Öcalan ile Şam’da

Dosya Haberleri —

Mehmet Demir

Mehmet Demir

  • Bizler yedi-sekiz saat boyunca Önderliği dinledik. Bir anına tanık oldum. Kurdistan dağlarına arkadaşları yolcu ederken şunu söylüyordu; 'O dağların kutsallığını iyi bilin ve şunu unutmayın her biriniz gittiğinizde içimizden bir parçayı götürüyorsunuz. Kendinize çok dikkat edin.' Önderlik'de bu denli bir duygu derinliği ve bağlılık gördüm.
  • PKK 1984 yılında ilk kez dövizleriyle, renkleriyle ve parti flamalarıyla Almanya’da iki koldan yürüyüşe geçti. Bir kol Hannover’den Bonn’a diğer kol ise Hanau’dan Bonn’a olarak planlandı. Her iki koldan yürüyenler 18 gün boyunca 513 km yol alarak Bonn’a ulaştılar. Bu yürüyüşün ardından Vahdettin Kıtay ve Binevş heval ile birlikte 28 kişi örgüte katılma kararı verdi.

SERHAT ARARAT

Yaklaşık yarım asırdır Kürt Özgürlük Mücadelesi içerisinde yer alan Mehmet Demir, söyleşimizin ikinci bölümünde 1980’li yıllarda artık hatırı sayılır bir örgütlülüğe kavuşan PKK’nin direnişini ve fedakarlıklarıyla Almanya’da en küçük grup iken nasıl zamanla bir halk hareketi haline geldiğini anlatıyor. İlk dernek Ekim 1979’da Köln’de kurulur, sonrasında ise Kurdistan Yurtsever Devrimci İşçiler Dernekleri ile ikinci dernek kurulur. Ve artık her geçen günün büyüyerek devam eder. Köln ve Duisburg’tan sonra 1981 yılında Nürnberg’de üçüncü dernek açılır. Ardından sırasıyla Bochum, Berlin, Frankfurt, Hamburg, Mannheim ve Hannover’de dernekler açılır. Derneklerde paneller, seminerler verilir.

Mehmet Demir, ilk dernekleri, geceleri ve o zaman yaşadıkları heyecanı şöyle anlatıyor: "Ulusal dava git gide düşüncede ve pratikte yayılmaya başladı. Artık gecelerimizde özel slogan atan gruplarımız vardı. Adeta salona ruh katıyorlardı. Daha sonra 1982 ortalarında büyük ölüm oruçlarıyla dayanışma eylemlerimiz gelişti. Köln’de Newroz gecesindeydik ve Mazlum Doğan’ın şehadet haberini aldık. Mazlum hevalin şehadet haberi üzerine ilk eylemimizi Duisburg’da sekiz örgüt ile beraber 35 günlük bir açlık grevi süreci başlatarak yaptık. Yaklaşık 36 arkadaşın yer aldığı bu eylemde Kurtuluş, Dev-Yol, Partizan, Kıvılcım gibi sol örgütlerden oluşan sekiz fraksiyon da katıldı. Sol örgütler ikişer, üçer kişi olarak katıldılar. Fakat katılım ağırlıkta bizden oluşuyordu."

'Bak, biz artık imkan sahibiyiz'

İlk kez ölüm oruçları direnişinin hemen ardından Temmuz 1982’de Şam’a giderler. Mehmet Demir, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile ilk buluşmalarını anlatıyor: “O zamanlarda buradan Yunanistan’a Yunanistan’dan da gemiyle Tarsus’a geçiliyordu. Gidişimiz her ne kadar sıkıntılı olsa da bir şekilde ulaşım oluyordu. Şam’da Önderliğin yanında kalan Osman Haznedaroğlu adında Arapça, Türkçe tercümanlık yapan biri vardı. O limana gelmişti ve bizi aldı. Yanına gittiğimizde Önderlik hemen bizi görmeye geldi. İlk gidişimde yanında üç ay kaldım. Bir toplantıya gittiğimizde öncesinde YNK'de dahil olmak üzere Önderlik için şöyle diyorlardı, 'toplantılara otobüsle giden başkan' biçiminde alaycı bir durum söz konusuydu. Yani arabası yok gibisinden. Buradan Önderliğe Mercedes markalı bir araç götürdük. O toplantıya da buradan götürdüğümüz o Mercedes ile gittik. Başkan o zaman bize döndü ve dedi ki, 'bak artık biz de imkan sahibiyiz ve artık kimse bunu bize demeyecek' dedi. Önderlik o zamanlarda şunu söylüyordu: 'Biz Şam’da KDP, YNK ve PSK’nin de içinde olduğu ilk toplantılara katıldığımızda Siverek, Hilvan ve Amed Zindan direnişi gibi önemli dönüm noktaları anlatıldığında sanki yapanlar onlardır biz değiliz gibi bir sahiplenme vardı. Bir noktadan sonra biz onlara burada durun demeye başladık. Bu süreçlerin sahipleri var o da biziz dedik. Öyle olunca da birçokları bu toplantılarda resmen kaçtı’ dedi. Bunu yapanların birçoğu Şam’ın lüks binalarında sefa içinde yaşıyorlardı.”

Önderlik çok çabalıyordu

Hiç unutmayacağı bir ana tanık olduğunu anlatan Demir, şöyle devam ediyor: "Lübnan’a dönük saldırısında Filistin sahasındaki arkadaşlar esir düşmüştü. Bu arkadaşalar İsrail'de cezaevinden bırakılacak fakat hiç kimse direkt teslim alamıyor. Bu süreçte arkadaşlar Filistinli örgütler ile görüşmüşlerdi. Günler sonra esir arkadaşlar için tek bir çaresi var; buradan Casablanka’ya ve orada biz size teslim ederiz demişlerdi. Başkan o dönemde Lübnan’da Avukat Hasan diye biriyle tanışmıştı. Hatta bu ailede kaldığı zamanlarda sabahın ilk saatlerinde fırına gider taze ekmek bile aldığı söyleniyordu. Bu aile Önderliği böyle biliyordu. Başkan Casablanka’ya Av. Hasan’ı göndermişti. Sanırım orada Filistin Kurtuluş Ordusu’nun ikinci adamı konumunda olan biri limanda arkadaşları teslim alacak ve bizimkilere verecek. Fakat kimse yok orada ve arkadaşları teslim alacak bir muhatap bulunmuyor. Av. Hasan eli boş dönünce hepimiz orada oturuyoruz. Önderliğin o esir arkadaşlar için yaptığı değerlendirmesi ne kadar yoldaşlarına bağlı olduğunu ve onları getirmek için ne denli çabaladığı gözler önüne seriyordu, inanın kelimeler ile anlatılmaz. Bizler yedi-sekiz saat boyunca Önderliği dinledik. O zaman sadece Filistin Halk Cephesi’nden birinin gidip resmiyette teslim alması gerekiyor. Önderlik buna çok öfkelenmişti. Esir arkadaşlar orada onlar için savaşmıştı. Yine bir anına daha tanık oldum. Kurdistan dağlarına arkadaşları yolcu ederken şunu söylüyordu; 'O dağların kutsallığını iyi bilin ve şunu unutmayın her biriniz gittiğinizde içimizden bir parçayı götürüyorsunuz, kendinize çok dikkat edin ve şahadetleriniz çok kolay olmasın.' Önderlik'de bu denli bir duygu derinliği ve bağlılık gördüm.”

Esas peygamberler onlardır...

Demir, 1 Mayıs 1983’de Şam’da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın yanına ikinci gidişinde de şöyle bir tablo ile karşılaşıyor. O sırada Avukat Serafettin Kaya da orada bulunuyor. Demir, Kaya ile Öcalan arasında geçen bir diyaloga tanık olurken o zamanı şu sözlerle anlatıyor: “Serafettin Kaya Diyarbakır'da arkadaşların savunmasına katılan biriydi. 1 Mayıs kutlamasında Önderlik, Şerafettin Kaya’ya buyur Diyarbakır’ı sen yaşadın tüm arkadaşların tanığı, şahidisin dedi. Şerafettin Kaya’nın o sözünü hiç unutmadım. Önderliğe dedi ki, 'Eğer Müslümanlar kızmazlarsa esas peygamberler Diyarbakır’da direnenlerdir. Mehmet Hayri Durmuş eylemdeyken elini kırarak koluyla düz yaptıklarında ona “ıh” bile dedirtemediler, bana göre esas peygamberler onlardır.”

 

 

PKK’ye liberal çizgi dayatılıyordu

Demir, Avrupa’da iç ihanet sonucu PKK’nin bütün kazanımlarını Semir ve çetesi tarafından hedef alan tasfiyeciliği ele alırken de Alman devletinin örgütü liberal bir çizgiye çekmek için ne denli bir rol aldığını da ekleyerek şöyle devam ediyor: “Bu yıllara geri dönecek olursak Avrupa’da 1983’de Semir ihaneti açığa çıkmıştı. Bu süreç oldukça zorlu bir süreçti. Amaç, Avrupa’da PKK’yi bir bütünen liberal bir çizgiye çekip bazı devletlerin güdümüne sokmaktı. O dönemde bazı arkadaşlar Semir’in Avrupa sorumluluğuna gönderilmemesini istiyor. Fakat, Önderlik hayır diyor; o zaman konumunu tam olarak açığa çıkaramayız ve olmaz diyor. Yani Önderlik, Semir pratiğe girecek ki, bunun sonuçları çıksın diyor. Önderlik, cezaevi ile ihanet çizgisinin ortaya çıkması için tekrardan Avrupa’ya gönderdi. Fakat arkasından da müdahale gücü olarak bir grup arkadaşı da gönderdi. 1983 yılında artık örgüt açısından her şey açıktır ve nettir, biliniyor. Fakat 1983’de meşhur Hannover Pavilion toplantısında iç ihanete karşı neler yapılabilinir konusunda kimi tartışmalar yürütülüyordu. Bu sırada Alman devletinin bu toplantıdan haberi oluyor ve mealen diyor ki, 'PKK içerisinde liberal bir eğilim gelişiyor bunun desteklenmesi gerekir.''

Bu bir siyasi körlüktür

Demir 1983 yıllarına dönük önemli konulara değinirken bu süreci tasfiyecilikten arındıran gene Önderlik oldu diyerek devam ediyor: "1983’te Semir, Avrupa’ya döndüğünde Önderlik tedbir amaçlı Semir’in kendisine gönderdiği bütün raporların bir nüshasını müdahaleye gelen arkadaşlara hazırlıklı olsunlar diye veriyor. 1983 yıl sonuna yaklaştığımızda Almanya’nın Stuttgart kentinde büyük bir kule vardı o kulenin altındaki restorantta Önderliğin müdahaleye gelen arkadaşlar ile gönderdiği raporların bir nüshası vardı. Onlar üzerinde bir hafta boyunca konferans şeklinde bir toplantı ya da eğitim diyelim aldık. Tasfiyeciğin amacı geniş bir biçimde bir hafta boyunca tartışıldı ve bu çerçevede bir yoğunlaşmaya gidildi. Önderlik bu süreçte Avrupa’da olup bitenleri şöyle değerlendiriyordu; 'Bu süreci görmemeyi siyasi körlük olarak ele alırken müritçe bağlılığın yetmediğini' gelen raporlardan değerlendirmişti. Bu konferansta ilk kez 'Yurt Dışı Avrupa Birliği' biçiminde bir isime gittik. Avrupa’da böyle bir isim adı altında örgütlenme kararı alındı. Genel değerlendirmelerde bu çerçevede yapıldı." 

İki koldan 18 gün yürüdük

PKK 1984 yılında ilk kez dövizleriyle, renkleriyle ve parti flamalarıyla Almanya’da iki koldan yürüyüşe geçer. Mehmet Demir bu uzun soluklu yürüyüşü şöyle anlatıyor: "Almanya’da ilk uzun yürüyüş kararımız federasyonumuzun kuruluşuyla birlikte yapıldı. İç ihanete, devletlerin yönelimlerine karşı tutum alma biçiminde formüle edeceğimiz uzun yürüyüşümüz 1984 yılında gerçekleşti. Bir kol Hannover’den Bonn’a diğer kol ise Hanau’dan Bonn’a olarak planlandı. Hannover kolundan sorumlu arkadaşımız Şehit Vahdettin Kıtay arkadaştı. Hannover kolundan genelde yüz ya da yüz on kişi yürüyordu. Hanau kolunda ise yetmiş gibi kişi yürüyordu. Her iki koldan yürüyenler 18 gün boyunca 513 km yol alarak Bonn’a ulaştılar. Hannover kolundan başta Vahdettin Kıtay ve Binevş heval olmak üzere Sait Durmuş, Selçuk heval ile birlikte 28 kişi örgüte katılma kararı verdiler. Binevş heval o zaman yurtsever bir ailemizin kızı olarak yürüyüşe ilk kez katılmıştı. Hanau kolundan ise Şehit Rauf heval ve Mehmet Önder katıldı. Yalnız şunu söyleyebilirim, muhtemelen bu her iki koldan verdiğim rakamın çok üstünde kişi örgüte katılım kararı verdi."

O dönemi anlatırken, "Artık Kürtlerin bir lideri var ve bu duyguyla beraber inanılmaz bir bağlılık var" diyen Demir, şöyle devam ediyor: "Delmont’an Gütersloh’a yürürken ana sloganlarımızdan biri şuydu; 'İç ihanete karşı PKK’ye uzanan elleri kıracağız, Başkan'a uzanan elleri kıracağız' diyorduk. Tam da bu esnada faşistlerin yoğun olduğu bir yerden geçtik ve bu sırda bize saldırı oldu. Bir anda bugüne kadar hiç duyamadığımız bir slogan yankılandı: 'Bijî Serok Apo' yeni bir slogandı. Bu slogan atıldığı esnada öyle tahmin ediyorum ki, bizim sanatçı Seyîtxan onların durduğu taraftan atılıyordu. Yanılmıyorsam onlar atıyordu. Fakat her iki kol Bonn’da bir salonda birleşti ve bu sırada da 'Bijî Serok Apo' sloganı adeta salonu inletti. O yürüyüşte 18 gün boyun yürüyen heval Bineş’ın ayak tabanı adeta yürümekten ikiye yarılmıştı ve durmuyordu. Böylesi bir inanç vardı. Değerlere bağlılık öyle yüzeysel değildi. Gerillanın ne zor şartlar altında o dağlarda imkansızlıklar ile boğuşarak direndiğini bilince çıkaran bir bağlılık vardı. Bu zamanlar PKK’yi PKK yapan zamanlardır. Bu süreç böyle devam edince 1985’de ERNK'nin kuruluşu ilan edildi. Artık faaliyetlerinde pratik biçimi değişti ve ERNK bünyesinde burada birçok koldan yeni örgütlemeler yapıldı. Berxwedan dergisinin yayın hayatına başlaması, ülkede Yeni Ülke Gazetesi’nin yayın hayatına başlaması gibi bir süreç doğdu."

 

*****

Heval Abbas gazete satıyordu

PKK'nin kitleselleşip büyümesini Almanya'nın hazmedemediğini dile getiren Mehmet Demir, anlatmaya devam ediyor: “Hareketin faşizme karşı oluşturduğu o direniş hareketi olsun diğer örgütlerle oluşturulan ittifaklar olsun, Alman devleti bunları bir şekilde bizden koparmaya çalıştı. Biz o zaman Duisburg’da dostlar ile birlikte bir dernek kurmuştuk. Derneğin ismi “Kafanı Kumdan Çıkar” şeklindeydi. Bu ismi de dostlar koymuştu. Yine 1984’de HRK’nin kuruluşuyla beraber artık Avrupa’da 15 Ağustos kutlamaları yapılıyordu. 1986’da Heval Abbas buraya gelmişti. Hannover’de 15 Ağustos kutlaması yapılıyordu. Heval Abbas salonun kapısında durarak kucağında çok sayıda Serxwebûn gazetesini satıyordu. Heval Abbas’ı böyle görünce tabi ki rengim değişti ve ısrarla o gazeteleri elinden alıp satmak istedim. O da 'Ne yani beğenmiyor musunuz, ben hepinizden iyi bunun dağıtımını yaparım' dedi. Neyse ki zor bela kendisinden yoğun ısrardan sonra aldık ve dağıtık. Yani PKK Merkez Komite'den bir arkadaştı ama böyle bir yetkicilik yoktu. Esas aldığı hizmetti. Biz de bu örnekleri birebir onlarla yaşayınca pratikte bu işi daha iyi kavradık ve anladık."

Newroz’u engellemek istediler

1986 yılında yapılan Newroz kutlamasına giden araçları Alman polisi otobanlarda didik didik arar ve Newroz kutlamasını engellemek ister. Mehmet Demir, o günleri şöyle anlatıyor: "Duisburg’ta 1986 Newroz kutlaması için kapasitesi altı bin olan bir salonu tutuk. Fakat buraya on bin kişi rahatlıkla alabiliyorduk. Öte yandan akşam saatlerinde bir haber geldi, Alman polisi bu bölgeye gelen bütün yolları tutmuş, otobanları tutmuş ve halkımızın Newroz etkinliğine gelmesini engelliyor. Aynı zamanda yasaklamaya çalışıyor. O dönemin Eyalet İçişleri Bakanı ile doğrudan bir ilişkimiz de var. Biz bir biçimde kendisine ulaştık ve böyle bir engelleme ile ne yapmak istediklerini sorduk. Eyalet İçişleri Bakanı bize, bu kararın onlarla bir bağının olmadığını ve onu aşan bir durumdan ötürü geliştiğini söyledi. Biz de otobanlarda her kara kafalının arabasının durdurulduğunu ve bu durumun giderek bir çatışmaya dönüşeceğini belirtik. İçişleri Bakanı bize daha sonra şunu söyledi, 'Bu etkinlik gecesine Abdullah Öcalan konuşmacı olarak katılacakmış, bana verilen bilgi buydu' dedi. Alman devletinin İsveç’te ilişkide olduğu sekiz örgüt bize karşı imza topluyor ve Abdullah Öcalan gecenin konuşmacısı olarak gelecek deniliyor. Yani bildiğimiz sözüm onlara sol, sosyalist dedikleri bu örgütler PKK’ye karşı Alman devleti ile bir olmuşlar. NRW polisi o dönem kendi ifadeleriyle sekiz bin özel polisle o geceyi engellemek için görev yapıyor. Biz de tedbirleri aldık ve ne olursa olsun kuryeler biçimiyle örgütlenerek o kutlama salonuna kitleyi bir şekilde getirdik."

Taviz vermedik

"1986 sonrası artık PKK yasağına giden süreçtir. Bilindiği gibi Olof Palme cinayeti gelişiyor. Burada da bilerek PKK’ye bir komplo kuruluyor ve suçu PKK’nin üzerine yıkmaya çalıştılar. Sonradan anlaşıldı ki, bu olayı PKK yapmamış. Bu İsveç makamlarının kendi itiraflarıdır. Bu dönemde 600 bin mark paramıza Alman devleti el koydu. Artık bütün faaliyetlerimize ciddi bir yönelim vardı. Bu süreç 1989 Düsseldorf sürecine kadar uzandı ve 1993’de PKK yasaklar listesine alındı. Bu süreç sıkça anlatıldığı için hiç tekrara girmeyeceğim. Fakat Alman devleti bu denli bize yönelirken kesinlikle bizim örgütlememizden taviz vermek yoktu ve karşısında teslim olmuş, pasifize edilmiş bir irade görmedi. Tam tersi o Düsseldorf mahkeme sürecine halkın katılımı on binlerdi ve Düsseldorf dava süreci boyunca yargılanan arkadaşlar adeta PKK tarihini anlatarak resmen gelen insanlarımıza bir eğitim veriyordu. Mahkeme 1993 sonlarında bitene kadar o salon tıka basa doluydu ve kitlenin çoğunluk kısmı sürekli dışarıda sloganlar atıyordu. O dönemim Düsseldorf mahkeme başkanı o süreci şu sözlerle itiraf ediyor; 'Düsseldorf’da büyük bir PKK çıktı.''

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.