Mervan Reşo’ya mektup

  • Yazıp yazmamak arasında çok bocaladım. Yazmak çok zor bir şey, yazmamak ise bir ihanet olurdu. Bana değil, sana yakışmayan bir şey olurdu. Çünkü o kadar güzelliğin var ki… Mutlaka yazmak ve söylemek gerekir.

EGÎD CIVYAN*

 

Ağustos 98’de Özalp’te şehit düşen Mervan Reşo arkadaşın anısına…

Merhaba yoldaş, merhaba alternatifsiz arkadaş. Biliyorum, bu yazdıklarım sana tanıdık gelebilir, çünkü daha önce de bunları sana söylemiştim. O zaman güzel yanlarını şakayla karışık söyledim sana ama sen bunu sürekli gırgır olarak alıyordun ve bazen dinlemek bile istemiyordun. Ve şimdi söylediklerimi tekrar söylüyorum ve hiç değiştirmeden. Kesinlikle şaka da yapmıyorum. Biraz da borç ve mahcubiyet psikolojisiyle yazıyorum. Hani bazen şakalaşırdık ya, “Birimiz şehit düşerse geride kalan onun üzerine bir şeyler yazacak mı” diye? Belki bir iki mısra yazı, belki birkaç dize şiir. Şimdi ise bu görevi bana bıraktın. Tüm samimiyetimle söylüyorum ki bu mısra ve dizeleri öncelikle senin yazmanı isterdim ama bu konuda bireyci davrandın. Sende hiç olmayan bir özellik olmasına rağmen.

Yazıp yazmamak arasında çok bocaladım. Yazmak çok zor bir şey, yazmamak ise bir ihanet olurdu. Bana değil, sana yakışmayan bir şey olurdu. Çünkü o kadar güzelliğin var ki… Mutlaka yazmak ve söylemek gerekir. Elbette buraya her şeyi yazmadım diye daralma. Hatta yine gırgır olarak alma. İnan ki daha fazlasını, daha doğrusu tümünü beynimize ve yüreğimize yazdık. O kadar yazdık ki, buraya neyi yazayım diye düşünüyorum ve anlıyorum ki buraya fazla bir şey yazmayacağım. Yoldaşlığını mı yazayım? Fedakârlığını mı, cesaretini mi, sohbetlerini mi yazayım? Hele o gülüşünü yazmaya ve tarif etmeye hangi edebiyat yeter? Yoksa mıknatıs gibi olan çekim gücünü mü aktarayım? Esmer tenini mi ve bu tene dayanarak kendini benzettiğin son Apaçi savaşçısı Geronimo’yu mu? Onun ülkesine bağlılığını ve direnişçiliğini mi? Beraber kaldığımız zamanlara ait o kadar güzel anı var ki, hatırladığım zaman yüreğim sızlıyor. Öyle bir sızı ki, boğazım düğümlenip ağlamaklı oluyorum. Ve bundan dolayı çoğu zaman seni hatırlamak bile istemiyorum. Bu konuda çaba harcamama rağmen seni hatırlatan o kadar çok şey var ki, istemesem de seni düşünmediğim bir an bile olmuyor. Ve şuna inanmalısın ki, ayrılığımız sadece fiziki oldu. Gerçi sen kolay inanmazsın ama öyledir. Hele bir ekip olarak çalıştığımız TAM (Tekoşer, Agit, Mervan) dönemini nasıl unutabilirim. Şimdi sen onu M’siz bıraktın. Daha farklı bir kelimeye dönüştürdün. Özlemini, hasretini ve beraberliğimizi aratan "taa" ya dönüştürdün. Nasıl şehit düştüğünü arkadaşlardan öğrendik. Yine her zaman ki gibi… Kendinden çok arkadaşlarını düşünmüşsün. En riskli yere önce sen gitmişsin ve yanında ki yeni üç arkadaşı çıkarıncaya kadar pusuda kalıp çatışmışsın ve orada kalmışsın. Keşke sen de oradan çıksaydın diyorum ama iş arkadaşlığı korumaya geldi mi, bundan farklısını da senden beklemezdik. Sana da yakışan buydu…
Vedalaşmadan gitmen çok üzdü bizi ve dokundu. Ayrılmadan önce sıkı bir tokalaşma ya da bir kucaklaşma çok iyi olacaktı. Ama kısmet değilmiş, görüşmedik. Biliyorum bu senin özelliğindi, ayrılığı ve vedalaşmayı sevmezdin. Ve hep çaktırmadan ayrılırdın. Hiç beklenmedik anda da ortaya çıkmayı severdin. Sürekli farklı yaşamayı bildin.
Mektubumu ucu açık bir şekilde bitiriyorum. Daha fazla yazmak isterdim ama kusura bakma, zor. Beni affedeceğini biliyorum ama ben kendimi asla. Son olarak da bunu bilmeni isterim; sen olmadan ne “Wa dîsa bû şev, xewa min nayê" parçasının, ne de Ahmet Arif’li gecelerin tadı kaldı…   

Yanındaki tüm yoldaşlara da en içten ve en samimi selamlarımızı söyle. Senin ve yanındaki yoldaşların silueti yüreğimizin zirvelerinde sürekli var olacaktır… 

Şimdilik hoşça kal, belki yine yazarım, yazmazsam da affet…

Devrimci selam ve saygılar.

 

BİR AĞUSTOS BÖCEĞİ

Ne demeli şimdi bu selamsız ayrılışına
Arkana bile bakmadan gidişine
Diz çöküp yakarmalı mı
Kaf dağının ardındaki meçhul siluetlere
Bilirim, ayrılıkları da, vedalaşmayı da sevmezdin
    Varsa sevdiklerimiz, içimize gömer gideriz
Ve bu sevgiyi suskunluğumuzla paylaşırız diye
Ama inan ki yoldaş, bu ansız ayrılışın çok dokundu
    Öyle bir dokundu ki,
Yüreğimin çeperindeki katı duvarlar buharlaştı,
Öyle bir salladı ki, depremlere uğradım sandım,
Ve öyle bir acıttı ki, senin için uzattığım sakallarım
Beyazladı
Hani sözlerimiz vardı ya…
    Sakallarımıza gömmüştük
Ve şimdi öyle bir korkuyorum ki kendimden,
    Geriye dönüp bakamıyorum
Her tarafta SEN
Parlak menengiç közlerinin etrafındaki koyulaşmış 
Sohbetlerde
Cıgaranı sararken diline yapışıp kalan kaçak tütünde
"bu elma çiçek açtığında benim yerime resim çekin"
Dediğin her goncada
Taa ciğerden sökülüp gelen her kahkahada,
Ve her ağostus böceğinin parlaklığında hep SEN varsın
Artık bu Sen’li sensizlikleri kaldıramıyoruz
Alışamıyoruz
Belki yapmak isteyip de yapamadıklarımızın
Söylemek isteyip de söyleyemediklerimizin hatırına…
    Sadece onların hatırına…
Ama yinede sensizliğe alışmak zor
Hele o gülüşüne…
O gülüşün ki, gökyüzünün boşluğunda asılı kalırdı
O gülüşün ki, yıldızları kıskandırırdı
O gülüşe kurşun sıkılır mı bee…
Her bahar çiçekler senin renginde açılacak ÇARÇELA’DA
Ve senin kokunla dolacak Avaşîn vadisi
    Nisan boyunca
O zaman nisanın baharlaşma gerekçesi
    Olacaksın SEN…

 

* Egîd Civyan (Vahdettin Karay), 11 Eylül 2020’de Botan’da şehit düştü. Bu yazı-şiir Mervan Reşo anısına şehit düşmeden önce Egîd Civyan tarafından kaleme alındı.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.