürtlerin yararlanacağı maddeler de uygulanmadı. Sonuçta Kürtlerin başına gelecek bütün felaketlerin kapısı açıldı. Kürdistan 1693’te Kasrı Şirin anlaşmasıyla İran ve Osmanlı arasında bölünmüştü. Lozan’la bu bölünmüşlük dörde çıktı. Kürdistan dörde bölünmüş ve paylaşılmış oldu.
Bu süreç aynı zamanda Türk devleti aşısından Kürtlere karşı soykırımın planlanması ve uygulanmasının da sistem kazanması sürecidir. Antlaşma imzalanana kadar Kemalistler Kürtlerle Türklerin birliğini sağladıklarını propaganda etmişler. Lozan’daki görüşmelerde bu tezi hep işlemişler. Ancak anlaşma imzalandıktan sonra Kürtlere muhtariyet veya kimliklerini tanıma gibi sözler unutulmuş. 1924’te yapılan anayasayla herkesin Türk olması dayatılmıştır. Bu tarihten sonra Türk devleti hiçbir biçimde Kürtleri anmamış, isimleri hiçbir anayasa veya yasada anılmamıştır. Kürtler ırkçı temelde, bir devlet projesi olarak ret ve inkar edilmişlerdir. Hedef Türkiye sınırları içinde olan bütün halklar devletin potası içinde eritilecek ve Türkleştirileceklerdir. Dört dörtlük bir soykırım halklara dayatılmıştır.


Lozan’da kabul edilen Ermeni, Yahudi ve Rum kökenli azınlıklar kendi inançları ve kimlikleriyle varlıklarını sürdürmüşler. Yasal ve teorik olarak böyle. Ancak pratikte bu halklar zaten yok edilmişler, varlıkları sembolik düzeye indirilmiş. Buna rağmen birçok kısıtlama ve fiili devlet engeliyle karşılaşmışlardır. Osmanlı döneminde güçlü bir varlığa sahip olan bu halkların tümünü bugün toplasan yüz bin kişiyi bulmaz. Bunların dışında kalan Kürt, Arap, Çerkez, Laz gibi diğer halkların tümü Türk sayılmış ve Türkleştirme projesine dahil edilmişlerdir.


Türkiye bu katı ırkçı ve soykırımcı karakteriyle 1945’lerden sonra Avrupa’ya dahil olmaya çalışmıştır. NATO’ya girmek için çok partili sistemi benimsemek zorunda kalmıştır. Çünkü tek parti sistemine dayanan Mussolini ve Hitler faşizmi 2.dünya savaşına yol açmış, Avrupa ve dünyaya felaket getirmiştir. Türkiye çok partili sisteme geçmeye mecbur kalmasına rağmen cumhuriyetin içeriğinde bir değişikliğe gitmemiştir. Türkiye burjuva, liberal bir demokrasi programını benimsememiştir. Faşizmin dayanağı olan "tek millet, tek devlet, tek dil, tek bayrak’’ gibi hedefleri hala günceldir.


1960’lara gelindiğinde Türkiye’de sosyal yapıda değişikler ve toplumsal hareketler boy göstermeye başlamış. Ancak sağı temsil eden Adnan Menderes hükümeti demokratikleşmeyi değil tersi bir yolda yürümeyi seçmiştir. Buna rağmen Türk ordusu müdahale etmiş ve 1960 darbesini düzenlemiş ve Menderesleri idam etmiştir. Sonraki yıllarda toplumdaki sosyal değişimler ve toplumsal hareketler giderek ivme kazanmış, güçlü bir sol ve demokrasi potansiyeli ortaya çıkmıştır.


12 Mart 1971’de ordunun müdahalesi, muhtırası gündeme gelmiştir. Devrimci gençliğin çıkışı tırpanlanmış, Mahirler, Denizler ve Kaypakkayalar imha edilmişlerdir. Bu müdahaleler istenen sonucu vermeyince bu defa daha köklü, daha kapsamlı 12 Eylül 1980 faşist darbesi tertiplenmiştir. 12 Eylül’ün en temel işi Kürtlerdeki uyanışı sonlandırmak ve tarihten silmek için süreci hızlandırmak olmuştur. Generallerin yaptığı ve günümüze kadar uygulanan anayasada vatandaş olan herkes Türk’tür diye kayıt düşmüşlerdir. Yani devlet tarafından, son derece planlı ve Kürtler dahil diğer halkları ve azınlıkları soykırımdan geçirme, varlıklarını sonlandırma planı yürürlüktedir.


Hükümetler değişti ama Türkiye’de yaşayan diğer halkları Türkleştirme planı değişmedi. Avrupa ve demokratik sistemi savunan dünyanın diğer güçleri Türk devletinin bu soykırımcı politikalarına karşı durmalıydı. Ancak tersi oldu. Türkiye tek başına, kendi gücüne dayanarak bu Türkleştirme projesini hayata geçiremezdi. Türk faşizmi NATO, ABD ve Avrupa devletlerine dayanarak Kürtleri yok etme, diğer halklarla birlikte Türkleştirmeyi büyük bir rahatlık içinde sürdürdü.


Kürtler 1924’ten sonra bu ırkçı ve Türkleştirme politikalarına karşı çıktılar. Hep demokrasi ve kimlikleriyle yaşama talebinde bulundular. Çok örgütlü ve çağdaş ölçülerde bütünlüklü bir mücadele yürütemeseler de Türkleştirmeyi içlerine sindiremediler, itiraz ettiler. Ancak devletin cevabı hep inkar, imha ve tehcir oldu. Günümüzde de Türkiye, NATO’nun desteğinde Kürtleri yok etme saldırılarını sürdürüyor. Türkiye, Rojava’da, Kuzey’de ve Güney’de saldırı ve işgal planlarını uyguluyor. NATO ve batının desteği olmadan Türkiye bunca yıl ağır bedeli olan böyle bir savaşı sürdüremez. Türkiye hep dengelere oynadı, uluslararası çelişki ve çatışmalardan hep içindeki halkları yok etme temelli yararlandı.


Erdoğan ve Bahçeli faşizmi yıllardır aralıksız biçimde Kürtleri ezme ve yok etme endeksli bir saldırı yürütüyor. Saldırıları Kürdistan’ın dört parçasını da aştı. Lozan öncesi Osmanlı’nın elinde olan bazı alanları, örneğin Kerkük ve Musul gibi bölgeleri Türkiye’ye katabilirlerse ne ala! Bu olmasa da en azından Lozan’ı konsolide etme, Türkiye’nin "tek millet, tek bayrak, tek devlet’’ olmasını kotarmaya çalışıyorlar. Özcesi hedef yine Kürtler üzerindeki jenosidi tamamlama, Türkleştirme projesini başarıya ulaştırmadır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.