Sel ve kader

Metin YEĞİN yazdı —

  • Hindistan’da sadece bu ay 50 kişi öldü bu sel felaketlerinden. Ölümün bize oldukça uzakta olması, etkisini düşürüyor ve sayılara çeviriyor insanları ama her bir ölüm duyduğumuzda, nedenini sormadan duramıyoruz.

Hindistan’da Himalaya dağlarının eteklerinde, Uttarakhand’da kader ağlarını örüyor. Eteklerinde dediğime bakmayın, yüksek yüksek tepelere ev kurmuşlar ve en azından yüzlerce yıldır burada yaşıyor insanlar. Bir ses kopuyor dağdan ve çok muhtemel anlayamadıkları bir hızla, buzullar tepelerine, sel olup çöküyor. Sadece bu ay 50 kişi öldü bu sel felaketlerinden. Ölümün bize oldukça uzakta olması, etkisini düşürüyor ve sayılara çeviriyor insanları ama her bir ölüm duyduğumuzda, nedenini sormadan duramıyoruz. Eğer yazının başında yaptığım gibi bunu kadere yaslandığınızda bu nedeni her şey kolay, ölenlerin inancına uygun törenlerle gömüp her şeyi, kendi kaderimizi beklemeye devam edebiliriz.

Ta ki bizi de sürükleyecek, bir sel gelene kadar..

O yerin sakinleri, Raini köyü halkı ise bu ‘kader’e biraz kuşkulu bakıyor. Basit bir soruları var; ‘Kışın ortasında buzul nasıl erir?’ diyorlar. Bir de yüzyıllardır burada yaşadıklarını düşündükçe, buna sadece kuşkulular demek, saçma geliyor insana! Kuşkusuz…

Ayrıca bütün dünyayı, etkisine alan küresel iklim krizinden de söz etmiyorlar. Bazen genel bir cinayet nedeni, özel katili temize çıkarıyor. Bir casusluk hikayesi var bunun arkasında ve casus kitabı okumak, casus filmi seyretmek gibi pek keyifli de değil, selin 50 kişiyi sürüklemesi. 1960’lı yıllarda Komünist Çin’i izlemek için yerleştirilmiş nükleer yakıtlarla çalışan cihazlara kadar gidiyor bu kader. Hatta kar fırtınası çıktığından, yerleştirilememiş de, kaybedilmiş bu cihazlar.

Ayrıca sadece sel gibi, kaderin daha hızla işlediği cinayetlere de yol açmıyor bu. Eriyen plütonyumun bütün çevre sularına, hatta kutsal Ganj Nehrine karıştığına dair iddialar var ki tam anlamıyla ölümlerden ölüm beğenin durumu yani.

Herkesin bir takıntısı var ya ben de şu devletler denilen, kurumsal cinayet mekanizmalarına takmış durumdayım. Mesela bu Hint köyünde olanlar; 60 yıl önce, ABD’nin bir resmi ofisinde bir ajanın,- mesela eşiyle tartıştığı bir gecenin sabahında ya da tam aksine keyifli bir film seyrettiği akşamın ertesinde- birden aklına bu fikrin gelmesi, komünizme karşı mücadele eden şefleri tarafından benimsenmesi, sonra iktidarı çok seven politikacılar tarafından beslenmesi, paranoyak başkanlar tarafından kabul edilmesi sonucu, 50 dağcı gönderip, bugün 50 kişiyi öldürmeleri, bana çok saçma geliyor. 

Gerçekten çok saçma değil mi?

Burada tek gerçek şey; 50 kişinin ölümü…

Bu arada, nehirlere karışan zehirlerden dolayı kaç kişinin öldüğünü de bilmiyoruz. Bunları devlet günahları hanesine, yaz yaz bitmez.

Bir de bu olanları yerelleştirip, Sovyetler Birliği, yanı başında dağlar, mesela Kürecik, aynı CIA ve soğuk savaşa bağlarsanız, kaderin ağlarına daha da fazla takılırsınız…

Şu takıntıma biraz hak veriyorsunuz değil mi?

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.