Öze dönüş, Öcalan’ın manifestosunda saklı

Dosya Haberleri —

Cengiz Çiçek

Cengiz Çiçek

  • DEM Parti İstanbul milletvekili ve aynı zamanda HDK Eşsözcüsü Cengiz Çiçek, “Devletin saldırıları karşısında kendi toplumsal öz örgütlülüğümüzü sağlamlaştırdığımız, özsavunmamızı Sayın Öcalan’ın önerdiği dokuz boyutta örgütlenerek sağladığımız ölçüde yola devam edebiliriz” diye vurguladı.
  • Kimlik inşasının önemine dikkat çeken Çiçek,  "Öz, Sayın Öcalan'ın Demokratik Uygarlık Manifestosu’nda saklıdır. Asıl öz budur. Gerçek Kurdistani kimlik inşası, Sayın Öcalan'ın Demokratik Ulus paradigmasındadır. Bu paradigmayı okumak, onu hayata geçirmek bizleri bekleyen en temel devrimci ve yurtsever ödevlerdendir" dedi.
  • Van halkının iki günlük serhildanı doğru okunmadığı sürece yine bir tarihi fırsat ıskalanacaktır. Iskalanacak olan, Kurdistan Özgürlük Hareketi'nin yarattığı halk gerçekliğidir, Kürt Halk Önderi Sayın Öcalan'ın yarattığı halk gerçekliğidir. Bu halk onun ferasetiyle, onun bilinciyle, onun aklıyla ilerletiyor mücadelesini. Onun aklıyla, onun bilinciyle ayakta durmaktadır.

MIHEME PORGEBOL

DEM Parti İstanbul milletvekili ve aynı zamanda Halkların Demokratik Kongresi (HDK) Eşsözcüsü Cengiz Çiçek, 31 Mart seçim sonuçlarını gazetemize değerlendirdi. Çiçek söyleşimizin ikinci bölümümde, Demokratik Konfederalizm ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın paradigmasını yerel yönetimlerde nasıl işletilmesi gerektiğine ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Çiçek, “Seçilen bütün yoldaşlarımızın ve yerel yönetimlerde görev alacak arkadaşlarımızın Demokratik Modernite, Demokratik Konfederalizm, Demokratik Ulus ve Demokratik Özerklik fikriyatına özellikle eğilmesi gerekir” ifadeleriyle yeni dönemde DEM Partili belediyelerin yol haritasına işaret etti.

Bildiğiniz gibi Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerinde mutlak iletişimsizlik hali var ve buna paralel olarak zindanlarda büyük bir direniş var. Siz de seçimin hemen öncesinde Özgürlük Yürüyüşü’yle bu konuya dikkat çektiniz. Sözünü ettiğimiz yeni dönem üzerinden İmralı tecridini nasıl değerlendiriyorsunuz?

CHP’ye dair sorunuzla bağını kurarak devam ettireyim. Türkiye'deki bütün demokratikleşme problemlerini bir programatik akılla ele almayan her yaklaşım sistemi yeniden üretir. CHP’nin de dar seçim taktiklerinden sıyrılıp Türkiye'de Kürt halkının ve demokrasi güçlerinin yürüttüğü mücadeleye daha duyarlı hale gelmesi ve cumhuriyetin demokratikleşmesi mücadelesinde kurucu kodlarından sıyrılarak yapıcı bir rol oynamasının yollarını araması gerekir. Zaten sistemi üreten bir partiydi, kurucu partidir. Dolayısıyla güncel politik dar hattan, sadece iktidar olma uğruna yürüttüğü taktiksel yaklaşımlardan sıyrılmayan bir CHP yeni dönemde de hezimet ve yenilgiyle karşı karşıya kalacaktır. Bunu da Kürt meselesiyle yüzleşerek, Kürt halkının Önder olarak kabul ettiği Sayın Öcalan'ın tecrit koşullarıyla, onun içinde tutulduğu yasa dışı politikalar ve işkence sistemiyle yüzleşerek aşabilir. Yakın geçmişte yaptığı gibi AKP’yi çözüm sürecinden vuran devletçi kodlara sarılması ve güncel siyasetin sığ pragmatizmine hapsolması durumunda tıpkı iktidarın yaşadığı gibi çözülüş ve çöküş sürecine girmesi kaçınılmazdır. Netice itibariyle İmralı’ya yasaların girmesi, Sayın Öcalan’ın hukuki haklarının teslim edilmesi noktasında asgari bir tutum sergilenmediği sürece sahici olmayan, manipülatif, toplumu öz sorunlarından uzaklaştıran iktidar oyunlarının bir aracı olarak kalan müzmin muhalif durumundan kurtulamayacaktır. AKP-MHP faşizminden rahatsızlık duyan ve bu blokun devrilmesi için mücadele eden her çevrenin şunu iyi bilmesi gerekir; Kürt meselesi demokratik çözüme kavuşmadığı sürece Türkiye’de demokrasi mücadelesinin rayına girmesi ve demokratikleşmesi mümkün değil. Bu söz konusu olduğunda da Sayın Öcalan’ın üzerindeki 25 yıllık İmralı işkence sisteminin lağvedilmesi ve fiziki özgürlüğünün sağlanması gerekir. Bu anlamda demokratik bir tutum sergileyemeyen her yaklaşım kaybedecektir. O yüzden “Kürt sorununu çözemeyen çözülür” derken sadece iktidar için söylemiyoruz.

Bu noktadan alıp kişisel bir gözlemimi paylaşmak istiyorum. 14-28 Mayıs seçimlerinden sonra DEM Parti bir dönüşüm ve özeleştiri sürecine girdi. Bu süreçte de kendi değerlerine daha çok sarılma gerekliliğine atıf yapan bir hat devreye girdi. En son Van direnişinde de kitlenin ağırlıkla sarıldığı slogan “Bijî Serok Apo” oldu. Eğer bir dönüşüm sandık ve sokağın kuracağı bağdan gelecekse sokağın verdiği mesaj açık değil mi?

Van direnişi, aslında Sayın Öcalan'ın liderliğini yaptığı Kürt halkının özgürlük mücadelesinin 50 yıllık ideolojik, politik, toplumsal ve örgütsel birikiminin vücuda geldiği, eyleme geçtiği bir aşamaydı. Tarihsel birikimi ile güncel dinamizminin buluştuğu bir iradenin dışa vuruş biçimiydi. Zaten biz de buradan hareketle “sadece sandık demokrasisine bel bağlamak ve sandık sonuçlarından yola çıkarak okumalar yapmak hep yetersiz kalacaktır” diyoruz. Bunu kendimiz dışındaki politik güçler için söylüyoruz ama aslında kendimiz için de bunu söyleyebilmeliyiz. Bu bir devrim ve devrime bedel ödeyerek katılan bir halk hareketidir. Bunu net söyleyebilmemiz lazım. Söz konusu olan, Kürt halkının 21. yüzyılda hem kendisi için hem de iç içe yaşadığı halkların özgür yaşam formunu sağlamayı varlık gerekçesi sayan demokratik, devrimci bir mücadeledir. Buradan ele aldığımızda Kürt gençlerinin, Kürt kadınlarının, yediden yetmişe Van halkının iki günlük serhildanı doğru okunmadığı sürece yine bir tarihi fırsat ıskalanacaktır. Iskalanacak olan, Kurdistan Özgürlük Hareketi’nin yarattığı halk gerçekliğidir, Kürt Halk Önderi Sayın Öcalan'ın yarattığı halk gerçekliğidir. Bu halk onun ferasetiyle, onun bilinciyle, onun aklıyla ilerletiyor mücadelesini. Onun aklıyla, onun bilinciyle ayakta durmaktadır. Aktif direniş içerisinde o bilinçle hareket etmektedir. Eğer Van halkının direnişini yalnızca mazbata mücadelesi olarak görüp, böyle bir daraltmaya giderseniz Kurdistan Demokratik Devrimini ıskalarsınız. Artık bu gerçeklikten kaçmanın yolu yoktur. Bu halkı ayakta tutan, bütün moral değerlerini ayakta tutan, yenilmez bir şekilde iradesini tesis eden yalın gerçeklik Kürt Özgürlük Mücadelesinin yarattığı halk gerçekliğidir. Bununla yüzleşmeyen her anlayış AKP-MHP iktidarının kendilerini sıkıştırdığı oyun alanlarına hapsolur. Oradan da sistemi üreten sistem içi ilişkilerden başka hiçbir şey çıkmaz.

“Bijî Serok Apo!” sloganı karşısında üç maymunu oynayanlar, Kürt halkının demokratik iradesini anlayamadıkları gibi yanında da duramazlar. Kendinizi, temsili ya da göstermelik destek yetmez, size faşist iktidardan kurtulmak için kredi açan milyonları bu gerçekle buluşturan, toplumsal zihniyet dönüşümüne katkı sunan bir pozisyona evrilmek zorundasınız. Bu başarılamadığı sürece günün sonunda bırakın Kürt halkının yoldaşı olmayı, dostu bile olunamayacaktır; olsa olsa yüz yıllık tekerrürde olduğu gibi düşmanı olacaktır. Bu da Kürt halkı ve Türkiye halklarının ortak geleceğinin altına döşenmiş bir dinamittir. Aslında sistemin ve AKP-MHP rejiminin Kürtlerin dışındaki bütün güçleri çekmek istediği alan da burasıdır. Yani siz ortaya çıkan seçim haritasında, Kürt Özgürlük Hareketinin elli yıllık mücadelesinin belirleyiciliğini görmediğiniz sürece onu bir “teröristan” aralığına hapsetmiş olacaksınız. Hakikatin Kurdistan olduğu kabul edilmedikçe de ulus devletçi sistem, kendisini tekrardan bütün sınıfsallığıyla yeniden üretebilecek.

Öte yandan Kürt halkının soykırım kıskacında bir halk olduğu tespitlerini de gözardı etmemek gerek.

Tam da buradan hareketle aslında 28 Mayıs’tan sonra bir tartışma yürüttük ve şu tespiti yaptık. Kürt halk mücadelesinin “özüne dönmesi” olarak ortaya çıkan, bir yönüyle doğru bir tanımlama olmakla birlikte, şöyle bir tehlikeyi de kendi içinde barındırıyordu. AKP-MHP iktidarı gerek HÜDA-PAR eliyle gerek diğer taktik ve politik hamleleriyle Kürt halk mücadelesine içe kapanmacılığı dayattı. Bu sadece fiziksel bir tasfiye konsepti değildi. Biz soykırım siyaseti dediğimizde sadece fiziksel bir soykırımdan bahsetmiyoruz. İdeolojik ve politik bir soykırımdan da söz ediyoruz. Yani Kürt halkının özgürlük mücadelesine, Kürt Özgürlük Hareketine ve onun demokratik siyasetteki mücadele zeminine dönük AKP’nin sağcı bir kuşatması vardı. Kürt Hareketinin AKP-MHP eliyle ideolojik olarak sağcı ve liberal bir kuşatmayla karşı karşıya olduğunu kabul etmek zorundayız. Oysa unutmamalıyız ki Kürt halk mücadelesinin değerleri çok nettir. Devrimcidir, dönüştürücüdür, eşitlikçi ve kapsayıcıdır. Daraltıcı değildir, daralmaz da.  Bunu kendi deneyimimizle de gördük. Tarihsel deneyimlerimiz bunun ispatlarıyla dolu. “Kürt, Kürtle baş başa kalsın” dayatması, “Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur” dayatmasıyla aynıdır. Çıkacağı sokak, KDP Kürtlüğü ve AKP Türklüğüdür. AKP-MHP’nin Kürt Özgürlük Hareketini çekmek istediği yer de burasıdır. AKP’nin çöktürme planının son dönemlerdeki temel hedefi de Kürt Özgürlük Hareketinin sosyalist ve devrimci karakterine, halkların eşitlik temelde birlikteliğini geliştirmek istediği sürece bir müdahaledir. Kürt halk hareketine yönelik en tehlikeli kuşatma da bu ideolojik kuşatmadır. Van serhildanı işte bu kuşatmaya bir cevaptır. Kürt halkı kendi öz mücadelesini, yani sömürgeciliğe karşı mücadelesini Kurdistan topraklarında yürütecek, büyütecektir. Bunun irade ilanını Van’da tekrardan yapmıştır. Seçim sonuçlarının bir diğer göstergesi de Kürt halkının kendi sorununun çözümünü halklar arası ittifak siyasetinde gördüğüdür. Kürt halkının özellikle İstanbul'da gösterdiği feraset, AKP-MHP faşizmine kaybettirmeye dönük yürüttüğü taktiksel hamle, aynı zamanda Türkiye demokrasi güçleriyle ve ezilen kitlelerle ortak mücadelenin de artık kaçınılmaz olduğunu göstermiştir. Özetle Kürt halkı, “Kurdistan'da sömürgeciliğe ve soykırımcılığa karşı özgürlük mücadelesi, Türkiye'de AKP-MHP rejimine karşı demokrasi mücadelesi” demiştir.

Bunu DEM Parti’nin programı ve yeni dönem için önüne koyduğu siyaset bağlamında nasıl okumak gerek?

Bizi Kurdistan’a hapsetmek isteyen, Kurdistan'la sınırlandırmak isteyen kuşatma politikalarına karşı en etkili cevabımız, tekrardan HDK ve HDP’de vücuda getirdiğimiz paradigma ve programatik yaklaşımın daha elle tutulur biçimde toplumsallaştırılması ve bu hatta büyütülmesi olacak.

Peki hem seçim sonuçları hem de sizinle sohbetten doğan çıkarımlardan yola çıkarsak, mevcut tablo önümüzdeki süreci nasıl etkiler?

Önümüzde iki seçenek var. Birinci seçeneği Van'da denediler. Şu an için başarılı olmamış görünüyorlar. Hatırlarsanız 7 Haziran sürecinde AKP tek başına iktidar kuramadı. Oyları ciddi anlamda düştü. Bu sonuç, dönemi itibariyle kendi iktidar tarihinde ilkti. Sonrasında sadece AKP aklı olarak değil bir devlet aklı olarak Kürt halkına dönük ciddi bir işgalci ve soykırımcı politikayla karşı karşıya kaldık. 7 Haziran seçim sonuçları gerçekten iyi değerlendirilmeli, çünkü Türkiye'de devlet aklı Kürt halkının yürüttüğü politik mücadelenin kapasitesiyle ilk defa bu kadar somut bir şekilde karşı karşıya kaldı. Bu yüzden de tarihsel bir tasfiye konseptine soyundu. Bu tasfiye ve çöktürme planı sürecinde Türkiye demokrasi güçleri ve bizler yetersiz kaldık. 7 Haziran bizim için bir seçim başarısıydı. Ancak devlet açısından da Kürt meselesinin demokratik temelde çözülmesi durumunda tekçi, inkarcı sistemin ivme kaybedeceği ve olağan koşullardaki bir politik rekabet ortamında Kürt Özgürlük Hareketinin Türkiye'de bir iktidar alternatifi haline geleceğiyle tanışma seçimi oldu.  Bunun korkusuyla tekrardan Kürt halkına savaşı ve işgali dayattılar. O süre zarfında Türkiye'de demokrasi güçlerinin daha doğru ve güçlü tutum alması gerekiyordu. Yetmezliklerini aşabilmeliydi. Özeleştiri verilecekse işte buradan verilmeli.

Bu seçime gelirsek?

Bu son yerel seçimde AKP kendi tarihinde ilk defa ikinci parti konumuna düştü. Dolayısıyla 7 Haziran-1 Kasım sürecini tekrardan örgütlemek isteyebilirler. Aslında Van'daki mazbata gaspı teşebbüsünü böyle okumak lazım. Ama Van’da Kürt halkının özgürlük iradesine tosladılar. Halk kendi iradesiyle bu ihtimali şimdilik püskürttü. Diğer yandan Güney Kurdistan'a ve Rojava'ya dönük işgal tartışmaları erkenden başladı. Daha seçimin üzerinden bir hafta geçmeden bu tartışmalar başladı. Muhtemelen seçim sonuçları ve Van serhildanındaki başarısızlıklarının üstünü Kürt halkına yönelik topyekûn savaş konseptiyle örtmeye çalışacaklar. AKP-MHP ittifakı bu savaş ortamında toplumun milliyetçi damarlarını kabartarak, Kürt karşıtlığını bu savaş ve işgal ortamında besleyerek seçimde kaybettiği mevziiyi tekrardan üretmeye çalışma olasılığı yüksek. Tek engeli, başta ekonomik kriz olmak üzere karşı karşıya kaldığı ve yönetmek zorunda olduğu çoklu kriz. Bu krizi gözeten bir tutum, iktidar açısından siyasi iklimi zoraki yumuşatma demek olacak. Ancak ilk fırsatta halklara karabasan gibi çökeceklerinden de şüphe etmemek gerek.  Bu zaten AKP’nin tarz-ı siyaseti. Yeni bir durum değil. Bugün tam da bunu tartışmak zorundayız. Eğer CHP, AKP karşısında kendisini sosyal demokrat bir güç olarak konumlandıracak ve AKP-MHP iktidarından farkını ortaya koyacaksa artık bu Kürt karşıtlığı ve Kürt soykırımı üzerinden kendisini Türkiye'de ayakta tutma oyununa geçit vermeyecek adımları cesaretle atmak zorundadır. Kürt halkı zaten Türkiye metropollerinde AKP-MHP karşıtlığına verdiği oylarla başta ana muhalefet olmak üzere bütün muhalefete o mesajı vermiştir. Hatta bunu bir görev olarak yüklemiştir. Demiştir ki “ben sana değil, AKP-MHP’nin faşist politikalarına karşı oy veriyorum. Onu çökertmek, onu gerçekten devirmek için oy veriyorum. Sandıktaki irademi bunun için kullanıyorum” demiştir. İşte şimdi bunun gereği olarak, AKP’nin başta güney Kurdistan ve Rojava işgali olmak üzere Ortadoğu'ya ihraç etmek istediği savaşa karşı topyekûn bir toplumsal savaş karşıtlığı geliştirmenin, savaşa karşı halkların birleşik mücadelesi temelinde, demokratik Cumhuriyet temelinde AKP’nin bu politikalarına karşı çıkmanın zamanıdır. Elbette ki bu mücadelenin öncülüğünü Türkiye'nin devrimci ve sosyalist güçleri ile Kurdistan Özgürlük Hareketi yapacaktır. Bu görevler bizim için bakidir. Hatta her zamankinden daha fazla bu görevlere yüklenmemiz gerekmektedir. Emek ve Özgürlük İttifakı da bir mücadele ittifakı olarak kendisini yeni dönemde bir üçüncü yol mücadelesi olarak, bir toplumsal mücadele ve eylem programı etrafında masaya yatırmak zorunda. AKP karşıtlığı temelinde sandıkta buluşmuş milyonlar, bu yerel seçim başarısının AKP karşısında nihai bir zafere dönüşmesini istiyorsa Kürt halkına dayatılan soykırımcı ve işgalci siyasetin karşısında durmak zorunda. Kürt halkının Önderliğine yönelik İmralı işkence sisteminin karşısında durmak zorundadır. Sayın Öcalan, Kürt halkı için bir önderliktir. Kürt halkı için vazgeçemeyeceği bir halk lideridir, halk önderidir.

Kurdistan’da sandığa gitme oranının düştüğünü gözlemleyebiliriz. Parti ve ittifak olarak belki henüz geniş ve detaylı bir seçim değerlendirmesi yapamadınız ama sandığa gidiş oranlarını göz önünde bulundurarak; sizce DEM Parti bundan sonra nasıl bir yol izlemeli?

Kurdistan’da sandığa gitme oranının düşüklüğünün birçok nedeni var. Seçim çalışmalarında bunu gözlemleme fırsatımız oldu. Dersim coğrafyasından örnek vereyim; sandığa gitmeyenler arasından öne çıkan profil gençler oldu. Genç nüfus %70-80 oranında oyunu kullanmamış görünüyordu Dersim’de. Araştırdığımızda bu gençlerin neredeyse hepsinin Avrupa'ya göç ettiğini öğrendik. Kurdistan, zorunlu genç göçünün en yaygın olduğu coğrafya. Sandığa gitme oranlarındaki düşüklüğün temel nedenlerinden biri bu. Kurdistan korkunç bir göç coğrafyası haline gelmiş durumda. Bu gerçek karşısında yapmamız gereken en temel şey, devletin politikaları karşısında zorunlu göç yollarına düşmüş gençlerin, insanlarımızın kendi ana vatanlarında, Kurdistan'da kalabilmesinin koşullarını yaratmak üzerine politikalar geliştirmek olmalı.

Yerel yönetimler bunun için güçlü olanaklar sunuyor. Belki bu bakıştan değerlendirmeye devam edebiliriz.

İşte yerel yönetimler politikamızı zorunlu göçü engelleyen bir bağlamda nasıl konumlandırabiliriz, yine aynı şekilde istihdam alanlarının yaratılması; insanların kendi kültürüyle, inancıyla ve ideolojisiyle daha kalıcı ve yerleşik politikaları nasıl açığa çıkaracağımız yönünde tartışmalar artık bu seçim sonuçları bağlamında bizim için kaçınılmaz başlıklar. Sadece aktüel siyasal mücadele alanına, yani AKP karşıtlığı alanına sıkışmış bir durumu da aşmamız gerekiyor. Çünkü sonuç itibariyle kalıcı zafer için özgür yaşam ilişkilerini, sistemini inşa etmenin yollarını aramamız gerekiyor. Sayın Öcalan yıllar öncesinde kaleme aldığı Demokratik Uygarlık Manifestosunda bu tehlikeleri, riskleri görerek demokratik toplum örgütlenmesinin manifestosunu sundu. Kürt Halk Önderi Öcalan, yıllar öncesinde “Kurdistan halkı kendi toplumsal hayatını dokuz boyutta örgütlerse faşizme karşı siyasal mücadelesi de başarılı olacaktır ve aynı zamanda kendi özgür yaşam formunu, özgür yaşam içeriğini bir bütün olarak oluşturabilecektir’ diyordu. Aslında Sayın Öcalan Kurdistan toplumsal devrim programına erkenden bir davette bulundu. Tehlikeyi görmüştü ve “kaba, günlük siyaset alanına sıkışmış mücadele hattını sosyal mücadelelerle tahkim edin, güçlendirin” demişti. “Günün 24 saatinde özgür yaşam emekçisi olmadığınız sürece; siyasal mücadeleyi sosyal mücadeleyle, günlük yaşamdaki örgütlenmeyle güçlendirmediğiniz sürece soykırımcı siyaset karşısında çaresiz kalabilirsiniz” uyarısını yapmıştı. Seçilen bütün yoldaşlarımızın ve yerel yönetimlerde görev alacak arkadaşlarımızın Demokratik Modernite, Demokratik Konfederalizm, Demokratik Ulus ve Demokratik Özerklik fikriyatına özellikle eğilmesi gerekir. Bu fikriyatı yerel yönetimlerde nasıl somutlaştırabiliriz, nasıl içeriklendirebiliriz; Kurdistan Özgürlük Hareketi ve Kürt halkının statü mücadelesine bu başlıklar etrafında nasıl katkı sunabiliriz noktasında ciddi tartışmalar, projeler ve somut pratik adımlar üretmek zorundayız. Asıl siyasal mücadele de budur. Dolayısıyla bizler açısından bu seçim sonucundan bir özeleştiri de verilecekse özgür yaşam formunu ne düzeyde sağladığımız, özgür yaşamı ne kadar içeriklendirdiğimiz noktasında vermeliyiz. Sonuçta belediyecilik ve yerel yönetim anlayışı bizler açısından sadece bir binadan ibaret değil. Seçilen arkadaşlardan ibaret değil. Devletin saldırıları karşısında kendi toplumsal öz örgütlülüğümüzü sağlamlaştırdığımız, öz savunmamızı Sayın Öcalan’ın önerdiği dokuz boyutta örgütlenerek sağladığımız ölçüde yola devam edebiliriz. Bu toplumsal örgütlülüğü ve yerel yönetim politikasını yeni dönemde açığa çıkardığımız oranda işgal ve soykırım siyaseti boşa çıkarılabilir. Öze dönüşten kastımız da budur. Öz, Sayın Öcalan'ın Demokratik Uygarlık Manifestosu’nda saklıdır. Asıl öz budur. Gerçek Kurdistani kimlik inşası, Sayın Öcalan'ın Demokratik Ulus paradigmasındadır. Kurdistan’ın inşası, Demokratik Modernite paradigmasındadır. Bu paradigmayı okumak, onu hayata geçirmek bizleri bekleyen en temel devrimci ve yurtsever ödevlerdendir.  Gerçek devrimci, sosyalist, halkçı, toplumcu kimlik, Sayın Öcalan'ın ortaya koyduğu paradigmadadır. Oradadır, sadece uygulamayı beklemektedir. Yani Sayın Öcalan'ın yıllardır 12 metre karelik hücresinde kaleme aldığı 10 bin sayfalık el yazması, 5 ciltlik kitabı, Kurdistan halkının demokratik toplum ve demokratik devrim programıdır. Toplumsal bir devrim programıdır. Yine aynı şekilde halkların birleşik mücadelesinin, eşitlik ve adalet mücadelesinin, ittifak mücadelesinin de programı o 5 çiltlik savunmalarında saklıdır. Bunları hayata geçirebildiğimiz oranda halkımıza gerçek bir öz eleştiri verebilmiş olacağız. Bunları hayata geçirdiğimiz oranda gerçekten devlet faşizmi yenilecektir. Çünkü o program aynı zamanda AKP-MHP iktidarının yenilgi programıdır. Bunu net okumak, net belirlemek ve izini sürmek gerekir. Bu coğrafyada bir dönüşüm olacaksa da bu fikriyat temelinde olacaktır.

BİTTİ

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.