Şeyh Said Türklüğe itirazdı!

Dosya Haberleri —

Şeyh Said

Şeyh Said

  • Şeyh Said'in tarihsel bir figür olduğunu dile getiren akademisyen Sedat Ulugana, "Türk ırkçıları sadece Şeyh Said’den değil Kürt olabilen, yani “kökenli” olmayan, bütün Kürtlerden nefret eder. İhsan Nuri bu yüzden 'Şeyh Said uyuyan devi uyandırdı. Kaç yüzyıldır uyuyan Kürdü uyandırdı, direniş ruhu yeşerdi' der" dedi.

HAVAR DERYA

Amed’de yapılan bir yola Büyükşehir Belediyesi tarafından “Şeyh Said” isminin verilmesi üzerine 1925’teki Şeyh Said öncülüğündeki Kürt isyanı ve onun öncülüğünü yapan Şeyh Said üzerine tartışmalar tekrardan alevlendi. Özellikle ırkçı çevrelerin Şeyh Said’e karşı saygısızlığı sonrasında Kürt gençleri Şeyh Said ve Kürt önderlerinin posterlerini farklı kentlerde herkesin göreceği yerlerde açtılar. Şeyh Said’i tarihçi-akademisyen Sedat Ulugana ile konuştuk. Ulugana, İhsan Nuri’nin Şeyh Said için söylediği 'uyuyan devi uyandırmıştır' sözüne atıfta bulunarak ondan önce, geç Osmanlı ve cumhuriyete geçiş dönemi ayaklanmaları bölgeseldir, ulusal değildir, diyor.

 

Sedat Ulugana

 

Sizin Kürt tarihine ilişkin olarak önemli çalışmalar yaptığınızı biliyoruz. Son dönemlerin gündemi haline gelen Şeyh Said ve hareketine ilişkin okuyucuyu bilgilendirme ve son günlerde yaşananları yorumlama ihtiyacı var. Bu konuda araştırmalarınızı ve fikirlerinizi bizimle paylaşmanızı istiyoruz. Öncelikle Şeyh Said neden isyan etti, olaya sebep olan faktörler nelerdi?

Şeyh Said isyanı dediğimiz başkaldırı, aslında Azadî Hareketi ve başkaldırısıdır. Azadî, 1921 başında Erzurum merkezli bir Kürt Subay oluşumudur. 1920’lerin başlarında Osmanlı’dan Cumhuriyete geçiş döneminde Erzurum’da Sarıkamış merkezli 9. kolordu bünyesinde bir gizli askeri oluşum görüyoruz. Bu oluşum, Kürt subayların oluşturduğu bir komite: Azadî, diğer ismi ile Kurdistan İstiklal Komitesi. Komitenin reisi de Cibranlı Halit Bey’dir. Cibranlı Halit Bey o süreçte bu askeri oluşumla aslında umumi, geniş bir başkaldırı planlamaktadır. Ancak 1924’e gelindiğinde devlet bu gizli teşkilattan haberdar olur. Bu teşkilatı tasfiye etmek için bazı yönelimlerde bulunur; tutuklanmalar, işkenceler, gözaltılar. Cibranlı Halit Bey ve diğer subay arkadaşları böylece tasfiye edilirler. Aynı şekilde Kurdistan İstiklal Komitesi Azadî’nin siyasi kanadına da operasyonlar yapılır. Yusuf Ziya Bey öncülüğündeki Bitlis’teki oluşumu da bir şekilde tasfiye ederler.

Şeyh Said bu komitenin neresinde?

Azadî’nin, Kurdistan İstiklal Komitesi’nin bir de dini-toplumsal ayağı vardır. Şeyh Said işte bu ayağın öncülüğünü yapıyor. Azadî’nin öncülüğü başlarda Şeyh’te değil, ancak askeri kanadı tasfiye edildiği için bir şekilde harekete geçmek zorunda kalıyor. 1925 kışında her yerde kar varken Şeyh Said ayaklanmaya teşvik ediliyor. Normalde Azadî bu hareketi baharın geç dönemlerinde veya yaz başlarında başlatmak istiyor ama devlet kışın ortasında provokasyon yaparak bu başkaldırının kış şartlarında vuku bulmasını sağlıyor.

Çünkü kış şartlarında devlet Kürt güçlerine göre daha organizedir, kış ayları devletin işine geliyor. Böylelikle isyan eksik bir şekilde başlayacaktır. İsyanın askeri kanadı eksiktir, silah tedarik edilmemiştir, cephane konusunda çok büyük sıkıntılar var. İsyan edenler içerisinde, 100-200 kişilik eski Hamidiyeli süvariyi çıkarırsanız, diğerleri herhangi bir askeri bilgiye malik değillerdi. Belki de hayatlarında ellerine silah dahi almamışlardı. Düşünün hayatında silah kullanmamış olan şeyhler, ellerine silah alıp cephe komutanı oluyorlar. İhsan Nuri, 1925’in sonlarında Bağdat’ta “1925 İnkılabı” isimli bir fasikül neşreder. Burada Şeyh Said isyanının eleştirisini yapar. Der ki, “Biz bütün modern askeri teknikten, profesyonel insan gücünden mahrumduk, buna rağmen yine de aylarca devleti uğraştırdık, Varto’dan tutun Harput’a kadar bir sürü yer aldık.” Hakikaten Genç, Lice, Palu yani, “Zaza Üçgeni” dediğimiz muhiti alıyorlar. Diyarbekir’e de saldırıyorlar, surları aşmaları kabil olsa da şehri alamıyorlar. Geri çekiliyorlar. Bu çekilme de sonun başlangıcı oluyor..

Şeyh Said’i toplumda öncü konumuna getiren nedenler nelerdi, kimdir Şeyh Said?

Şeyh Said, Şeyh Mahmut’un oğludur. Şeyh Mahmut da Halîdî Nakşibendi tarikatlarının Kurdistan’daki ilk öncülerinden biri olan Şeyh Ali Septi’nin oğludur. Şeyh Ali Septi, Elazığ-Palu merkezli olarak etrafındaki bütün o hinterlandı da içine alan bölgede etkili olan bir tarikat şeyhidir. Şeyh Said’in babası Şeyh Mahmut sonraları Erzurum-Xinis’a gelir. Xinis’ta Kolhîsar köyüne yerleşir. Orada kendi tekkesini kurar. Bu aileye Palu’dan esinlenerek Palevî de denilir; Şeyh Saîdê Palevî yani Palulu Şeyh Said. Palulu Şeyh Said aynı zamanda tüccardır. Koyun sürüleri vardır, yıl boyunca beslediği koyunlar bazen kendisi bazen de oğlu Ali Rıza Efendi ve kardeşleri götürüp İstanbul’da veya Halep’te satarlar. Osmanlı döneminde bu yerler mühim yerlerdir. Buralara yapmış olduğu seyahatler sayesinde biraz dış dünyayla, yani modern dediğimiz dünyayla da bağ kurmuştur. Şeyh buradaki tartışmalardan ve gelişmelerden haberdardır.

Şeyh Said’in entelektüel düzeyi nasıldı?

Şeyh aynı zamanda 4-5 dil biliyor. Kürtçenin Kurmancî ve Zazakî lehçelerinin dışında Türkçe, Farsça ve Arapçayı da çok iyi derecede bilmektedir. Aynı zamanda çok güçlü bir şairdir. Divan sahibidir ve dini alanda da muazzam bir bilgisi vardır. Birkaç kitap yazdığını da biliyoruz. Kısacası Şeyh kendi dönemine göre entelektüel sayılır. Diğer şeyhler gibi pek tutucu değil. Ulusal siyasetle ilgileniyor. Ulusal yönü gelişkindir.

Şeyh Said’in politik gelişmeleri takip edebildiği başka mecralar veya ilişkiler de var mı bu dönemde?

Evet var. Şeyh Said’in Cibranlı Halit Bey ile bir akrabalığı var. Halit Bey, o dönem üst rütbeli bir Osmanlı subayıdır. Dolayısıyla Halit Bey’den Anadolu ve Kurdistan’daki siyasal gelişmeleri öğrenme olanağı gelişiyor.

Yaşadığı bölgenin ve şeyhlik kurumunun Şeyh Said’in toplumsal öncülük rolünü dolaylı veya direkt etkilediğini düşünüyor musunuz?

Elbette! Mesela Xinis-Varto hinterlandı o dönemde Kurdistan siyaseti ve toplumsallığının merkez muhitlerindendir. Buradaki gelişmelerin Şeyh üzerinde etkisi var doğal olarak. Osmanlı’dan Cumhuriyete geçiş döneminde Kurdistan’ın merkezi bugün olduğu gibi Amed değil Varto’yu da idari sınırları içerisinde ihtiva eden Bitlis vilayetidir. Xinis-Varto hinterlandı adeta Kurdistan’ın bileşkesidir buradaki Kürtlük mefkuresi Şeyhin üzerinde etkili olmuştur.

Şeyh Said, Xalidîdir. Xalidî şeyhlerin eylemleri, diğer şeyhler gibi cami, medreseyle sınırlı figürler değil. Bunlar, aynı zamanda aşiret reisi gibi davranıyorlar. Mesela Şeyh Übeydullah, Xalidîdir, 1881’de isyan etmiştir. Seyid Ali, Şeyh Şahabettin, Mele Selim Xalidîdirler 1914’de Bitlis’te isyan etmişlerdir. Kısacası 1870-1925 arası bütün Kürt isyanlarında ana figür Xalidî şeyhlerdir. Kürt toplumunda şeyhlik mühim bir yere tekabül ediyordu. Şeyh aşiret üstü bir konuma sahipti. Çünkü aşiretleri bir araya getirebilen şeyhin kendisidir. Böyle bir birleştirici özelliği var. Onun için kalkıştığı başkaldırı da etkili ve kapsayıcı oluyor. Herhangi bir aşiretin tek başına giriştiği isyanlar çok lokal kalıyordu. Aşiretler arasında işbirliğinden ziyade rekabet vardı, üstelik çoğu birbiriyle kan davalıydı. Şeyh bütün bu rakip yapılara manevi bir üst kimlikle hitap edebiliyordu, onları yan yana getirebiliyordu.

Bu anlattıklarınızdan hareketle Türk ırkçıları Said’in dini bir figür olmasından kaynaklı olarak öncülük ettiği hareketin irticai, dini, yobaz vb. bir karaktere sahip olduğunu ifade ediyorlar. İşin ulusal yönünü dile getirmek istemiyorlar. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kısa adı Azadî olan Kurdistan İstiklal Komitesi’nin, ulusal bir komite olduğunu biliyoruz. Şeyh Said de bu komitenin baş azasıdır. Bu komitenin seküler talepleri de var. Biz bunu 1920’lerin başlarında Erzurum’da Sovyet Konsolosu ile yapılmış olan görüşmelerden biliyoruz. Bu görüşmede Azadi kadroları Sovyet temsilcisine “Bize şu kadar mühimmat verin, siyasal anlamda bizi destekleyin. Sizden askeri eğitim talep ediyoruz Kurdistan’da demir yolları, fabrikalar yapmanızı bekliyoruz. Kurdistan’da Sovyet örgütlenmesine de izin veririz” diyorlar. Yani Kurdistan’ın özgürlüğü karşılığında Sovyetleşme talebine dahi sıcak bakılıyor. Bu misal çerçevesinde bakıldığında dinin burada öncelikli bir konu olmadığı görülür. Elbette Şeyh Said Efendi dindardır, mütedeyyindir, bu çok doğal, adı üstünde Şeyhtir bir tekkenin postnişinidir. Şeriatı bilir, gündelik yaşamında şeriata uyar. O dönemde Kürtlerin çoğu saltanat yanlısıdır. Yani hilafet yanlısıdır. Osmanlı devletinde Mercidabık savaşından itibaren Hilafet ile Saltanat iç içe geçmiş fenomenlerdi. Hilafet Osmanlı’da bir tutkal görevi görüyor. Hilafet, bütün Osmanlı halklarını bir arada tutuyordu. Irka dayalı değil, dine dayalı bir kurumdur. Hilafet yani halifelik, peygamber makamıdır. Bir Müslümanın hilafete tamah etmesi çok doğal. Buna rağmen Şeyh Said “din elden gidiyor” diye ayaklanmadı. Elimizdeki belgeler farklı şeyler söylüyor. 1925’de Şeyh Said idam edildikten birkaç ay sonra İran’a sığınan oğlu Şeyh Ali Rıza Efendi’nin Ermenilerle yazışmaları var. Bu yazışmalarda “Kurdistan’daki Ulusal Heyet Adına”, “Kurdistan Ulusal Komitesi Adına” ya da “Kurdistan’daki Ulusal Hükümet Adına” imza atar. “Kurdistan Ulusal Hükümetinin Reisi” diye tanıtır babasını. Şeyh Rıza Efendi baştan sona kadar Taşnaklarla, Ermenilerle yazışmalarında şu hususiyeti dile getirir: “Bizler kendi milli davamız için, milli haklarımız için ayaklandık.” Bu yazışmalarda dinden bahsetmez, tamamen ulusal haklardan bahseder.

Bu çarpıtma nasıl yapıldı?

1925’te başkaldırı daha devam ederken İsmet İnönü’nün basına vermiş olduğu bazı talimatlar var. Der ki, “Bu hareketi Avrupa’ya, dış dünyaya gerici, yobaz, dini bir hareket olarak lanse edin ki bunu ‘ulusal bir ‘Kürt Hareketi’ olarak algılamasınlar.” Devlet bu şekilde güçlü ve bilinçli bir karalama kampanyası başlatır. Zira “ulusal bir Kürt hareketi” algısı başlarını ağrıtacaktı. Düvel-i Muazzama dedikleri büyük devletlerin bunu böyle bilmesini istemediler.

Bu bilinçli çarpıtma bugün de devam ediyor…

Elbette. İsyanın daha birinci ayında başlayan kara propaganda bugün de devam ediyor. 1990’larda Uğur Mumcu yazdı mesela. Uğur Mumcu katıksız bir Kemalist idi. Son zamanlarda bazı dini çevreler bilinçli bir şekilde bu hareketi Kürtlük mefkuresinden koparıp Kemalizm’e karşı sırf dini bir hareket şeklinde lanse etmeye çalışıyorlar. Nitekim Şeyh Said dindar olduğu için değil, Kürt olduğu için idam edildi.

Şeyh Said’in mezar yeri neden hala gizleniyor, bunda amaçlanan nedir?

Sömürgelerde halk kahramanlarının mezarlarının olmasına izin vermezler. Kurdistan’da da buna izin vermezler, çünkü mezar hafızadır. Şeyh Said’in mezarı olmasa da Şeyh Said’in asıldığı yer bugün Kürtler için hafıza mekanı değil mi? İdam etmenin çok sembolik bir tarafı da var tabii. Devlet, Cumhuriyet döneminde Kürtleri darağacına asarak öldürüyordu, idam ediyordu. Fakat bu durum, Kürtler açısından bir sembole dönüştü. 1940’larda devlet bunu fark etti. İdam ettiği Şeyh Said ve Seyit Rıza gibi Kürt önderler, sembole dönüşünce bundan sonra Kürtleri asarak, idam ederek öldürmeme kararı aldılar.

Yöntem değiştirdiler. Bu süreçten sonra, mesela “33 Kurşun Olayı”nda olduğu gibi öldürüyorlardı; bir vadide toplayıp kurşuna dizerek ya da işkencelerle öldürüyorlardı. 1980’lerde böyle yaptılar. 49’lar Davası’nda da benzer bir durum vardı. 1960’larda hiçbir Kürt’ü asmadılar, çünkü Kürt’ün sembole dönüşmesinden korkuyorlardı. 1980 darbesine bakın mesela; sol örgütlerden birçok kişiyi idam ettiler ama Kürt örgütlerinden kimseyi idam etmediler, bu çok ilginçtir. Diyarbakır’da işkenceyle öldürdüler Kürt gençlerini ama idam ederek kimseyi öldürmediler. Bu anlamda Cumhuriyet özelindeki Kürt direniş tarihinde Şeyh Said bir miladı oluşturur. Devletin de bundan kendisince çıkardığı dersler vardı. Ama bu sadece Kemalist devletin icra ettiği bir gelenek değildi, dönemin faşist İtalya’sında da Nazi Almanya’sında da böyleydi. Halk kahramanlarının mezarlarının olmasına izin vermezlerdi. Bugün de mezarlara saldırıyorlar, direnişi andıran herhangi bir mezar taşına izin vermiyorlar, mezar taşlarını parçalıyorlar çünkü direniş hafızanın oluşmasını arzu etmiyorlar.

 

Şeyh Said

 

Şeyh Said isyanı sona erdikten sonra devlet nasıl bir tavır takındı?

Devlet, Şeyh Said isyanına katılanları hiçbir şekilde affetmedi. Özellikle de Palo, Genç, Dicle, Lice ve Varto beşgeninde üçyüze yakın yerleşim yerini tahrip etti. Kurdistan’da topyekûn tasfiyenin startını verdi. Çıkartılan Takrir-i Sükûn Kanunu ve göçertmeler tasfiyenin meyveleridir. Şeyh Said hareketine katılmamış tarafsız kalmış hatta yer yer devlete yardım etmiş olan aşiret reisleri ve şeyhleri de sürgün ettiler. Devlet, yeni Cumhuriyet, kendisine tehdit oluşturacak olası hiçbir figürün Kurdistan’da kalmasını istemiyordu. Kısacası muazzam bir göçertme ve kırımla Şeyh Said isyanına cevap verdi.

Kürtlerin tavrı ne oldu peki?

Şeyh Said başkaldırısı, Kürtlerde bir kırılma noktasıdır. 1924-25’e kadar Kürtler ve Türklük aidiyeti arasında hala Osmanlı devleti mefhumlarına dayalı bazı bağlar vardı. Şeyh Said asıldıktan sonra Türklük aidiyetini benimseyen devlet bürokrasisi ve Kürtler arasında her zaman var olan ve ara sıra depreşen fay hattı kırıldı. Çatlak o kadar büyüktü ki, 100 yıldır Kürtlerle barışmak mümkün olamıyor işte.

Türk ırkçıları, tarihsel figürlerden özellikle de Şeyh Said’den söz ederken nefret dili kullanıyorlar. Bunun özel bir nedeni var mı?

Türk ırkçıları sadece Şeyh Said’den değil Kürt olabilen, yani “kökenli” olmayan, bütün Kürtlerden nefret eder. Şeyh Said tarihsel bir figürdür, uyuyan devi uyandırmıştır. Ondan önce, geç Osmanlı ve cumhuriyete geçiş dönemi ayaklanmaları bölgeseldir, ulusal değildir. Şeyh Said ile ayaklanma ulusal bir kıyafete bürünür. İhsan Nuri, “Şeyh Said uyuyan devi uyandırdı. Kaç yüzyıldır uyuyan Kürdü uyandırdı, direniş ruhu yeşerdi” diyor. Tabii ki Türkiye’deki kurumsal ırkçılık bunu unutmaz. Savaştan sonra zar zor bir Türklük inşa etmişler; Osmanlı bakiyesinden olan halklara, Lazlara, Çerkezlere, Gürcülere, Abazalara, Araplara Türklüğü dayatmışlar, onlarla bir sözleşme yapmışlar. Fakat Kürtler, bu Türklük sözleşmesine imza atmamışlar. Kürtler itiraz etmişler, yapay bir kimliğimiz yok, doğal bir kimliğe sahibiz, yapay bir kimliğin gölgesine sığınamayız, kadim bir aidiyetiz, yurdumuz var adı da Kurdistan’dır, neden Türk olalım ki, demişler. Bu güçlü bir itirazdır. İşte Şeyh Said, bu itirazın en çarpıcı temsilidir. Bu yüzden Şeyh Said’den bu kadar nefret ediyorlar.

Peki ya İngilizlerin desteği hikayesi?

Karerli Mehmet Efendi, Şeyh Said isyanında yargılandığı zaman mahkeme başkanına “Eğer İngilizler bizi desteklemiş olsalardı şimdi mahkemede hâkim koltuğunda ben otururdum, sanık koltuğunda siz otururdunuz” der. Yani demek istediği şey şu: İngilizler sizi destekledi. İngilizlerin desteğiyle Cumhuriyet kuruldu. İngilizlerin hiçbir şekilde Şeyh Said direnişine destek vermediğini biliyoruz, belgeler de bunu söyler. Nitekim Şeyh Said’in oğlu Şeyh Rıza Efendi ve Şeyh Said’in bazı savaşçıları, Rewanduz’a gittiklerinde İngilizler onları tutuklamak için epey uğraşıyorlar. Bunlara hiçbir şekilde toleranslı davranmıyorlar. İngilizler aynı zamanda bu dönemde devlete uçak sağlıyor. Bu tamamen resmi Türk tarih tezinin saçmalığı. Özellikle dış düşman arama ve içerdeki hoşnutsuzluğu da dış güçlerin bir kışkırtması olarak görme eğilimimin tezahürüdür. Hastalıklı bir tezahür bu ve bunu kanıtlayamıyorlar. “Şeyh Said isyanı bir İngiliz kışkırtmasıdır” diyen Türk tarihçilerinin hiçbiri kendi iddialarını destekleyebilecek belgelere sahip değildir. İsmet İnönü, Dönemin başbakanı, anılarında “çok aradık, araştırdık lakin Şeyh Said İsyanı’nda İngiliz parmağını bulamadık” der.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.