Sey Rıza’yı savunmak ve önyargılı yaklaşımlar
Forum Haberleri —

Seyid Rıza
- 10 Kasım’da Anıtkabir’de bayrak sallayarak anmaya katılanlar ve ardından 15 Kasım’da Sey Rıza anması için de bir kaç söz eden şizofrenik hallere ne demeliyiz?
HASAN HAYRİ ATEŞ
Günümüz dünyasında özellikle bir edim içinde olan insanlar ahlaki olarak her gün sınanıyor ve sorgulanıyor. Bu olgu özellikle yazıp çizenler açısından çok daha geçerli. Fakat bu sınanmada durumun iç açıcı olduğu söylenemez. Özellikle sosyal medya bağlamında ele alındığında, etik ve insani bir krizle karşı karşıya olunduğu bir realite.
Yaşanan kriz, her şeyden önce sosyal medyada biteviye dezenformasyon üreten ve belli bir tanınırlığa sahip bireyin krizidir. Çünkü başkalarının haklarını çiğneyerek, itibar kaybına uğratmayı temel amaç edinmiştir. Bunlar, sosyal medyada ne yazık ki büyük oranda önyargılarıyla varlar.
Bireylerin önyargıları kendileri ile sınırlı kaldığında sorun teşkil etmeyebilir. Ancak inançların ve kimliklerin karşıtlaştırılması amacı taşıdığında, ya da yalan yanlış bilgilerle ortamı bulandırarak toplumsal reflekslerin zayıflamasına neden olduğunda, artık kişsel olmaktan çıkarak, toplumsal boyuta ulaşır.
Öte yandan önyargı, kendi içinde yanlış olsa da nesiller tarafından biriktirilmiş ve aktarılmış olan bir hakikattir. Özellikle ötekileştirilerek her zaman ayrımcılığa uğrayan kimliklerin ayakta kalması ve dayanıklılığı, pek çok zaman önyargıların sürmesi ve dayanıklılığıyla çakışır. Dolayısıyla önyargılar kimi zaman toplumların reflekslerini diri tutarak, kimlikler için koruyucu bir kalkan işlevi görebilir.
Ancak tarihsel olarak egemenlerce karşıtlaştırılmış inançları birbirine yakınlaştıracak özgürleştirici dinamiklerin açığa çıktığı dönemlerde, önyargıları körükleyerek beslemek, statükonun devamını sağlar ki, demokratik değişime karşı direnç haline gelir. Bu durum, toplumsal barışın geliştirilmesini de sekteye uğratır.
Sey Rıza üzerinden üretilen dezenformasyon
Özellikle son kırk yılda yaşanan gelişmeleri önyargılardan uzak, nesnel bir yaklaşımla irdelediğimizde, Kürt Özgürlük Hareketi’nin, inkar edilen inançların ve kimliklerin özneleşmesinde bir katalizör rolü oynadığını görmekteyiz. Özellikle Kürtler arasında yaşanan mezhepsel çelişkilerin çok büyük oranda aşılmasında köklü bir dönüşüm yarattığı, inkar edilmez bir hakikattir. Bu, Kürdistan toplumunda radikal temelde yaşanan devrimsel bir gelişmedir.
Kuşkusuz bu gelişmelerde birinci derecede pay sahibi, Sayın Abdullah Öcalan’dır.
Gerçeklik böyle iken “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” adlı metin kamuoyu ile paylaşıldığında, sosyal medyada kimi kesimlerce ciddi bir karalama ile karşılandığını hayretle izledik. Özellikle “judenrat” nitelemesi üzerinden.
Mesela Dersim toplumu adına söz kuran kimileri, “Apo’dan mezarsız Dersim liderlerine, judenrat suçlaması,” diye başlık atarak, çeşitli yazılar kaleme almada beis görmedi. Ayrıca, “Öcalan PKK kongresine gönderdiği raporda Seyit Rıza ailesini de ‘Judenrat’ olmakla suçluyor” diye kesin yargı cümleleri kurmaları ise, maksadın bir gerçeği ortaya koyarak eleştiri süzgecinden geçirmek olmadığını gösterdi.
Şundan ki, atılan başlıklara göre itham edilen Sayın Öcalan’ın, “judenrat” nitelemesini hangi bağlamda kullandığı, gerçekten özel olarak Dersim liderlerini, Sey Rıza ve ailesini hedef alıp almadığı metindeki ilgili bölümler bir bütünlük içinde takipçilerine aktarılmadan, paragraflar cımbızlanarak, peşin hükümlerle bir yargıda bulunuldu.
Bu manipülatif yaklaşımlara karşı okuyucuların objektif bir yargıda bulunabilmesi için bahse konu paragrafları buraya aktarmakta fayda var:
“Yahudi soykırımında rol oynayan Yahudi Komitesi diye tanımlanan Judenrate (Judenrat)’lar var. Bunlar faşistlerle iş birliği yapan Yahudilerden oluşmuş grup veya ailelerdir. İş birliği karşılığında kendilerinin veya ailelerinin ömrünü 24 saat uzatmak için Yahudileri gaz odalarına gönderiyorlar. Soykırım sisteminin işlemesi için bu komitelere ihtiyaç duyuyorlar. Yahudilere, “sizi banyoya götürüyoruz” diyerek kandırıp gaz odalarına götürüyorlar. Kaç kişinin istendiğine bağlı olarak gideceklerin listesini bu komiteler hazırlıyorlar. Bu komiteleri faşistler kurmuş. Bu konu üzerine düşünürken baktım ki Kürt gerçekliği de Judenrat gerçekliğidir. Sömürgecilik ötesi dediğim bu Kürt gerçekliğidir. İşte en benim diyen aileler Barzaniler, Bedirxaniler, hatta Şeyh Sait’in geride kalan bazı torunları, Seyit Rıza’nın bazı torunları Judenratlaşmışlardır. Ailelerini kurtarmak için Kürtlüğü imhaya götürüyorlar. Bir kitap bile yazmamışlar. Kendi dedelerinin anısına sahip çıkacak halleri yok. Özgürleşen Kürt’e düşmanlık yapıyorlar. En son Bitlis’te bir milletvekilliği ve Şırnak’ta bir belediye kayyumu Bedirxanilere verildi. Bunlar Jundenrat görevleridir. Son dönemde bu tezi geliştirdim ve doğruluğuna inanıyorum. Sömürge Kürt ve Kürdistan yerine bu terimin çarpıcı gerçekliği daha çok izah edeceği kanısındayım.”
Görüldüğü üzere, “Demokratik Toplum ve Barış Çağrısı” metninde bu iki paragrafta vurgu yapılan, özel olarak Dersim değil, Kürtlüktür. Kürt toplumsallığında önemli yerleri olan ailelerden geriye kalan kimi şahısların içine düştüğü duruma dikkat çekmektedir.
Judenratların ruh hali ve sosyal gerçeği
Dersim toplumuna hitap eden kimileri, maksatlı çarpıtmalarla önyargılar oluşturmaktalar.
Bir başka sosyal medya metin de ise şöyle bir yargıda bulunuluyor: “Özetle Apo’nun Dersimlilere yönelik hakaretleri, siyasi değil; mezhepsel ve psikolojiktir.”
Açık ki, bu kesin hüküm cümlesi, kaleme alanın ruh hali ve önyargılarının dışa vurumudur. Seküler Öcalan’ın biyolojik olarak Şafi Kürt mensubiyetliğine bir göndermedir. Bu cümleyi kuran kişi, birini bir şeyle itham ederken, yaptığı nitelemelerle kendi gerçekliğini ortaya koymaktadır.
Diğer yandan biliyoruz ki Sey Rıza’nın kendi ailesinden “Judenrat” nitelemesiyle itham edilecek kimse yoktur. Bu doğru. Bununla itham edilecek olanları, daha geniş bir yelpazede, Sey Rıza’nın ailesi dışında aramak gerekir.
Tamam, 1937-38’in judenratlarını geçmişe ait diyelim. Ayrıca ele alınmalı. Peki güncelde şu cümleleri kurarak soykırımı savunan anlayışların sahipleri, “Judenrat” olarak nitelenmez mi?
“Atatürk, feodal sultanlığı tasfiye etmiştir. Seyit Rıza ise, buna karşı gelmiş feodal bir aşiret reisidir. Bütün ömrü boyunca, yağma ve çapulun ekonomisinde önemli bir yer tuttuğu aşiretler sistemini muhafaza etmek için mücadele etmiştir. Bundan dolayı etkin olduğu bölgede Cumhuriyetin kendi düzenini kurmasını engellemeye çalışmıştır. Seyit Rıza’ya sahip çıkan, kaçınılmaz olarak Atatürk’ün ve Cumhuriyet Devriminin karşısındadır. İkisi bir arada anılamaz.”
Bu sözlerin sahibi sıkı Atatürkçü meşhur kişi, Mustafa Kemal ile Seyit Rıza’ya birlikte sahiplenilmez derken, tabii ki doğruları da ifade ediyor. 10 Kasım’da Anıtkabir’de bayrak sallayarak, anmaya katılanlara, ardından 15 Kasım’da Sey Rıza anması için de bir kaç söz eden şizofrenik hallere ne demeliyiz?
Elbette Sey Rıza’nın Dersimliler cephesinde, bir kesim tarafından nasıl itibar kaybına uğratılmak istendiğinin çok fazla örneği var. Ama şimdilik bunlara girmeye gerek yok. Sonuç olarak şu söylenebilir: Sayın Öcalan’nın sözleri bağlamından koparmadan eleştiri süzgecinden geçirilebilir. Fakat söz Sey Rıza’yı sahiplenmeye gelince, soğuk kanlı bir şekilde kendimizle yüzleşmeye cesaret edelim derim.







