O gün cehennemi yaşadık

  • Çocuk, genç, yaşlı 17 kişinin katledildiği, 200’den fazla kişinin yaralandığı Digor Katliamı’nın üzerinden 27 yıl geçti. Türk yargısı, yargılar gibi yaptığı 8 devlet görevlisini de beraat etti.

 

DİNDAR KARATAŞ - MA/KARS

Kars’ın Digor ilçesinde koruculuk dayatması, ev baskınları, işkence ve zulüm politikalarına karşı 14 Ağustos 1993’te yürümek isteyen sivillerin üzerine açılan ateş sonucu çocuk, genç ve yaşlı 17 kişi şehit edildi, 200’den fazla kişi yaralandı. Üzerinden 27 yıl geçen Digor Katliamı’nın izleri olduğu gibi duruyor. Katliamda 13 yaşındaki kızı Selvi’yi kaybeden Mirza Çağdavul ve Digor’a giderek incelemelerde bulunan heyetin içerisinde yer alan dönemin Şırnak Milletvekili Mahmut Alınak tanıklıklarını anlattı. 

Şimdi 80’ine giren Mirza Çağdavul, yürüyüşün yapılacağı sabahı şu sözlerle anlattı: ”Evlendikten 11 yıl sonra bir kızım oldu ve ismini Selvi koydum. Kızım doğduğunda, ilk dişi çıktığında, bana ilk su getirdiğinde onun için bir kurban adadım. Benim kızıma olan sevgim bu bölgede dillere destandı. Katliamın sabahı kızıma rengarenk ve en güzel elbiseleri giydirdik ve alana gittik. Kızım benden ayrılarak yürüyüşün en önüne geçti ve bir anda ateş açıldı. Yürüyüşteki herkes sağa sola koştururken ben yürüyüşün en önüne doğru koşuyordum. Çünkü kızım en öndeydi ve onu kurtarmak istedim. Ama kızım orada katledilmişti. Kızımı o kadar çok seviyordum ki doğan torunuma onun adını verdim ama torunuma kızımın hikayesini hiç anlatmadım, üzülmesin diye.” 

Zorunlu göçe karşıydık

 Katliam öncesi askerlerin günde en az iki kez evini basarak arama yaptıklarını, aramalar sırasında değerleri eşyalarına el koyulduğunu ve bu durumun artık bir göçertme politikasına döndüğünü vurgulayan Çağdavul, asıl olarak bu durumu protesto etmek için yürüyüş yaptıklarını dile getirdi. ”O gün cehennemi yaşadık” diyen Çağdavul, yaşananları unutamadığını ifade etti. Askerlerin kendilerine yaptıkları zulümlerin artık dayanılamaz bir boyuta vardığı için köylülerin topyekUn isyana kalkıştığını kaydeden Çağdavul, şöyle devam etti: “Biz artık askerlerin her gün evlerimizi aramalarından, bize baskı yapmalarından bıkmış usanmıştık. Bu zulmü kabul etmemize vicdanımız el vermiyordu. Topraklarımızı da terk edemezdik. Onun için yetkililere sessizimizi ulaştırmak için çevre köylerden insanların katılımıyla Digor’a doğru yola çıktık. Biz Digor’a derdimizi anlatmak için gittik ama onlar bize pusu kurmuşlardı. Digor’a 2 kilometre kala her taraftan kurşunlar sıkılmaya başlandı. Herkes yere düşüyordu. O gün mahşerdi ve o gün cehennemi yaşadık. Kimse ölüsünü almaya dahi gidemedi. Yaralı olan birçok kişinin hastanelere götürülmesine izin verilmedi.”

Katledilen asker o köyden

Katliamda Nexşan köyünden 7 kişinin katledilmesinin üzerinden yıllar geçse de tarih 1 Ağustos 2020’i gösterdiğinde aynı köyden askere giden ve “vatan haini” denilerek ölümle tehdit edilen Osman Özçalımlı da katledildi. Özçalımlı’nın katledilmesinin ile 27 yıl önceki katliam arasında bağ kuran Çağdavul, “Keyfi olarak yapılan o zulüm bugün devam ediyor. Tıpkı o çocuğun askerde katledilmesi gibi. Osman’ın ne suçu vardı ki öldürdüler?” diye sordu.

Hakim dalga geçti

Bugün katlettikleri sivilleri nasıl ki PKK’li diye lanse ediyorlarsa aynısını o gün başlarına getirdiklerini ifade eden Çağdavul, ”Katliam ile ilgili yapılan duruşmalara gittik ama hakim bizimle dalga geçer gibi ‘Kurşunlar ne taraftan geliyordu’ diye soru soruyordu. Katliamdan sonra askerler köye gelerek ajanlık ve koruculuk dayatmaya başladı. Bana araba ve ev teklif ederek ajan olmamı istediler ama ben kabul etmedim. Bu ülkenin bir yüzleşme ve barışa ihtiyacı var” dedi.

Alınak, giden heyetteydi

 Katliamın olduğu dönemde Şırnak Milletvekili olan Mahmut Alınak, milletvekillerinden oluşan bir heyetle bölgeye giderek incelemelerde bulundu. Olayı Meclis’te olduğu sırada duyduğunu ve hemen bir heyet olarak Digor’a gittiklerini kaydeden Alınak, şunları anlattı: ”Heyette dönemin milletvekilleri Selim Sadak, Sırrı Sakık, Muzaffer Demir, Ali Yiğit ve ben görev aldık. Gözaltında olanlara işkence edildiği haberleri geliyordu. Polis amirleri telefonlarımıza çıkmıyordu. Ben de valiyi arıyordum. Vali özel timlere söz geçiremiyordu. Ertesi gün yanımızda bir grup gazeteciyle birlikte uçakla Erzurum’a hareket ettik. Erzurum’dan karayoluyla Kars’a gittiğimizde akşam olmuştu. Erzurum’dayken randevu aldığımız Vali bizi odasında bekliyordu. Emniyet müdürü de oradaydı. Valiyi acı bir çaresizlik içinde bulduk. Vali yalan söylemeyi beceremeyen dürüst bir bürokrattı. Olup bitenler hakkında bilgilendirilmemiş ve her şey kendisinden saklanmıştı. İliştiği makam koltuğunda iki büklümdü. Sorularımıza cevap veremiyordu, açıkça söylemese de kurduğu cümlelerden cinayetin özel timler tarafından işlendiği anlaşılıyordu. Emniyet müdürü ise yayıldığı koltukta bir yalan makinesi gibi çalışıyordu. Sorularımıza verdiği cevaplar çelişkilerle doluydu. ‘PKK ateş etti, güvenlik güçleri de karşılık verdi’ diyerek, devlet güçlerine toz kondurmuyordu. Aramızda gergin tartışmalar oldu.”

Digor’da ölüm sessizliği

 Valinin odasından cevaplanmamış çokça soruyla ayrıldıklarını belirten Alınak, şöyle konuştu: ”Ardından Kars Devlet Hastanesi’ndeki yaralıları ziyaret ettik. Hastane tıklım tıklım doluydu. İnsanların hepsi kurşunla yaralanmıştı. Polis hastanede bize adeta nefes aldırmıyordu. Her saniyemizi kameraya alıyorlardı. Hastaneden çıktıktan sonra Digor’a gittik. Digor ölüm sessizliği içindeydi. İnsanlar dükkânların camekanlarından korku dolu gözlerle bize bakıyordu. Ben Şırnak Milletvekiliydim ama Digorluydum. Digorluların yanımıza gelmek istediklerini biliyordum ama gelmeye çekiniyorlardı. Bir dehşet havası çöreklenmişti şehrin üstüne. Polis kameraları Digor Kaymakamı’nın makam odasında da çalıştı. Odasını işgal eden polisler kaymakama bile güvenmiyor ve onunla yaptığımız görüşmeyi de kameraya kaydediyordu. Biz şiddetle buna karşı çıktık. Kaymakam çaresizlik içindeydi, polislerden korkuyor, onları odasından dışarı çıkaramıyordu.”

PKK’lilerin ateş ettiği yalanı

 Yaptıkları görüşmelerden sonra köylere geçtiklerini hatırlatan Alınak, şöyle devam etti: ”Emniyet müdürü akşam bize PKK’lilerin olayın olduğu yerin arkasındaki yüksek bir tepeden ateş ettiğini söylemişti. Bu durumda PKK’lilerin, özel timlerin içinden ateş açmış olması gerekirdi. Çünkü olayın tanıkları sözü edilen tepenin devlet güçlerince kuşatıldığını ve o bölgede kuş dahi uçurtulmadığını söylüyorlardı. PKK’lilerin devlet güçleri içinden ateş açması mümkün olmadığına göre, fail belliydi. Ayrıca emniyet müdürünün iddia ettiği şekilde PKK’nin ateş açması ve devlet güçleri ile PKK arasında silahlı bir çatışmanın olması halinde, devlet güçlerinden ve PKK’lilerden de ölen ya da yaralananların olması gerekirdi. Oysaki ne PKK’lilerden, ne de devlet güçlerinden ölü ya da yaralı vardı. Bu çelişkiyi sorduğumuz Kars Valisi bizden gözlerini kaçırmıştı. Görgü tanıkları ve mağdurlar özel timlerin topluluğa hedef gözeterek ateş ettiklerini söylüyor ve devlet güçleri ile PKK’liler arasında herhangi bir çatışmanın olmadığını belirtiyordu.”

Katliam gün gibi ortadaydı

 Meselenin gün gibi ortada olduğunu ve toplu bir katliamın yapıldığını söyleyen Alınak, köyleri gittiklerinde polislerin kendilerine yönelik tehditlerini ve sonrasında yaşananları ise şöyle anlattı: ”Digor’dan köylere hareket edeceğimiz sırada bir özel tim, ‘Daha çok Fatiha okuyacaksınız. Gerekirse Meclis’i basar, Meclis’ten kelle alırız’ diyerek, bizi tehdit etti. Bazı yaralılar, özel timlerin olaydan sonra dipçiklerle kendilerini öldürmeye kalkıştıklarını, ancak jandarma yüzbaşısı ile kaymakamın müdahalesiyle öldürülmekten kurtulduklarını söylediler.

Panzere bağlayıp sürüklemişler

Ölü ve yaralılar Zibini, Zixçî, Mewreg, Nexwşan, Kızılkule, Püfik, Başköy ve Baceli köylerindendi. Bazı yaralılar cezaevine atılma endişesiyle hastanelere başvurmamış, evlerinde tedavi olmaya çalışmıştı. Birçok ölü ve yaralılar ibret olsun diye ayaklarından panzere bağlanıp yerde sürüklenerek şehre getirilmişlerdi. Yürüyüşe katılan ve katliamı sıcağı sıcağına yaşayanlar plânlı bir katliam ile karşı karşıya kaldıklarına dikkat çekiyorlardı.” 

Aynı katliamcı zihniyet

 Ankara’ya döndükten sonra hazırladıkları 23 Ağustos 1993 tarihli ayrıntılı bir raporu Meclis Başkanlığı’na, Başbakanlığa, Adalet Bakanlığı’na ve birçok kuruluşa gönderdiklerini belirten Alınak, ”Özel timler hakkında Kars Ağır Ceza Mahkemesi’ne dava açıldı. Yargılama yıllarca sürdü, beklendiği gibi katil özel timler bir  gün bile ceza almadan dava dosyası zamanaşımıyla kapatıldı. Digor’da katliam yapan zihniyetle yıllar sonra Roboskî, Nusaybin, Sur, Cizre, Silopi ve daha pek çok yerde katliam yapan zihniyet aynıdır. Bu zihniyet, ta Koçgiri’den, Gelîye Zîlan’dan ve Dersim’den bugüne kadar sürüp gelen kanlı bir zihniyettir.”

 

Katliam günü

Devletin koruculuk dayatmaları, ev baskınları, işkence ve kendilerine yönelik geliştirilen zulüm politikalarına ”dur” demek için yürümek isteyen binlerce köylü, 14 Ağustos 1993 sabahı Nexşan (Kocaköy) köyünde bir araya geldi. İlçenin 20 köyünden gelen binlerce kişi, saban saatlerinde Digor’a doğru yürüyüşe geçmek istedi. Aralarında çocuk, yaşlı, kadın ve gencin olduğu kitlenin önü Digor’a 2 kilometre kala kesildi. Türk devlet güçlerinin önün kestiği kitle, yürüyüşlerinden vazgeçmeyeceklerini söyledi. Bunun üzerine birçok noktadan kitlenin üzerine ateş açıldı. Yayılım ateşi sonucu 5’i çocuk 17 kişi olay yerinde katledilirken, resmi olmayan rakamlara göre ise 200’ün üzerinde kişi çeşitli yerlerinden yaralandı. Yayılım ateşi sürdüğü sırada yüzlerce kişi ezilme tehlikesi geçirirken, olay yerinden kurtulan ve araçlarıyla köylerine dönmek isteyen yurttaşlara ise izin verilmedi. 

 

Türk yargısı akladı

Katliamın ardından yürütülen soruşturmada sadece 8 Özel Harekat Polisi sorumlu bulundu. Yıllar sonra bu polisler hakkında “Kasten insan öldürmek” ve “Kasten insan öldürmeye teşebbüs etmek” suçlamasıyla dava açıldı. Toplam 11 yıl süren yargılamada mahkemeden bir karar çıkmaması üzerine davanın avukatı Tahir Elçi, 2004’te “Uzun yargılama”, “Etkin soruşturma yürütülmemesi” ve “Yaşam hakkı ihlali” gerekçesiyle davayı doğrudan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşıdı. AİHM’de davanın kabul edilmesi üzerine Türkiye 2006’da karara bağlayarak 8 polisi “Meşru müdafaa” gerekçesiyle beraat ettirdi. Türkiye’nin beraat kararı vermesinin hemen ardından kararını açıklayan AİHM 2. Dairesi, Türkiye’yi maddi manevi tazminata mahkum etti. Katliamın ardından göçe zorlanan köylüler, tüm baskılara rağmen direnerek topraklarında hala yaşamaya devam ediyor.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.