Memleket göç!

Toplum/Yaşam Haberleri —

Sarız

Sarız

  • Memleket benim için nereden baksanız göç. Yıllardır üç kuşağın aynı yerde doğmadığı bir gerçekliği yaşıyoruz biz. Havada asılı kalmış bir rüzgara, belki bir gün geri döneriz diye geldiğimiz yollara ekmek kırıntısı diye döktüğümüz umutlara tutunuyoruz.

 

MELTEM YILDIRIM

Çocuktum. Meyvenin sebzenin marketlerde satılmadığı dönemler. Zaten öyle şimdiki gibi her sokak başında marketler falan hak getire, nerede… Neyse. Dolmuşçuları “İstanbul, İstanbul” diye bağırdığı için anneme “Bizi nereye getirdiniz” isyanını yöneltip beni arkadaşlarımdan ve çocukluğumun kahramanı dayımdan kopardığı için ağladığım, İstanbul’un bitimine yakın ilçelerinden birindeki yeni mahallemizin pazarındayız. Annem hep annemdi, burnumun direği idi ya, babam ilk arkadaşımdı, dünyaya açılan gözüm kulağımdı benim. 

Yeni mahallemizin Cuma günleri kurulan pazarındayız bir gün.  On iki on üç yaşımda olmalıyım. Borç ödüyoruz, hem de ne borç! Ecevit’e kasa fırlatılmış, kredimizin geri ödemesi iki katına çıkmış, babam haftanın beş günü devlete, iki günü de zenginlere çalışıyor aç kalmayalım, açıkta kalmayalım diye. Yine neyse… Pazarların Pazar olduğu zamanlar. Herkes sebze meyvesini oradan alıyor, ucuz bir de. Hangi tezgaha yaklaşsak babam “Nerelisin” diye soruyor ailemizden insanlara benzeyen adamlara. Hemen hemen hepsine de “hemşerim” diyor. Ergenliğin başlarındayım ve isyan ediyorum artık. “Yeter be!” diyorum, “Sen ne yalancı adamsın, ucuza almak için herkese hemşerim diyorsun!” Bozuluyor babam. O zamanlar iki şeyi bilmiyorum; birincisi babam pazarlık yapmayı falan pek beceremeyen bir adam, yani o soruyla karşıdaki insanların gerçekten memleketini öğrenmek istiyor; ikincisi yalan söylemiyor biz o kadar çok yerliyiz ki herkesle hemşeri olma ihtimalimiz var!

Memleket neresi?

Ha bir de… Memleket neresi sorusuna verilecek tek makul cevap var, o da yol, göç!

Bazı kelimelerin doğasında hüzün vardır, gülerek ölümden bahsedemezsiniz mesela. Göç de böyle bir kelime, üç harf zorunluluk ile bağlantı kurar insanın beyniyle kalbi arasında. Hiçbir keyfi, razı çağrışımı yoktur mesela. Bir “durumunda kalmak” fiilidir, etmek gibi gözükse de ettirilmek suretiyle kimlik bulur. Ayrılık ve hüzün gövdeli, bilinmezlik ve kaygı garantilidir.

Bu yıl ilk defa ölüm, cenaze olmaksızın köyümüze gittim.

Köyden kastım babamın doğup büyüdüğü yer, peşinen söyleyeyim.

Olur da gelir ya aklınıza, kendimi babam üzerinden mi tanımlıyorum ben diye…

Hayır, hikaye babamda.

Başlıyorum o zaman.

Köyümüz nerede biliyor musunuz?

Kayseri’de, Kayseri’nin en toplama ilçesi Sarız’da.

Batısı Adana, güneyi Maraş, doğusu Sivas olan Sarız’da. Dadaloğlu isyanı sonrasında kuzeye göçen Avşarların, Büyük Kafkas Göçü sonrasında gelip yerleşen Çerkeslerin, 38 öncesinde gelmiş Erzincan-Dersim Zazalarının, Koçgirili Kurmancların yaşadığı yer olan Sarız’da.

Bir ilçe düşünün ki yerlisi göçmenler olsun. Kayseri bir çerçi eşeğiyse yamalı bohçası Sarız böyle bir yer işte. Kayseri’nin şehirliliğinden nasibini herhangi bir şekilde almamış bir kasaba ilçe merkezi, 70’lede, 80’lerde, 90’larda geçen herhangi bir hikayeye zorlamasız dekor olabilecek bir yer.

Niye Sarız?

Bu yıl rahmetli amcamın çıkardığı soy ağacını inceleme imkanı buldum köyde.

Ailemize dair kayıtlara geçmiş en eski kişi bir kadın, yanlış bilmiyorsam Ordê ismindeki nenemiz ve Ovacıklı kendisi.  

Ailemiz muhtemelen Nazımiye üzerinden Tercan’a geçmiş, oradan da göç başlamış.

Bu kararın neden alındığına dair hiçbir bilgi yok zira Tercan’dan çıkış bile yüz elli yıldan fazlayı bulan bir hikaye.

Bu yıl ilk defa Van’a giden bir şehirler arası otobüsün içinden, gün doğumunda Tercan’ı gördüm. Ve aklım sonunda aldı oralardan kalkıp niye Sarız’a yerleştiklerini.

Tepelerden yaylalarına o kadar benzer ki her şey, zamanın ötesinde, gönlümün içinde bir koridor ışıkla. Tercan Dağları biterken bir an o gün doğumunda Binboğalara yaslanmış Sarız’dan geçiyormuşuz gibi hissettim. Göçtükleri memleketlerine en benzeyen yerde gelip durmuşlardı demek. Köye bir dahaki gidişimde yaylaya ve Bover dediğimiz tepeye bakarken bu anı, bu resmi hatırlamak için baktım, baktım, baktım.

Coğrafyası bire bir benziyor olsa da kültürel doku için aynı şeyi söyleme imkanı yok.

Tercan Alevi bir yer, Sarız ise bir Sünni-Türk yerleşim birimi. “Demin göçmen ilçesi diyordun, o nasıl oluyor?” derseniz Sarız inşa edilmiş  bir kimlik. İlçe belediyesi ülkücülerin elinde ve ne acıdır ki bunlar Dadaloğlu isyanı sonrası bölgeye sürülmüş Avşarlar. Asimilasyon süreci onlar için de çok güçlü işlemiş. İsyancı damarlarından kopup devlet ve bekanın, Türklüğün yılmaz savunucusu olmuşlar. Aynı durum bölgedeki Çerkes köyleri için de geçerli. Onlar da milliyetçi ve muhafazakarlar.

Hüseyin İnan, Rıza Altun…

Geriye kalan Zaza ve Kurmanc Alevi toplum ise parçalı. Kendini Türkçe ile yeteri kadar ifade edemeyen yaşlılar istisnasıza yakın bir şekilde CHP’li. Çok müsaitiz arkadaş ortamlarında had bildirilmeye “Katiline aşık Aleviler” diye yani… İşin acılı esprisi bir yana burada, sadece buraya has olan şu denge durumunu göz önünde tutmak gerekiyor; göçtükleri coğrafyada olan Dersim’de yaşananlara da, Kuzeylerini teşkil eden Koçgiri’de yaşananlara da sadece kulak yollu şahit olmuşlar. Babamın “Küçük Afganistan” diye sataştığı bu tepelerin ardı yere, hikayeler bile ulaşmamış. Her daim kendi içlerinde, en fazla Maraş ile ilişkili olmuşlar. Şehirlere öğrenci göndermeye başladıkları 60’lardan itibaren sosyalist siyasetle haşır neşir olmuşlar. Yaylada telefonun çekmediği çeşmelerin başında Türkiye sol örgütlerinden açılımını bilmediğiniz birinin adını görebiliyorsunuz. Hüseyin İnan ve Rıza Altun’u çıkarmış bir yerden bahsediyoruz nihayetinde.

Ama tabi insan tokadı nereden yerse canı oraya birikir ya, mütemadiyen Alevi oluşları üzerinden aşağılanmışlar. Ulusal kimlik bilinci çok geride kalmış. “Kimsiniz” sorusunun cevabı kendi içlerinde ait oldukları köyler ve dilsel farklılık (Kırmancki-Kirmanci) üzerinden, dışarıya doğru Alevilik üzerinden şekillenirken Kürt kimliğinin dışında kalmışlar.

İnanç?

Dersim gibi değil. Dışarıya karşı amansızca Aleviliklerini savundukları, şehirlerde bu yüzden linçe uğradıkları doğru ama camisiz köylerde Perşembe ceminin tutulduğu yok. Çünkü dedelerin taliplerini gezerek kurdukları meclislerden çok uzak kalmışlar. Erkân ve ritüeller zayıflaya zayıflaya yok denecek noktaya gelmiş. Ziyaret kültürlerini buraya da getirmişler ve kendilerine yeni ziyaret alanları oluşturmuşlar. Tepelik yerler ve su, elbette kutsallığını koruyor.

Yani Dersim son raddede burada belki de bir uğultu halinde yaşanıyor.

Hem burası “Nerelisiniz?” sorusunda ili değil de ilçeyi söylediğimiz memleketimiz bizim.

Peki babamın öteki hemşerilikleri?

Erzincan’dan uçakla gelmedikleri için aradaki şehirlerde konaklamışlar. Sivas ve Maraş’ta da kısa sürelerle kalmışlar. Sarız o zaman bir sancak Osmanlı’da. Geliş de şimdiki idari harita sınırları üzerinden değil o zamanki sancak ve  nahiyeler üzerinden olmuş. Babam spesifik olarak yaşamadıkları ama babaannemin mezarının bulunduğu ilçeye kadar herkesle bir şekilde hemşeri bundan dolayı.

Geldik başa…

Kimine göre dünyanın en basit tanışma ve ilk iletişim kurma sorularından biri bizim için bir handikap. Çünkü bu ailenin İstanbul’da doğmuş çocuğu olarak memleket  benim için nereden baksanız göç. Yıllardır üç kuşağın aynı yerde doğmadığı bir gerçekliği yaşıyoruz biz. Havada asılı kalmış bir rüzgara, belki bir gün geri döneriz diye geldiğimiz yollara ekmek kırıntısı diye döktüğümüz umutlara tutunuyoruz.

Topraklarından o veya bu şekilde göçmek durumunda kalmış güzel halkım, bugün bizim de umutlarımıza ve acılarımıza şerh olsun.

Kutlu olmaz ya bugün, şimdi yaşanılan yerlerden yolların geriye döneceği günlere selam olsun!

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.