Mutlak güç kötülüktür
Forum Haberleri —

Güç-iktidar/foto:freepik
- Eğer bireyler erdemi ve özgürlüğü savunmasa, sistem ne kadar güçlü olursa olsun yozlaşma kaçınılmaz hale gelir. Bu nedenle gücün sınırlandırılması ve denetlenmesi, yalnızca siyasi gereklilik değil, aynı zamanda tarihsel bir zorunluluktur.
ŞAHİN KUCİN
Tarihin derinliklerinden günümüze uzanan en temel sorulardan biri, gücün insan doğası üzerindeki etkisidir. Mutlak güç, mutlak yozlaşma getirir mi sorusu, yalnızca bireylerin değil, toplumların ve medeniyetlerin geleceğini şekillendirir. Marcus Aurelius'un "Kendime Düşünceler" adlı eseri, bir imparatorun gücü elinde tutarken erdemi koruma çabasının en samimi itiraflarını içermesi bakımıdan bu soruya felsefi zemin hazırlarken, tarih Aurelius gibi erdemli liderlerin istisna olduğunu, gücün genellikle insanı yozlaştırdığını göstermiştir.
Neron'un Roma'yı ateşe vermesi, Caligula'nın atını senatör yapması ya da Domitian'ın paranoya ile binlerce insanı katletmesi, gücün salt satranç olmayarak insan psikolojisi üzerinde yıkıcı etkileri olduğunu gösterir. Psikoloji ve sosyoloji literatürü, gücün bireyin empati yeteneğini azalttığını, kendini aşırı önemseme (megalomani) eğilimini artırarak ahlaki pusulasını kaybetmesine neden olduğunu ileri sürer. Güce sahip olmak, bireyi başkalarına hesap verme yükümlülüğünden kurtarır, böylece vicdanın kendisini kontrol eden doğal sınırlarını aşındırır. Roma tarihine bakıldığında sanki yazılı olmayan yasa hüküm sürüyormuş gibi görünür. Güç arttıkça erdem azalır. Ancak bu yasa yalnızca antik çağlara özgü değildir. Fransız devriminin idealleri, devrimci liderlerin terör politikalarına dönüşmüştür. 20 yüzyılda diktatörler, sınırsız yetkilerini milyonlarca insanın yaşamını mahvetmek için kullanmıştır. İnsanlık tarihi, gücün sınırlandırılmadığı durumlarda yozlaşmanın neredeyse kaçınılmaz olduğunu göstermektedir. Demokrasi ve insan hakları söylemi ile iktidara gelen birçok liderin zamanla otoriterleşmesi, sorunun güncelliğini koruduğunu göstermektedir.
Recep Tayyip Erdoğan'ın siyasi kariyeri, bu bağlamda ele alınması gereken önemli vakalardandır. Erdoğan, siyasete karanlık bir geçmişten gelerek adım attı. İstanbul Belediye Başkanlığı döneminde halkın sorunlarına duyarlılığı, pragmatik yönetim anlayışıyla geniş kesimlerin desteğini kazandı. 2002 yılında (AKP) liderliğinde iktidara geldiğinde demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi kavramları ön plana çıkararak Türkiye'de yeni siyasi dönemin başladığını, askeri vesayeti gerileteceğini, Avrupa Birliği’ne uyum sağlayan politikalar izleyeceğini vaat etti. İktidarın ilk yıllarındaki reformist söylem zamanla yerini otoriter yönetim anlayışına bıraktı.
2010’lu yıllardan itibaren basına yönelik baskılar, yargının siyasallaşması, muhalif seslerin sistematik olarak susturulması, gücün denetlenmediğinde nasıl yozlaştırıcı etkiye sahip olduğunu gösteren gelişmelerdir. 2013 Gezi Parkı protestoları, 2016 darbe girişimi ile beraber ilan edilen olağanüstü hal dönemi, sonrasında gelen başkanlık sistemi, Erdoğan'ın otoriterleşme sürecinin dönüm noktaları olmuştur. Bu süreçte, kuvvetler ayrılığı zayıflatılmış, medya kontrol altına alınarak, siyasi rakipler sindirilmiştir.
Tarih boyunca mutlak güce sahip liderlerin çoğu yozlaşırken Marcus Aurelius, Roma imparatoru olmasına rağmen, Stoacı felsefeyi benimseyerek erdemli bir yönetim anlayışı geliştirmeye çalışmıştır. Aurelius'un kendisine hatırlattığı temel gerçeklerden biri, güç ve servetin geçici olduğudur. Kendini sürekli evrenin büyüklüğü ile yüzleştirmesi, onun erdemli kalmasını sağlayan içsel mekanizma olmuştur. Bu durum, güç ve erdem arasındaki ilişkiyi yeniden değerlendirmemizi gerektirir. Gücün her zaman yozlaştırıcı olmadığını, ancak insanın gücün cazibesi karşısında ahlaki savunma mekanizmasını geliştirmesi gerektiğini gösterir. Aurelius'un örneği, bireyin kendini kontrol ederek, düşünce, eylemlerinde erdemi ön planda tutarak gücün tuzaklarından kurtulabileceğini kanıtlar. Erdoğan ise bu yolda farklı tercihte bulunmuş, gücü merkezileştirerek, kendisine bağlı sistemi inşa etme eğiliminde olmuştur. Bu yöntemin uzun vadede sürdürülebilir olmadığını tarih bize göstermiştir.
Roma İmparatorluğu’nun otoriterleşmesi, Fransız Devrimi sonrası terör dönemi, 20 yüzyılda Hitler, Mussolini ve Stalin gibi liderlerin mutlak güç arayışı, toplumları derin krizlere sürüklemiştir. Gücün yozlaştırıcı etkisini dengelemenin önemli yollarından biri, Montesquieu'nun kuvvetler ayrılığı ilkesiyle kurulan demokratik sistemdir. Erdoğan'ın başkanlık sistemine geçişi, bu dengeyi bozmuş, tek adam yönetimi, sistemi denetleyen mekanizmaları zayıflatarak, gücün merkezileşmesine yol açmıştır.
Tayyip Erdoğan'ın siyasi serüveni, gücün birey ve toplum üzerindeki etkisini anlamak açısında önemlidir. Başlangıçta demokratik söylemlerle iktidara gelen liderin zamanla despota dönüşmesi tarihte birçok kez tekrarlanan fenomendir.
Marcus Aurelius gibi liderler, gücün yozlaştırıcı etkisine karşı ahlaki direnç gösterebilmişken, çoğu lider bu sınavdan başarısız olmuştur. Tarih er yada geç mutlak güce sahip olanların hesap verdiğini göstermektedir. Toplumların yükselişi ya da çöküşü, sadece liderlerin değil, halkın da bu sürece nasıl tepki verdiğiyle belirlenir. Eğer bireyler erdemi ve özgürlüğü savunmasa, sistem ne kadar güçlü olursa olsun yozlaşma kaçınılmaz hale gelir. Bu nedenle gücün sınırlandırılması ve denetlenmesi, yalnızca siyasi gereklilik değil, aynı zamanda tarihsel bir zorunluluktur.