Savaş bir gün biterse

Kültür/Sanat Haberleri —

Tepedeki ev

Tepedeki ev

  • Pavese bize savaş meydanını anlatmaz. Savaşı çıkaranlara, nedenlerine hele hiç değinmez. Ama savaş sırasında insanların ne hissettiğini, yaşlıları, çocukları, tuzu kuruları, geride kalanları, geride kaldıkları için suçluluk duyanları, yıkılan evleri, köprüleri anlatır. Savaşın gelecek umudunu, anıları yok ettiğini anlatır. 

PELİN ÜNAL

Tezer Özlü’nün "Yaşamın Ucuna Yolculuk" adlı kitabını yıllar önce bir arkadaşımın önerisiyle almış, büyük bir zevkle okumuştum. Başına buyruk bir kadının hem kendi içine hem de çok sevdiği Pavese, Svevo ve Kafka’nın izlerini sürüp onların yaşadığı, öldüğü yerlere giderek yaptığı yolculuk çok hoşuma gitmişti. Kurgusal bir karakterle ve karakterin gerisindeki yazarlarla duygusal bağ kurmayı bu kitap sayesinde öğrenmiş olmalıyım, çünkü daha önce sevdiğim yazarların yazınını etkileyen dünyalarına yakından tanıklık etme isteğim hiç olmamıştı. 

Pavese, Svevo ve Kafka Tezer Özlü’nün hiçbir türe dahil edemediğim Marburg Edebiyat Ödülü de almış güzel kitabı vesilesiyle hayatıma girdi. Yıllar sonra bile başucu yazarlarım olmaya devam ediyorlar. Onları bu dünyada kalmaya ikna edememiş her şey, zaman zaman beni de yokladı ve o şeyle baş edebilmek için hep onlara sığındım.

Torino’ya gitme düşü

Geçenlerde yine çok sevdiğim Şilili yazar Alejandro Zambra’nın tıpkı Tezer Özlü gibi Pavese’nin izinden, onun doğduğu Santa Stefano Belbo köyü ve şehri Torino’ya yaptığı yolculuğu okuyunca Pavese’yi soluksuz okuduğum günler geldi aklıma. O günlerde ben de hep Torino’ya gitme düşü kurardım. Tepeleri, mısır tarlalarını, üzüm bağlarını, trenleri, önce “Kadınlar Arasında” romanının karakteri Rosseta'yı, sonra da Pavese’nin ölmeyi seçtiği oteli görmeyi isterdim. Bir yazarın tıpkı yarattığı bir karakter gibi ölmeyi seçmesi, onun yaşamı da ölümü de rastlantıya bırakmadığını gösterir zannımca. Ki zaten, “Herkesin intihar etmek için bir sebebi vardır” dememiş miydi?

Sevdiğim yazarın izini sürme isteği benim için bir hayalden ibaret kalacak gibi. Çünkü içinde bulunduğumuz korkunç ülke gerçeği tüm hayallerin üstüne karabasan gibi çökmüş. Bizim yaşama uğraşımızla Pavese’ninki tam bu noktada ayrılıyor. Kim bilir, Zambra Şili gerçeğinden sıyrılıp Zambra olabilmişse, Santa Stefano Belbo’ya gidebilmişse bizim için de umut vardır belki.

“Yaşamın Ucuna Yolculuk” biter bitirmez öncelikle Pavese’nin kitaplarını almıştım. Özlü, kitabının birçok yerine onun cümlelerini serpiştirmiş, her cümle ruhuma adeta saplanıp kalmıştı. Pavese'yi okumaya, yaşamının son yıllarında yazdığı “Tepedeki Ev” romanı ile başlamıştım, çünkü arka kapağındaki yazı büyülemişti beni: “Savaş eğer bir gün biterse herkes şunu sormalıdır: ‘Peki ya şehitleri ne yapacağız? Neden öldüler?’  Ben ne yanıt vereceğimi bilemezdim. En azından şimdi bilemiyorum. Başkalarının da bildiğini sanmıyorum. Bunu bilenler belki de bir tek ölülerdir ve savaş yalnızca onlar için gerçekten bitmiştir”

Pavese’nin huzursuzluğu

Tezer Özlü’ nün Pavese’yi sevme gerekçesini bu kitapta pek bulamamıştım ama benim için Pavese’ye çok doğru bir yerden bir başlangıç oldu. Yaşadığım coğrafyada bitmeyen, bitirilmeyen bir savaşın en sıcak zamanlarıydı. İnsanlar durmadan ölüyordu. Yirmi yıl sonra dönüp aynı kitabı tekrar okuduğumda zulüm sıcaklığını korumaya devam ediyor, insanlar yine durmadan ölüyor. İtalya ise Pavese’nin bıraktığından çok farklı şimdi. Bu haliyle Pavese’yi tatmin eder miydi? Hiç sanmıyorum. Çünkü onun huzursuzluğu zamanla ya da mekanla sınırlı veya ilgili bir huzursuzluk değildi. O yaşamayı sevmiyordu ve bunun çaresi yok.

Kitabın kahramanı öğretmen Corrado. İkinci Dünya Savaşı’nın bitimine yakın bir dönem. Musollini devrilmiş. İtalya’nın kuzeyine Almanlar hakim. Faşistlere karşı yürütülen bir iç savaş var. Corrado bu savaşta Torino’dan kaçıp uzaklara, çocukluğunun geçtiği tepelere gider. Eline silah alıp da kimseyi öldürebilecek biri değildir çünkü. Tıpkı Pavese gibi. Torino ve tepeler Pavese’nin yaşamının da, pek çok kitabının da mekanıdır aynı zamanda. Her tepenin bir kişilik olduğunu ondan duymuştum. Zor anlarda sığınacak bir tepe bulabilmeyi de. Gerçi yaşadığım şehirde pek tepe yoktu. Yalnızca yüksek dağlar vardı ama o dağlar da kendine sığınanı bağrına basma konusunda Torino tepelerinden geri kalmıyordu.

Tepelere Corrado gibi pek çok kişi sığınmıştır. Bunlardan biri de geçmişte kısa süreli bir ilişki yaşadığı Cate’dir. Cate’in bir oğlu olmuş ve adı Corrado’nun kısaltması olan Dino’dur. Corrado bu çocuğun babası olduğuna inanmak ister. Böyle bir ihtimalin –ki çocuğun yaşına, hareketlerine bakılırsa yüksek bir ihtimal- gerçek olmasını çok ister. Ancak Cate asla açık vermez. Corrado da gerçeğin seyrini değiştirmek için mücadele etmez. Geri planda durur. Ama geri planda durmak onu görünmez yapmaz. Partizan olarak en ön safta yer alan arkadaşlarının düşüncelerini paylaştığı için faşistlerin dikkatini çeker.

Bir tarafta savaş, bir tarafta kişisel acılar herkesi esir almıştır. Savaş var diye, meydanlar boş kovanlarla, ölülerle dolu diye kimse kişisel acılardan muaf tutulmamıştır. 

Geride kalanlar, yıkılan evler

Pavese bize savaş meydanını anlatmaz. Savaşı çıkaranlara, nedenlerine hele hiç değinmez. Ama savaş sırasında insanların ne hissettiğini, yaşlıları, çocukları, tuzu kuruları, geride kalanları, geride kaldıkları için suçluluk duyanları, yıkılan evleri, köprüleri anlatır. Savaşın gelecek umudunu, anıları yok ettiğini anlatır. Geçmişi esir aldığını anlatır. Cesetler yoktur ama yollarda kan izleri, duvarlarda kurşun izleri vardır. Evine dönmeyenler, dönünce evini, köyünü bulamayanlar vardır. Nitekim Corrado da yıllar sonra köyüne dönmeye çalışırken yolunu şaşırdığında bile kimseden yardım istemez. "İki gündür kendi köyümün adını söylemeye korkuyorum. Ya birisi, ‘Orası yandı, savaş geçti üstünden’ derse, ben ne yapardım?" diyerek bunun gerekçesinin endişe olduğunu da dile getirir.

Kitapta her zamanki rolünü oynayan sadece kiliseler ve rahiplerdir. Corrado’nun deyimiyle, "Onların aradığı huzur öte dünya huzuruydu."

Savaşın korkunçluğunu anlatmıyor “Tepedeki Ev” aslında, savaşın anlamsızlığını anlatıyor. Musollini gitti. Almanlar gitti. Partizanlar, faşistler, hepsi, herkes. Kalsalardı da savaş er geç bitecekti. Mevsimler geçecekti. Dünyanın seslerden, yüzlerden ibaret olduğu yine anlaşılacaktı. Ama bir şey değişmeyecekti: Toprağa düşenlerin artık dönmeyeceği. Geride kalanların ahvalini de yine  Corrado’dan dinleyelim:

 "O bedenleri toprağa düşüren yazgı, bizleri de onları görmeye tutsak ediyor."

Bu tutsaklığın vardığı yeri de Cioran cevaplıyor adeta, "İnsan bütün bildiklerine rağmen, bütün bildiklerine karşın her gün yeniden başlar."

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.