Perdede Tepişen Filler: Zeki mi Bilge mi?

Kültür/Sanat Haberleri —

Zeki Demirkubuz - Nuri Bilge Ceylan

Zeki Demirkubuz - Nuri Bilge Ceylan

  • Diğeri zaten yalnız ve güzel ülkesinden, aldığı fonlardan, kurduğu dirsek temaslarından memnun. Taşradaki memurun acıklı ifadesi, onun için kültürel iktidarın ta kendisi.

BİLGE AKSU

Bundan iki gün önce, evde biraz halsiz dinlenir durumdayken ister istemez Twitter’da dolaşıp duruyordum. Gündem yoğundu. Mescide ayakkabıyla giren barış akademisyeninin gelmişi geçmişi ortaya dökülüyor, eşinden ayrı şekilde tatile giden bir kadın fenomenin ahlaksızlığı tartışılıyor ve bir okula Esat Oktay Yıldıran’ın isminin verilmeyişine ağlıyordu herkes. Bulunduğum kuşak gereği, eskiden beri Twitter’ın içindeyim. Gezi’den öncesini de bilirim, 7 Haziran civarını da. Müptelası olduk mu bilmiyorum ama şu geldiği durumda dahi oradan kafamızı kaldıramadığımıza göre işler bizim için pek yolunda değil. Eskiden biraz vakit geçirdiğinizde sizi muhalif ya da en kötü ihtimalle duyarlı biri yapan bu site, artık yukarıda saydığım gibi bir yere dönüştü. Birçoklarına göre yeni kuşağın halt yemesinden kaynaklanan bu değişimin kökeni biraz daha derinde ve bunun müsebbipleri yalnızca iktidar sahipleri değil. Oraya geleceğiz.

 

Zeki Demirkubuz

 

“Bir de bayıl istersen Feriha!”

Bu yoğun gündemin arasında boğulmaya yüz tutmuşken, birden senelerdir beklediğimiz o meşhur kavga patlak verdi. Habertürk’e konuk olan Zeki Demirkubuz, kökeni neredeyse 20 yıla uzanan Nuri Bilge Ceylan’la sürtüşmeleri hakkında açtı ağzını yumdu gözünü. Argo, yer yer hakaret ve çok sayıda kışkırtıcı cümleyle, hikayeyi kendi açısından anlatmaya koyuldu. Zeki Bey zaten böyledir, Twitter’a aşina olanlar için de bu durum sürpriz değildir. Onun zaman zaman yaptığı çıkışlardaki tonu iyi tanıyanlar, ilk olarak sıradan bir Demirkubuz gecesine şahit olduğunu düşündü. Ama konuşma ilerledikçe, bunun öyle kolay geçiştirilmeyecek bir gündeme dönüşeceğini fark etti.

Mesele malum, 2006 öncesinde yakın olan bu ikili, İklimler filminin kurgusu esnasında bir şeyler yaşıyor. Oralar hala biraz karanlık. Akabinde, 2006 Altın Portakal'ına geldiğimizde, ödül töreni esnasında bayılan bir Nuri Bilge’yle karşılaşıyoruz. Ki hemen ardından büyük ödül, Demirkubuz’un Kader’ine gidiyor. Eğer o sıralar meşhur “Bir de bayıl istersen Feriha!” repliği yaratılmış olsaydı, bu hususta yapılacak sonu gelmez şakaları da görmüş olacaktık. Neyse ki bunlar yaşanmadı.

Demirkubuz, Habertürk’teki konuşmasında bu olayları aktarırken, Nuri Bilge’nin o sıralar kendisini sürekli görmezden geldiğini belirtiyor. Selam vermiş almamış, soru sormuş cevaplamamış, geçmiş olsun demiş surat asmış. Hatta sonra Mis Sokak’ta karşılaşmışlar, yanına gittiği halde Ceylan yine oralı olmamış. Tam bu esnada işte tanıdığımız Zeki Bey geliyor, bir tane tokat atıvermeyi dilediğini belirtiyor büyük bir rahatlıkla. Ardından, Ceylan’ın ona küsme sebebi olarak gördüğü, kendisinin Cannes hakkındaki yorumlarından bahsediyor. Güya Ceylan, onun Cannes hakkında ileri geri konuşmasını hazmedemediğinden bunlar yaşanmış. Gülerek ekliyor, “Lan sen Cannes muhtarı mısın, sana ne?”

Üç Maymun’un hikayesi

Tabii konu yalnızca bu değil. Ortamlarda hep aktarılan bir dedikodu olarak, Üç Maymun filminin çalıntı olduğu iddiasını duyardık. Zeki Bey ona da değiniyor. Kendisinin “Kor” filmi, esasen Yılmaz Güney’in “Baba” filminin bir yeniden çekimi olacakmış. Yani hapse girip çıktıktan sonra çevresini oldukça değişmiş bulan bir karakteri anlatacakmış. Filmi çekmeye başladıktan kısa bir süre sonra, eksiklerden ötürü iptal etmiş. Sonra bir de bakmış ki Ceylan’ın Üç Maymun’u, kendi senaryosuyla bire bir aynı… İşte bu ayıbı kaldıramamış. Kendisi de Yılmaz Güney’den almış olsa da, biricik senaryosunun başkasının elinde Cannes’dan ödülle dönmesi, elbette bazı erkekleri çok yaralar, burada da öyle olmuş. Sonra oturup Yeraltı filmine o meşhur sahneyi eklemiş. Ankara Sıkıntısı adlı bir kitabı olan entel bir arkadaşını yerden yere vuran o Dostoyevski karakterinin olduğu sahne…

Ne hoş değil mi? Yönetmensiniz, yani kendi evreninizin Tanrısı. Ve küçük şımarıklıklar yapma hakkınız sonsuz. İstediğiniz kişiyi alın, yargılayın, yerlere atın, üstünden geçin ve sonra ödül töreninde çeşitli duyarlılık sözleri söyleyerek zirveye ulaşın. Aynısı Nuri Bilge için de geçerli. Altın Palmiye’yi aldığı Kış Uykusu’nda, Nadir Sarıbacak ile Haluk Bilginer’i görüp “Şunlara ödül verelim” diyen Cannes jürisi o sahnede kimbilir neler neler gördü. Halbuki yüz yüze konuşmaya erinen bir başka Tanrının intikam sahnesinden ibaretti mesele. Mis Sokak’ta karşılaşıp konuşmayan iki erkeğin, upuzun metrajlarla, set işçileriyle, kurgucuyla, yapımcıyla ve binlerce seyirciyle birbirine laf sokmasını alkışlamaktan başka çare de görünmüyordu kimseye.

Tabii bu konu böyle kalmadı. Sabahına Nuri Bilge Bey de konuya girdi. Yıllardır kullanmadığı sosyal medyayı kullanmak pahasına, Demirkubuz’a bir tehdit de o savurdu. 2014’te günlüğüne yazdığı bu küslükten bahsederken, eşi Ebru Ceylan’ın konuşmamasını telkin ettiğini ama kendisinin aşağılık biri olmadığını savunmuştu en son. Şimdi yazdığına göre, biraz daha beklersek bu hususta ağzını açıp her şeyi bir bir dökecekti.

Peki, bu iki Tanrı bugün konuşmaya karar verdi orası tamam da, bugüne kadar konuşmalarını sağlayacak bir takım şeyler hiç mi olmadı? Onlara göre olmamış belli ki. Ne bu küslüğün resmileştiği Altın Portakal’ın yasaklanmasına dair, ne Cannes’da ödül alan bir kadın oyuncunun linç edilmesine dair ne de çekmediği filmden ötürü mahkum edilen yönetmen arkadaşlarına dair… İktidarın maşa gibi kullandığı kültür bakanlığı fonu da umurlarında olmadı, linç ortamını anlatan filmlerinden ötürü linçe uğrayan başka yönetmenler de. Bu iki arkadaşın konuşabilmesi için meğer bütün mesele, birbirlerini kışkırtmaları koşulluymuş.

 

Nuri Bilge Ceylan

 

Başrol oyuncusuna 15 bin lira mı?

Zeki Bey, Ceylan’ın konuşması halinde neler yapacağına dair tehditler de savurdu. Bir Youtube kanalı açıp bildiği her şeyi anlatacağını ifade etti. Sonra attığı bir tweet’te, toplumun adalet duygusuna güvenmediği için bugüne kadar sessiz kaldığını da belirtti.

Bu kısmı eşelemekte fayda var. Toplumun adalet duygusu seneler içinde türlü yasak ve zorbalıkla biraz aşınmış olabilir evet, yine de çıkıp konuştuğu zaman peşinden gidecek birilerinin olduğunu biliyordur Zeki Bey. Örneğin Ceylan’ın setlerdeki korkunç tavırlarından bahsedecekse, insanlar daha evvel düşen Ahlat Ağacı kamera arkası görüntülerini hatırlayacaktır. Ya da onun adalet duygusunun olmadığını açıklayacaksa, son filmindeki ortaokullu çocuklara hiçbir şey vermediğini söyleyen birileri illa ki olacaktır. Kimbilir, belki de başrol oyuncusunu 15 bin liraya oynattığını söyleyecektir birileri. Yeter ki çıksın konuşsun.

Fakat elbette mesele bunlar değil. Mesele bunlar olsaydı, endişelendiği kayıp adalet duygusuna dair bir iki kelamı, hatta kendi evreninde herkesi cezalandıracağı filmleri de bulunurdu. Bir masa etrafına üç beş kişiyi toplar, küfür kıyamet öyle bir sahne yazardı ki, kültür bakanı tir tir titrer, adalet bakanı kaçacak delik arar, cumhurbaşkanı nedamet gözyaşları dökerdi. Nedense öyle olmadı.

Taşradaki memurun acıklı ifadesi

İktidarın senelerdir dile getirdiği şu kültürel hegemonya meselesinde, muhalif cenahın gerçekten de önde olduğunu sanmasından ileri geliyor bu rahatlık. Gerçi Demirkubuz arada bir çıkışlar yaparak, kadın mücadelesinin ya da benzer ‘takıntıların’ umrunda olmadığını belirtiyor ama hitap ettiği kitle neticede burası. Son filminde asla onun perspektifinden bakmadığı bir kadına 193 dakika acılar çektirmeyi bilse de, bu hususlarda sorumluluk taşımadığını düşünüyor. Diğeri zaten yalnız ve güzel ülkesinden, aldığı fonlardan, kurduğu dirsek temaslarından memnun. Taşradaki memurun acıklı ifadesi, onun için kültürel iktidarın ta kendisi.

Fakat gelin görün ki, mesele bu iki Tanrının neyi ne kadar gördüğünden bağımsız, epey sıkıntılı. Yazının başında söylediğim üzere, bu gündem ortaya düşmeden evvel konuşulanlar, mescide ayak basan ya da kocasından ayrı tatile giden bir kadına dairdi. Özellikle ikinci meselede, öylesine saldırgan bir tavır söz konusuydu ki, kadının seneler önce gittiği doktor randevularına dahi ulaşılmış ve jinekolog randevularının sıklığı üzerinden ahlaki etiketler yapıştırılıyordu. Bir kısmı İletişim Başkanlığına çalışan mavi tikli hesaplar yangını başlatıyor, geri kalan binlerce genç de gelip gelip körüklüyordu. Esat Oktay’ın kim olduğunu hatırlamayan ve belli operasyonel hesapların peşine düşüp ona güzellemeler yapan yeni nesil milliyetçiyle kaynıyordu ortalık.

Kültürel hegemonya

Yönetmenlerimiz kendilerini gerçekten evrenlerinin tanrısı zannediyor mu bilmem ama bu husus yakın zamanda onları da yakıp geçecek diyebilirim. Çünkü iktidar, kültürel hegemonyayı ele geçirdiğinin farkında. Belki AKM’de opera dinlemiyorlar ama insanların birbirleriyle olan rızaya dayalı ilişkileri didik didik ediliyor. Belki caz gecelerine, cumhuriyet balolarına katılmıyorlar ama Sedat Peker’in bile gerisine düşmüş ölçüde bir faşist dalganın geldiğini biliyorlar. Artık önlerinde kimin duracağını değil, arkalarından kimin geleceğini hesaplıyorlar. Ve emin olun, yoksulluk girdabıyla, ekonomik sorunlarla, barınma kriziyle, geleceksizlik endişesiyle yetiştirdikleri pırıl pırıl bir kuşak; burç yorumlarına, spiritüel inanışlara, eril-dişil enerjiye ve haliyle cinsiyet kodlarına iman etmiş biçimde gümbür gümbür geliyor. 2014’te Berkin Elvan için taziye mesajı yayınlayan spor kulüplerinin tweetlerine türlü hakareti yığan bu yeni nesil için Esat Oktay bir kahramanken, ne Zeki Bey’in ne de sevgili Ceylan’ın tanrılık iddiası sürdürülebilir olacak.

Neden Yılmaz Güney?

Kaldı ki böylesi bir kavganın Yılmaz Güney üzerinden başlaması nereden baksan tuhaf. Alt kültüre çok hakim olduğunu düşünen Zeki Bey ya da Orta Anadolu’da felsefe tarihini yalayıp yutan karakterler bulan Nuri Bilge, Güney’in Baba filmindeki sınıfsal uçurumu ne kadar yansıtırdı ve ne kadar yansıttı malum. Elbette böyle bir zorunlulukları yok, yönetmen tanrılar bazı insani sıfatlardan münezzeh oldukları için, toplumsal ve sınıfsal meselelerde fikir beyan etmeyebilirler. Yanıbaşlarındaki yeni Kürt sinemasının karşılaştığı onca engel, yazdığı her şey didik edilen devrimci sinemacıların yaşadıkları zorluklar onlar için yok hükmünde olabilir. Yine de, Yılmaz Güney’i didik etme hakkına sahipler. Fakat onun tarzı ve üslubuyla konuyu ele alamazlar çünkü böyle olursa, çok sevdikleri TRT fonuna sonsuza kadar elveda demeleri gerekebilir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.