Mustafa Kemal ve Dêrsim Piri Seyid Rıza

Haberleri —

DÊRSİM SOYKIRIMI 78. yılında 2. bölüm


Seyid Rıza, asılmadan bir yıl önce, Ağustos 1937’de, ailesinin kaldığı mağaranın topa tutulduğu çatışmada büyük oğlu Şeyh Hasan’ı, karısı Besê’yi ve üç torunu ile diğer yakınlarını kaybetmiş, ancak buna rağmen kendisine verilen sözler üzerine barışı sağlamak için 10 Eylül 1937’de Erzincan’a giderek teslim olmuştu. Dönemin gazeteleri olayı, “Şakilerin lideri, Dêrsim’in son sergerdesi yakalandı” başlıklarıyla duyurmuştu. Bu önemli gelişmenin ardından Seyid Rıza ve ele geçirilen diğer Dêrsimli liderler Ekim ve Kasım aylarında Elazığ’da yargılandılar. Elazığ’da kurulan mahkemenin açıkladığı karara göre Seyid Rıza, oğlu Resik Hüseyin ve diğer arkadaşları idam cezasına, bazı arkadaşları da muhtelif cezalara çarptırıldı. 75’lik Seyid Rıza’nın yaşı, asılabilmesi için 57’ye indirildi; oğlu Resık Hüseyin’in yaşı ise 17’den 21’e yükseltildi. Elazığ Buğday Meydanı’nda, “Hiç olmazsa oğlumun idamını görmeyeyim” diyerek ilk önce kendisinin asılmasını isteyen Seyid Rıza’nın bu talebini, dönemin devlet ricali kabul etmedi. Resik Hüseyin, Seyid Rıza’nın gözü önünde asıldı. (Yeni Şafak, 20 Mart 2015)


“MAH Başkanlığına/Ankara

-Hususi-

Ankara’dan alınan şifreli talimatname ile İhsan Sabri Bey ile görüşülüp ve İhsan Bey’in vereceği emir ve talimatnamelere harfiyen riayet edilmesi gerektiği, bunlarla ilgili raporunda süratle Başvekalet’e iletilmesi emredildi. Bunun üzerine İhsan Sabri Bey’le görüşüldü. Bize hafta sonu Seyid Rıza ile alakalı mahkemenin toplanacağı ve karar verileceği ve idamların hafta sonuna yetiştirilmesi gerektiği ifade edildi. Yalnız en önemli nokta, mahkeme kararını verdikten sonra Seyid Rıza ile Reisicumhurumuzun bir araya getirileceği, bunun çok çok gizli olması gerektiği, bunun için lazım gelen tüm tedbirlerin büyük bir hassasiyetle yürütülmesi, ayrıca MAH bünyesinden Zazaca bilen en güvenilir görevlinin bu yolculuğa hazırlanması talimatını verdi...” (**)


Yukarda geçen rapordaki bilgilerle Dêrsim direnişinde adı ön saflarda geçen yiğit ve kahraman İdare İbrahim Ağa’nın oğlu Seyithan Ağa’nın Seyid Rıza anlatımları çok yakın bilgiler içermektedir. Dilden dile ve kulaktan kulağa gelen tarihi bazı karanlık olaylarda, anlatılanların bir kısmının gerçeği yansıttığını hesaptan uzak tutmamak gerek. İdare İbrahim Ağa’nın oğlu Seyithan Ağa’nın olayların içinde olan babasından dinlediklerini özetle şöyle anlatır: “Seyid Rıza idam gecesi önce istasyondaki trende rakı içen Mustafa Kemal’in huzuruna götürülmüştü. Bunu Mustafa Kemal Atatürk emretmiş, Seyid Rıza, kompartımana getirildiğinde gece de bir hayli ilerlemişti. Mustafa Kemal, çok içmiş ve sarhoştu. Elleri kelepçeli olan Seyid Rıza, onun huzuruna çıkarılmıştı“ der. Mustafa Kemal Atatürk, oturduğu sandalyede yerinden kıpırdamadan ve istifini bozmadan Seyid Rıza’ya, “Hele bir bak bana! Beni tanıdınız mı?” der. 


Adaletinizi bu yaşta öğrendik

Seyid Rıza, şöyle dik dik bakar, “Nereden bileceğim ki sen kimsin! Osmanlı’nın bir sürü zabiti var, sen de onlardan bir tanesisin. Söyle bana, ne söyleyeceksen. Sizin mahkemelerinizin de, adaletinizin de ne olduğunu bu yaştan sonra öğrendik” der. 

Mustafa Kemal Atatürk, Seyid Rıza’ya biraz daha yaklaşarak, “Bana iyi bak. Nasıl tanımazsın, ey koca ihtiyar? 1916 yılının Mayıs ayında 16. Kolordu Komutanı olarak Dêrsim’e geldim ve seninle Ovacık’ın Zerenig (Yeşilyazı) bölgesinde ilk defa orada görüşmedik mi? O zaman da Kürt devletini kurma çalışmaları içindeydiniz. Sadece bugün değil, dün de ihanet içindeydiniz” der. 

Seyid Rıza, Atatürk’e bakarak devam eder: “Hatırlamaz olur muyum be adam? O zaman da, ‘Sözünüze nasıl inanacağım’ demiştim. Siz de, ‘Söz namustur’ demiştiniz. Hiç unutur muyum? Bak, bizlere nasıl eziyet ediyor, halkımızı kırarak nasıl da perişan ediyorsunuz? Ruslar Erzincan’a kadar geldiğinde biz Dêrsimliler olmasaydık, size yardıma koşmasaydık, onlar sizin Ankara’nıza kadar dayanacaklardı. Bunu ne çabuk da unuttunuz? Hatta daha fazlasını söylemiştim. Demiştim ki, ‘Osmanlı’da oyun çoktur. Bir oyunu bozulur, yerine yenisi konulur.’ Doğru söyleyip doğru teşhis koymamış mıyım? Ben sizi tanıdığım kadar tanımışım. Tanıdığım gibi, hiç de yanılmamışım, anlıyor musunuz?”


Yalvarmamı bekliyorsan...

Mustafa Kemal Atatürk, Seyid Rıza’ya aşağılayıcı bir tavırla bakar: “O zaman görevliydim. Görevim de yaptığınız tezgahı bozmaktı. İşim ile verdiğim söz arasındaki fark, görevimin yerine harfiyeten getirilmesini engelleyemez. Görev her zaman kutsaldır. Onu yerine getirmek de zorunludur. O zaman da işimi yaptım ve başardım. Bugün de işimi yapıyorum ve başaracağım. Bundan hiç şüphen olmasın.”

Seyid Rıza, sözlerini noktalar: “Bildiğinden şaşma, ne yapacaksan yap. Yalvarmamı bekliyorsan, yanılıyorsun. Evlad-ı Resul, zulmedenlere hiçbir vakit yalvarıp af dilememiş ve zalimin saflarında yerini hiç almamıştır.” 

Mustafa Kemal Atatürk, Seyid Rıza’ya bakarak, “1916 yılında Zerenig’teki o aşiret reislerinin toplantısında anlaşmayı sağlayana kadar elini bana tam üç defa öptürmüştün. Bir Yarbay ve Kolordu Komutanı olarak beni o kadar haydutun içinde küçük düşürdüğünü unuttuğumu mu sandın?” der.

Yarbay olarak Mustafa Kemal, o zaman Rusların Kürtlere yapacağı yardımın önünü kesmiş, Kürtlerin bir devlet kurma girişimini boş vaatlerle çürütmüştü. Dêrsimlilerin tanıklık yaptığı o toplantıda gerçekten de Mustafa Kemal, anlaşmayı sağlayana kadar üç defa Seyid Rıza’nın eline sarılarak öpmüş ve kendisine şöyle seslenmişti: “Allah sizin gibi Evlad-ı Resul’a zeval vermesin. Hak, Muhammed, Ali yoldaşınız olsun. Devlet-i Âli Osman’a olan güveninizi Zat-ı Şahanelere (Sultan Mehmed Vahideddin) bizzat ben kendim bildirip takdim edeceğim!” (***)

Dêrsim ile Osmanlı Devleti, tarihte pek de iyi anlaşamamışlardı. Fakat memlekette herkese hak ve özgürlük vermeyi, hak ve adalet getirmeyi söyleyen yeni Cumhuriyet Hükümeti, Dêrsimlilere yıkım ve felaket getirmişti. Özgürlük, demokrasi, bu yeni hükümetin getirdiği felaketin adı olamazdı. Osmanlılar bile tarihte bu kadar vahşeti Dêrsim’e reva görmemişlerdi. 


‘Üç defa elimi öp, affedeyim’

Seyid Rıza bu duygularla kendini ayakta tutmaya çalışırken Mustafa Kemal’in sert ve cıyak sesi yükselir: “Vaktin yok, ne desen boşuna! Darağacına çekileceksin ağa! Ama sana bir şans vereceğim. Yalnız bir şartım var. Şansını kullanır da üç defa elimi öper af dilersen, ben de seni affeder, bağışlarım.”

Mustafa Kemal Atatürk, Seyid Rıza’ya konuşma hakkı vermeden devam eder: “Çünkü yıllar önce Zerenig’te seni bağımsız Kürt devletinden vazgeçirmem için bana üç defa elini öptürmüştün. Sen bana nasıl elini üç defa öptürdüysen, ben de sana üç defa elimi öptüreceğim ve seni o zaman belki affetmem mümkün olabilir. Bak, dikkat et! Affederim de demiyorum, zira kendi hal ve hareketlerine de dikkat et. Kimin karşısında olduğunu unutma sakın.” 

Seyid Rıza, yapılan gizli görüşmede kandırıldığını belirterek, “Sizin başından beri planınız Dêrsim’i ortadan kaldırmaktı. Ben ta o zamanlar da düşüncenizi iyi anlamıştım. Yanılmadığımı şimdi daha iyi görüyorum” der ve devam eder: “Emin oldum ki, biz Dêrsimliler ne yaparsak yapalım, bu sizi durdurmayacak. Başından beri planınız Dêrsim’i toptan yok etmek, ortadan kaldırmaktı. Bunu geç de olsa anladım. Yaptığım hiçbir şeyden pişman değilim. Sizden af da istemiyorum. Benimle Erkan-ı Harp Dairesi’nden bir subayiniz görüştü. Sizin beni Erzincan Valiliği’ne beklediğinizi ve sulh için benimle görüşeceğinizi söyledi. Ben onun sizin adınıza geldiğine inandım. Çünkü büyük yemin etmişti. İnanarak, yanıma üç arkadaşımı da alarak Erzincan Valiliği’ne gittim. Barış görüşmesi yapacağımıza bizi tutukladılar, sonra da Elazığ Hapishanesi’ne gönderdiler. Yine bana oyun oynamışlar, yine hile yapmışlardı. Sonra mahkeme başladı, büyük oğlumdan iki yaş küçük olan birinin şahitliğiyle yaşımı küçülttüler. Oğlumun yaşını da büyüttüler. Bugün de sizin emirlerinizle idam kararı verdiler. Sözlere güvenerek kendi ayağımla gelmeme rağmen beni idam edeceksiniz. Sizlere daha nasıl güveneceğim?” dedi. 

Atatürk, Seyid Rıza’yı dikkatlice dinler, bir taraftan da konuşmalarına sinirlenir. Sonra Seyid Rıza’ya bakarak, “Başka bir diyeceğin var mı?” diye sorar.


‘Hiçbir şeyden pişman değilim’

Seyit Rıza, cevaplar: “Ben sulh için, cumhuriyet için çok şey yaptım. Savaş olmasın diye silah toplamaya yardımcı oldum. Silahlar toplandı. ‘Şu adamlar teslim edilecek’ dendi, teslim ettim. Her istediklerinde, ‘Bu son’ dediler. Sonra daha fazla şeyler istemeye başladılar. İstekleri hiç bitmedi. Ben bunu önceleri anlayamamıştım. Sonra çıkan Tunceli Kanunu ile aldatıldığımızı daha iyi anladım. Emin oldum ki, biz Dêrsimliler ne yaparsak yapalım, bu sizi durdurmayacak. Sizin de başından beri planınız Dêrsim’i toptan yok etmek, ortadan kaldırmaktı. Bunu çok geç de olsa anladım. Ben yaptığım hiçbir şeyden pişman değilim, af da istemiyorum. Bunlar son sözlerim, başka da bir şey demeyeceğim.”

MAH istihbarat raporundaki anlatımla: “Reisicumhur, bunları şimdi öğrendiğini ve tahkikat yaptıracağını söyleyerek, “Sana son olarak diyorum: Gel benden af dile, yaptıklarından pişman olduğunu söyle ki seni affedeyim. Eğer bunları yaparsan, Dêrsim’e daha faydalı olursun. Bizimle işbirliği yaparsın. Cumhuriyet Dêrsim’e çok faydalı işler yapacak. Dêrsimliler Horasan’dan gelmiş Oğuz Türkleri’dir. Türklük şuurunu yeniden kazandıklarında cumhuriyete çok faydalı işler yapacaklar. Ben buna inanıyorum. Gel bu fırsatı kaçırma.”

Atatürk’ün Singeç Köprüsü’nü açarken bir suikaste uğrayarak yaralandığı da söylenir. Kurşunun karaciğerini parçaladığı ve yaranın verdiği ağrılarla da hayatının sona erdiği konusu halen belgelerle açıklanmış değil. Ayrıca siroz hastalığı da vücudunu etkisi altına almış idi. Artık hasta bir adam da olsa, politik olarak güçlü olan Mustafa Kemal Atatürk’ün her dediği kanun hükmündeydi. Seyid Rıza ise orduları dağılmış bir komutan gibi artık onun elinde bir oyuncak gibiydi.

Rivayetlere ve bazı belgelere göre Atatürk, Seyid Rıza’ya, “Haydi şimdi sen üç defa benim elimi öp de önce ödeşelim. Öpersen seni de, oğlunu da affedebilirim” der. Tam Seyid Rıza’yla aralarındaki mesafe sıfırlanmıştır ki, olan olur. Bir itişme, kakışma ve araya dahil olan Atatürk’ün yaveri... Odanın havası bir anda bozularak daha da gerginleşir, değişiverir.

Mustafa Kemal Atatürk, kaldığı ortamın da etkisiyle Seyid Rıza’nın üstüne doğru yürür. Elleri önden kelepçeli olan Seyid Rıza’nın bembeyaz ve upuzun olan sakalını yakalayarak avuçlarının içine toplayıp, buruşturur; Seyid Rıza’nın yüzüne bastırıp bıraktıktan sonra hızını tam almamıştır ki, sıra Seyid Rıza’nın hiddetine gelir. Yaşı seksene varan bu dağ gibi Pir’i zapt edecek bir güç artık sanki yeryüzünde yok gibidir. 


‘Götürün, gereğini yapın’

İstihbaratçının raporunda şöyle denir: “Reisicumhur, sinirlenerek ayağa kalktı. Eliyle Seyid Rıza’yı göstererek, ‘Götürün, gereğini yapın’ emrini verdi. Seyid Rıza’nın koluna girip onu dışarı çıkarırlarken birden durdu.”

Seyid Rıza, hırsından ağzının dolusuyla yere tükürerek en sonunda şöyle der: “Ben sizin hilelerinizi anlayamadım, onlarla baş edemedim. Bu yüzden görüşmek için geldim, ölüme gidiyorum, bu bana dert olsun. Ama ben de size boyun eğmedim, bu da size dert olsun!” Bu sözleri, hiç değiştirilmeden istihbarat görevlisinin raporuna not olarak düşürülür. 

Raporda, “Reisicumhur eliyle işaret ederek ‘Götürün’ dedi. Onu alarak kompartımandan çıktık, araçlara geçtik. Trenden gelecek İhsan Sabri Bey’i bekledik. İhsan Sabri Bey gelerek öndeki jeep’e geçti, hareket ettik. Bizler de peşlerinden giderek Buğday Meydanı‘na geldik” diye not edilmiştir.

Avludaki sesler Seyid Rıza’nın kulaklarını çınlatırken, sıranın kendisine gelmesini beklemeye başladı. Seyid Rıza’nın gittikçe sabrı tükenmekteydi. İdamı gerçekleştirecek Çingene çocuğunu eliyle iterek uzaklaştırdı. Sandalyeye çıktı, çok gür bir sesle bağırdı. İstihbarat raporuna göre, olay şöyle cereyan etti: “‘Evlad-ı Kerbelayız, ayıptır, zulümdür, cinayettir’ dedi. İpi boğazına geçirerek sandalyeyi tekmeledi. Bu kadar yaşlı adamın cesareti herkesi hayrete düşürdü. Sonuç olarak idamların hepsi tamamlanmış oldu. 15 Kasım Pazartesi, tüm gün asılı olarak halka teşhir edildi. 16 Kasım ise tüm cesetler Elazığ içinde dolaştırılarak halka teşhir edildi.” Yaşananlar, “gizli” kaydıyla Ankara’ya telgrafla bildirildi.

Ertesi gün resmi ve resmi olmayan gazeteler, şu haberle çıktı: 

“Seyid Rıza, oğlu ve avanesi dün sabah Elaziz’de idam edildiler. Tunceli hadisesine ait muhakeme son bulmuştur. Tunceli’de isyan eden 58 suçluya ait karar tefhim edilmiştir. Bu karara göre suçlulardan 11’i idama mahkûm olmuş fakat içlerinden dördü hakkında idam cezası yaşların geçkin olmalarından dolayı 30 sene ağır hapse tahvil edilmiştir. İdam edilen mahkumlar şunlardır: Seyid Rıza (Abasan Aşireti Reisi), Resik Hüseyin (Seyid Rıza’nın oğlu), Seyd Wuşên (Seyit Hüseyin, Kureyşan-Sêxan/Seyhan Aşireti Reisi), Fındık Ağa (Yusufan Aşireti Reisi, Kamer Ağa’nın oğlu), Hasan Ağa, (Demenan Aşireti Reisi Cebrail Ağa’nın oğlu) Hasan (Kureyşan aşiretinden Ulkiye oğlu), Ali Ağa (Mirza Ali oğlu). İdam hükümleri bu sabah infaz edilmiştir. 14 suçlu hakkında beraat kararı verilmiştir. Diğer suçlular da muhtelif ağır cezalara mahkûm olmuşlardır. İdam kararı verilip de yaş haddinden ötürü infaz edilmeyen dört kişinin adları: Kamer Ağa (Yusufan Aşireti Reisi), Cebrail Ağa (Demenan Aşireti Reisi), Kamer Ağa (Haydaran Aşireti Reisi) ve Keko Ağa’dır. İdam cezası alıp infaz edilmeyenler içinde iki ayrı Kamer Ağa olduğu anlaşılmaktadır. Bunlardan biri Yusufan Aşireti Reisi Kamer Ağa ve diğeri de Haydaran Aşireti Reisi Kamer Ağa’dır.”


16 Kasım 1937’de Tan Gazetesi, devletin bir nevi resmi organı gibi Atatürk’ün gezilerini izleyerek, tek taraflı olarak halka haber sunmuştur. Seyid Rıza’nın Elazığ’da asıldığı zaman Atatürk’ün orada bulunduğunu da yaptığı haberlerde belirtmiştir. “Atatürk Elazığ’da olsaydı Seyid Rıza’yı astırmazdı“ yönlü söylentiler de, Tan Gazetesi’nin haberleri ve yukarıdaki belgelerle yalanlanmaktadır. 


Üç buluşma

Atatürk ile Seyid Rıza tarihte üç defa buluştular. İlk iki buluşmada Seyid Rıza, ona inanarak olumlu kararlar vermişti. Verdiği bu iki kararında da aldatıldığını ve sözlerin yerine getirilmediğini yaşayarak gördü. Üçüncü ve son buluşmada da Atatürk, onu affedeceği sözlerine Seyid Rıza’yi bir türlü inandıramamıştı. Seyid Rıza’nın üçüncü bir aldatılmaya tahammülü yoktu. Bu nedenle de affedilme teklifine hayır demişti. Evet deseydi, bugün bir Seyid Rıza da olmazdı. Seyid Rıza, yaşantısı boyunca hep doğrudan yana tavır almıştı. Savaşa karşı ve barıştan yana olan biriydi. Kendisini iki defa aldatan bir insana üçüncü bir şans vermediği için onurunu korumuş ve asılırken de onurunu çiğnetmemişti.

Atatürk ve beraberindeki Başvekil Celal Bayar, Dahiliye ve Nafıa Vekilleri, Orgeneral Kazım Orbay, Umumi Müfettiş Korgeneral Abdullah Alpdoğan ve diğer zevat, Elazığ’da Seyid Rıza ve arkadaşlarını astırma işlemini bitirdikten sonra birlikte Dêrsim’e giderek Singeç Köprüsü’nün açılışına katılırlar. Atatürk orada, “Dêrsim dosyasını böylece kapattık” derken tarihi bir sorumluluk taşıyan yeni bir dosyanın açıldığının farkında bile olmadan aramızdan ayrılıp gitti. Atatürk’ün köprü açılışını yaparken uzaktan atılan bir suikast silahıyla ciğerleri parçalanmış mıydı? Karaciğerinin bu yarasının ölümünde etkisi var mıydı? Devletin resmi yazışmalarında gün gelecek bu konuya da elbette yanıt bulunacaktır.  BİTTİ


BURHAN KEMAL /  Siyaset Bilimci, Dip.Pol.


(*) Aydemir, Şevket Süreyya; Tek Adam: Mustafa Kemal 1919-1922 Cilt II; İstanbul; 1964

(**) Yeni Şafak, 20 Mart 2015

(***) Burhan Kemal, Kutsal Babalar Diyarı Dêrsim, 2014



paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.