Özgürleşmeye karşı özelleştirilmiş devlet

Forum Haberleri —

Newroz

Newroz

  • Özgürleşmeye açık devasa bir gençlik ve kadın ve toplum gücü varken siyaset merkezi statükoya kurban gitmiştir. Eğer seçim sonuçları düşünülecekse ve nerden başlanmalı diye sorulacaksa, tam da burdan başlanmalı denilebilir.

MORDEM ALİŞER

14 Mayıs 2023 seçimlerine doğru giderken AKP- MHP’nin başını çektiği Cumhur İttifakı’nın başta Hüdapar olmak üzere bir çok çevreyle kurduğu ilişki ve bir blok halinde seçime girmesi halen tartışılmakta ve anlaşılmaya çalışılmaktadır. Buna en son Sinan Oğan da dahil olmuş durumdadır. Aslında henüz adlandırılmayan ya da görünür olmayan çok sayıda kişi ve çevrenin, gücün katılımından söz etmek daha doğru olabilir. Kürt işbirlikçiliği adeta rafine olmuş bir halde içindedir. İŞİD, İhvan, El Nusra gibi cihatçı unsurlar tam anlamıyla içindedir. Ergenekon’un en vurucu, en kıyıcı unsurları da öyle. Hatta hayli etkin oldukları da söylenebilir. Rusya bir kol halinde, İngilizler bir başka kol halinde, Siyonizm yine öyle. Daha da sayılabilir. Peki bu durum bize ne anlatmaktadır? Kanımca önemli hususlardan biri budur.

Belli ki Kürt özgürleşmesinin toplumsallaşma düzeyi büyük bir korku etkeni. Hatta buna varlık yokluk korkusu da diyebiliriz. Özgürlük eğiliminin sadece Türkiye’de değil, geniş Kurdistan ve Ortadoğu’da derinliğine yayılma karakterinde oluşu bütün bölgesel gericiliği işte böyle yan yana getirebiliyor. Bunun Türk devlet sistemi üzerindeki etkisi bugün tam anlamıyla içine girilen durumdur. Ortada artık sıradan bir devlet yoktur. Bu anlaşılmadan politika yapmak imkansız değilse bile sonuçsuz kalmaya mahkumdur. Bu artık özelleşmiş bir devlettir. En gözükara, en kıyıcı, ölçüsü kalmayan, hukuku olmayan korsan bir devlettir. Gücün belirleyici rol oynadığı, en kısa zamanda azami rant elde etmeye ayarlanmış örgütlü bir haramiler düzenidir. Halkın ne dediğinin esamesi okunmaz böylesi bir rejimde. Sorun halkın ne dediği değildir, halktan neyin ne kadar koparılıp yutulduğudur. Firavun dönemine rahmet okuyacak bir sömürünün olduğu açık. En kötüsü de bazı aklı evvellerin sanki böyle bir rejimde yaşanabileceğini halen savunmaya devam etmeleridir. Hem de sol, sosyalistlik adına.Tarikat solculuğunun, sosyalistliğinin bunu aşma gücünü göstermesi beklenemez. Nerdeyse aynı sistemin kodlarıyla siyaset yapmaya çalışan muhalafetin durumu ise zaten ortada. Daha fazla milliyetçilik, daha fazla statükoculuğu önermekten başka akılları yok. Şu kadar bile demokrasi düşünülse belki de sonuçlar daha farklı olabilir.

Aynı argüman Emek ve Özgürlük İttifakı halinde kendini örgütlemeye çalışan güçler için de söylenebilir. Özelleştirilmiş bir devlet gücüne, özel faşizm halinde örgütlenmiş bu kötülük rejimine karşı demokrasi nerdeyse söylem düzeyinde bile yoktu. Bırakalım kendi örgütlerini, kendi vekil adaylarını tartışma, söz ve kararın tek platformu, demokrasi halinde belirlemeyi, demokrasiyi ve direnişi örgütlemenin faşizmin panzehiri olabileceğini dahi düşünüp pratikleştirme becerisini gösteremedi. Belli ki özgürleşmeye açık devasa bir gençlik ve kadın gücü varken, dahası faşizmin cendereye aldığı, nefessiz bıraktığı bir toplum gücü varken siyaset merkezi de statükoya kurban gitmiş, kendini kıpırdayamaz hale getirmiş. Eğer seçim sonuçları düşünülecekse ve nerden başlanmalı diye sorulacaksa, tam da burdan başlanmalı denilebilir.

AKP-MHP iktidarı belki birinci turda elde ettiği sonuçları sevindirici bulabilir ama işlerinin hiç de kolay olmayacağı söylenebilir. Dahası Türkiye siyasetinde bunun bir dönüm noktası olacağı da söylenebilir. AKP-MHP’nin ikinci turda kazanması halinde bile- kaldı ki kaybetmeye çok yakınlar- Türkiye siyasetini ve toplumsallığını belirleyecek yeni faktörlerin devreye girmesi kaçınılmazdır. Bu sadece bir zamanlama meselesi. Osmanlı’dan kalan Türkiye bakiyesinden kalanlar da üçe, belki de dörde bölünmüş bir Türkiye’dir. Yüzünde kan kalmamış, yatalak ve yaralı bir canavara dönmüş Erdoğan ne kadar fütursuz saldırılar örgütlese de; kin, nefret ve kaybetme korkusu her an damarlarında giderek daha hızlı akmaya başlasa da bu özel faşizm, bu özel Gladio’yu oluşturan ve bir arada tutan bağların da giderek daha fazla başka güçler tarafından kullanılmaya açık hale geldiği açıktır. Padişah Abdulhamit’in diğer bir yönü de, istibdatla Osmanlı’yı koruduğunu sanmasıdır. Fakat en fazla uşaklık ettiği ve kendi başına iş yapamaz hale geldiği dönem tam da bu dönemdir. Halkın neler çektiği, aç mı tok mu olduğu meselesi tali bir meseledir. Çürüme, gerileme ve dağılma durdurulamamıştır. Gerçek budur.

O dönemden farklı olan, halkın özgürlük gücünün bütün engellere, zayıflıklara ve eksikliklerine rağmen durdurulamamasıdır. Seçimde ortaya çıkan sınırlı başarı bile bunu kanıtlamaktadır. Azgın bir milliyetçilik yarışının sürüp gittiği bir yerde yeter ki doğru konumlanmayı, doğru söz ve eylemliliği geliştirebilelim. Dolayısıyla eğer daha doğru yaklaşımlar ve yöntem geliştirilebilseydi devasa sonuç almak işten bile değildi. Yeni dönemin karakterini belirlemede büyük bir rol oynayabilecekti. Bu zaman ve fırsat elden çıkmış değildir. Yeter ki rolümüzün farkında olalım ve bunu başarıyla yerine getirelim.

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.