Soylu bir devrimci duruştu Sakine

Haberleri —

‘Doğru bildiğinde ısrar ve kırılması imkansız bir irade, Sakine arkadaşın ilk gözlemlediğim özelliği oldu” diyen KCK Genel Başkanlık Konseyi Üyesi Ali Haydar Kaytan, PKK kurucularından Sakine Cansız’ın 40 yıllık kesintisiz direnişine dikkat çekti.

9 Ocak’ta Paris’te Leyla Şaylemez ve Fidan Doğan ile birlikte katledilen Sakine Cansız’a, 40 yıllık direnişine, Kürt Özgürlük Hareketi’nde oynadığı role, efsaneleşen zindan direnişçiliğinin PKK militanlarında yarattığı etkiye; bir kadın, bir Alevi, bir devrimci, bir PKK’li, bir Dêrsimli olarak Sakine Cansız’ın kim olduğuna ve neden hedeflendiğine ilişkin sorularımızı KCK Genel Başkanlık Konseyi Üyesi Ali Haydar Kaytan yanıtladı.  

Sakine Cansız’ı nerede, nasıl tanıdınız ilk bıraktığı izlenimden bahseder misiniz?

PKK’nin temelleri grup tarzında Ankara’da atıldı. Birkaç yılımızı burada geçirdik. İdeolojik olarak gelişmemiz ve teorik çerçevemizin netleşmesi üzerine Kürdistan’a dönme ve kendi ülkemizde faaliyet yürütme kararına ulaştık. 1975 yılı sonunda Dikmen’de yaptığımız toplantıda aldığımız kararın ardından birçok arkadaşımız Kürdistan’a döndü. Ancak bu toplantı öncesinde de grubumuzun üyeleri Kürdistan’da propaganda yapıyor ve gruba yeni üyeler kazandırmaya çalışıyordu. Ben de 1973 yılından itibaren daha çok tatil döneminde Dêrsim’de faaliyet yürütmeye başladım. Bu çalışma sonucunda Dêrsim’de erkenden Ankara’dakine benzer bir grup oluştu.  Bu dönemde henüz bir adımız bile yoktu ve kendimizi Kürdistan Devrimcileri biçiminde tanımlıyorduk. Bu halimizle adı sanı herkesçe bilinen gruplar ve örgütlere karşı ideolojik mücadele veriyorduk. Dêrsim’de Türk Soluna bağlı gruplar ve örgütler hakimdi ve bunlar İbrahim, Deniz ve Mahir gibi büyüklüklerini kanıtlamış devrimcilerin mirasına dayandıklarını iddia ediyorlardı. Aynı mirasın bizim de mirasımız olduğunu söylememizin, anlayış olarak doğru olsa bile, pratikte bir etkisi yoktu. En büyük etkileme gücümüz düşüncelerimizdeki anlam derinliği ve bu anlamla bütünleşen duruşumuzdu.

Kürdistan Devrimcileriyle tanışma

Dêrsim’deki grubumuz esas olarak öğrenci gençlerden oluşuyordu. Nicelik olarak sınırlı, ancak nitelik olarak güçlü bir bileşimimiz söz konusuydu. Grubumuza katılan gençlerin nerdeyse yarısı kadındı. Genç kadınların grubumuza ilgisi oldukça fazlaydı. Sakine arkadaş ilk katılım sağlayanlardan biriydi. Almanya’da işçi olarak çalışan bir ailenin çocuğuydu. Evlerinin yanında öğrencilerin kaldığı tek gözlü bir gecekondu vardı ve ben çoğu zaman bu öğrencilerin yanında kalıyordum. Sakine arkadaş henüz ortaokul sıralarında olan bu gençlere yakın ilgi gösteriyor, birçok konuda kendilerine yardımcı oluyordu. Yerelde bize katılan arkadaşlar Sakine arkadaşla ilişki kurmuşlar, kendisini etkilemeyi başarmışlardı. İlk süreçte ilişkisi daha çok diğer kadın arkadaşlarlaydı. Başlangıçta kendisini dolaylı tanısam da, doğrudan ilişki kuramamıştım.
Bir süre sonra akrabası olan üniversite öğrencisi bir gençle evlendiğini ve İzmir’e gittiğini duydum. Evlendiği genç benim liseden arkadaşımdı, ben liseyi bitirdiğimde o son sınıfa geçmişti. Türk Sol Hareketi içinde bir grupla ilişkiliydi. Her ikisi karşılıklı olarak birbirlerini etkilemeye çalışmışlardı. Bu mücadelede baskın çıkan Sakine arkadaş oldu. O zaman her ikisi Dêrsim’e geldi. Sakine arkadaşla doğrudan karşılaşıp konuşmam böyle gerçekleşti. Sakine arkadaş evlenip Dêrsim’den ayrılsa da grubumuzdan arkadaşlarla ilişkisini sürdürmüştü. Sakine arkadaş lise mezunuydu ve çok gençti; eşi ise yaşça daha büyüktü ve üniversite öğrencisiydi. Yine de aralarındaki mücadelede baskın çıkan ve sonuç alan Sakine arkadaş olmuştu.
Doğru bildiğinde ısrar etme ve bu noktada kırılması imkansız bir irade sergilemenin Sakine arkadaşın ilk gözlemlediğim özelliği oldu. Devrimcilik de herhalde bu olsa gerekir. Amaca bağlılık, özgürlüğe adanmışlık, özgür yaşamda sonuna kadar ısrar, inanılmaz bir devrimci inat, boyun eğmezlik ve bu anlamda son derece soylu bir devrimci duruş, sevgi çağlayanı bir yürek, hayranlık uyandıran bir canlılık, hareketlilik ve akışkanlık. Bütün bunların toplam ifadesi olarak muhteşem bir etkileme gücü. Sakine arkadaşta daha başlangıçta kendini dışa vuran ve sonraları çok daha belirgin hale gelen özelliklerdi. Yine de Sakine deyince öncelikle akla gelmesi gereken kavramın sevgi olduğuna inanıyorum. Ondaki ülke, halk, insan ve yoldaşlık sevgisi gerçekten bir çağlayanı andırıyordu. Bir yazarın dediği gibi sevgi imandır; sevgisizlik inkar, ortası ise münafıklıktır. Sakine arkadaştaki sevgi böyleydi.

Sakine Cansız’ın çıkışı nasıl karşılanıyordu?

Sakine arkadaşın aile bağlarına ve geleneklere isyan ederek devrimci yaşama yöneldiği söylenebilir. Ancak yine de Sakine arkadaş açısından ailesinin kendi devrimciliği önünde aşılmaz bir engel oluşturduğunu söyleyemem. O dönemde Dêrsim’de aileler kız çocuklarının devrimci olmalarına fazla itiraz etmiyorlardı. Dêrsim demek bir açıdan da solculuk demekti. Dêrsim toplumunun sisteme muhalif bir karakteri vardı. Solculuk zaten sisteme muhalif olmayı ifade ediyordu. Taşıdığı Alevi ve Kürt kimliği toplumu kendiliğinden muhalif bir duruşa yöneltiyordu. Aynı durum Sakine arkadaş için de geçerliydi. Babası yurtdışındaydı. Kardeşleri sol düşüncelere yatkındı. Klasik solculukta karar kılmış olsaydı ailesi hiç de karşı çıkmaz, kanımca diğer aileler gibi doğal karşılardı.

Tehlikeli görülen ‘Kürtçülüktü’

Dêrsim’de herkes solculuk yapabilirdi ama o dönemde Dêrsim’de tehlikeli olarak görülen şey ‘Kürtçülük’tü, sosyalizmle Kürt gerçeğini buluşturmaktı. Dêrsim korkunç bir soykırıma sahne olmuştu ve bu soykırımın dehşet verici anıları hala çok tazeydi. Dêrsim toplumu Kürt ve Alevi olduğu ve kendi kimliğini korumak istediği için soykırıma uğratılmıştı. Bu yüzden bu kimliği sahiplenen ve buna dayalı olarak özgürlük mücadelesi vermek isteyen bir grubun ortaya çıkışı toplumun bazı kesimlerinde endişe ve korkuya yol açıyordu. Aileler çocuklarına ‘Sakın Kürtlüğe bulaşmayın, gidin solculuk yapın. Kürt sorununu kaşımak bizleri yeni katliamlarla karşı karşıya getirir. Siz bunu mu istiyorsunuz’ diyorlardı. Asıl sorun ‘Dêrsim tertelesi’nin yol açtığı ve kendi gerçeğinden kaçmaya götüren bu korkuyu yenmekti. O dönemdeki bu duruşu nedeniyle toplumu kınamamak gerekir. Kürdistan’da devrimcilik Sırat köprüsünde yol almaya benziyordu. O bu köprüden geçme konusunda kararlıydı ve bunun gereklerine göre davranıyordu. Öze dönüş ve kendi kökleriyle yeniden buluşmak için kopuş kaçınılmazdı. Sakine arkadaş da bunu yaptı. Bilinçli bir tavırla önündeki engelleri kararlı bir biçimde aşmaya çalıştı.
O günün koşullarında bir kadın olarak Kürdistan’da Apocu çizgide devrimcilik yapmak kolay bir iş değildi. Aynı durum Dêrsim için de geçerliydi. Dêrsim büyükçe bir köyden farksızdı ve bu yüzden burada devrimci çalışma yürütmek sorun oluşturmayabilirdi. Ancak Dêrsimli de olsa devrimci bir kadının Dêrsim dışında bir alanda çalışması kolay kabul görecek bir durum değildi. Sakine arkadaşın büyüklüğü tam da bu noktada kendini gösterir. O eşinin çıkardığı sorunlar nedeniyle evlilik ilişkisine hemen son verdi. Buna rağmen Dêrsim’e dönmedi, Dêrsim dışındaki Kürt kentlerinde çalışmayı tercih etti. Uzun süreli çalışma yürüttüğü kent Elazığ oldu. Buradan delege olarak Kuruluş Kongremize katıldı. Bu duruş o dönemde bizim için eşsiz bir örnekti.
Gerçekten de 70’li yıllar oldukça hareketli yıllardı. 12 Mart faşizmi devrimci gençlik hareketinin önder kadrolarını tasfiye etse de, gençliği direniş ruhunu kıramamıştı. Mahirler, Denizler ve İbrahimlerin bıraktıkları mirasın bunda büyük payı vardı. PKK de aslında bu hareketin içinden doğdu. Bu hareket olmasaydı herhalde PKK de olmazdı. Ancak bu hareketin mirasına sahip çıkma iddiasındaki güçlerin tutarsızlıkları ve Kürt sorununda sosyal şoven bir tavır sergilemeleri, harekemizin kurucusu olan Önder APO’yu bağımsız bir grup örgütlemeye yöneltti. 


Partileşme sürecindeki rolünü anlatabilir misiniz?
Kürdistan’daki çalışmamızın üzerinden yaklaşık üç yıl geçtiğinde partileşmeye yöneldik. Kuruluş Kongremizi yirmi üç delegenin katılımıyla gerçekleştirdik. Kongreye katılan iki kadın delegeden biri Sakine arkadaştı. Kongre sonrasında parti komitelerimiz oluşturuldu. Sakine arkadaş Elazığ’daki parti komitemizde yer alıyordu. Partimiz kurulmuş, ancak kuruluşunu henüz ilan etmemişti. 1979 yılının ilk çeyreğinde Elazığ polisi bir operasyon başlattı ve tutuklamalara girişti. Tutuklananlar arasında Sakine arkadaş da vardı. Kişi gerçek dostlarını felaket anında tanır derler ya, işkence tezgahları ve ardından yaşanan o korkunç zindan pratiği, herkesin Sakine arkadaşın o muhteşem devrimci kişiliğini görmesini sağladı. Partinin en üst yönetiminde yer alan Şahin Dönmez’in ihanetine karşılık, Sakine arkadaş direniş çizgisinden milim bile sapmadı ve bu süreçte direniş çizgisinin canlı sembolü oldu.

O yapıcı ve yaratıcı bir devrimciydi

O yaşamını ülkesi, halkı ve cinsinin özgürlüğüne adamış bir devrimciydi. Faaliyet yürüttüğü her yerde çalışmalara tüm gücüyle ve kaygısızca katıldı. Yaşam sevinci ve coşkusunda hiçbir zaman en ufak bir düşüş olmadı. En önemlisi hiç boş durmadı. Anlamın ve sözün gücünü bilerek hareket etti. O adeta bitmez bir enerjiyle doluydu. Bu yüzden yorgunluk nedir bilmedi. O her şeyden önce bir direniş abidesiydi, Partimizin direniş ruhunun en önde gelen bir temsilcisiydi. Che Guevara, bir devrimcinin en yüce meziyetinin bulunduğu her yerde haksızlığa karşı mücadele etmek olduğunu belirtir. Sakine arkadaş hem faşist sömürgeciliğin işkence tezgahları ve zindanlarında, hem de dışarıda haksızlıklara karşı mücadele halinde oldu. Yanlışlıklar ve çirkinliklere karşı sürekli direndi. Doğru bildiğinden hiç taviz vermedi. Hemen her zaman pozitif bir duruş halinde oldu, devrimci iyimserlik çizgisinden sapmadı. Yanlışlıklar ve yetersizliklerle mücadele ederken kırıp yıkmadı; iyiyi, güzeli ve doğruyu egemen kılmayı esas aldı. O özünde bir üretim ve inşa kişiliğiydi, yapıcı ve yaratıcı bir devrimciydi.

Sakine Cansız gittiği bölgelerde halktan nasıl tepki görüyordu?

Bizim Sakine arkadaşın da katıldığı Kürdistan’daki ilk mücadele döneminde temel çalışmamız insanlarla ilişki kurmak ve kendilerini devrimci saflara çekmekti. Öncelikli çalışmamız gençliği kazanmak olsa da, daha işin başında toplumun her kesiminden insanlarla temas kuruyorduk. Gençlerle kurduğumuz ilişkiler aileleriyle de ilişki kurmamız anlamına geliyordu. Kazandığımız gençlerin aile evleri bizim için aynı zamanda barınak oluyordu. Beslenme sorunumuz dahil birçok sorunumuzu böyle çözüyorduk. Öyle ki, çoğu aile arkadaşlarımızı kendi çocuklarından ayırt etmiyor, kendi öz çocuklarıymış gibi bağrına basıyordu.  


Kadına yönelik ön yargıları yıktı
Bir devrimci olarak insanları haklı bir davaya kazanmak istiyorsanız, bunun için sadece sözün gücüne dayanmanız yetmez. Davanızın ve savunduğunuz değerlerin ete kemiğe bürünmüş hali olarak toplumun huzuruna çıkmadıkça, allame-i cihan da olsanız kimseyi kendinize inandıramazsınız. İnsanlar belki sözlerinize anlam biçebilir, söylediklerinizi değerli görebilir, ama her şeyden önemli olanı sizi değerli görmeleridir. Sözünün insanı olmak bu olsa gerekir. Hakikat aşktır belirlemesi tam da böylesi bir temsiliyeti anlatır. Hakikat çağrıcısı hakikati kendinde bedenleştirmişse aşk yolunun işçisi haline gelmiş demektir. Sakine arkadaş bu gerçeği en iyi bilen ve uygulayan bir yoldaşımızdı. Bu anlamda Sakine arkadaş hemen her zaman ilişki kurduğu insanların gözünde bir cazibe merkezi oldu. Önder APO, insanı kazanarak doğru yola sokmak isteyenlerin kendilerini şerbet haline getirip içirmeleri gerektiğini söylerdi. Sakine arkadaş bu yaklaşımın örnek temsilcilerinden biri olarak toplum içinde çalıştı ve bununla hemen her zaman sonuç aldı.
Herkeste bir çift göz var, ama bir çift göze sahip olan herkes her zaman güzel bakmaz ve güzel görmez. Sağlam bakış açısına sahip insan güzel bakıp güzel düşünmesini bilir. Mistik bir düşünürün dediği gibi bu insan nereye dokunsa değiştirir, yıkıntıların üzerine saraylar diker, somurtkan yüzleri güler hale getirir, çorak topraklarda güller açtırır, çölü yeşil vahaya dönüştürür. Hele bu insan bir de çağdaş müminlik çizgisinde yürüyen bir kadınsa, özgürlüğe sevdalı bir kadın devrimciyse, attığı her adımda mucizeler gerçekleştirir. Benim tanıdığım Sakine işte buydu. O bir kadın olarak duruşu ve yürüyüşüyle kadına yönelik tüm önyargıları yıktı. Bu yıkıntıların üzerinde kadına müthiş bir güveni inşa etti. Onun bu duruşu ve yürüyüşünün de katkısıyla Kürdistan devrimi bir kadın devrimi halini aldı. Ben Sakine arkadaşın daha devrimciliğe karar verdiği ilk günden beri bu gerçeğin farkında olduğundan eminim. Devrimcilik zaten bir değiştirme ve dönüştürme gücüdür. Sakine arkadaş öncelikle hakim zihniyetten kaynaklanan engellerin üzerine yürüdü. O gittiği her yerde devrimci çalışma için gerekli koşulları kendisi yarattı. Kendi emeğiyle kendisini herkese kabul ettirdi. Devrimci bir kadının gücünün nelere kadir olduğunu herkese gösterdi.

Amed zindan direnişi PKK militanları üzerinde nasıl bir etkiye sahipti? Bu direniş, en eski bir arkadaşı ve yoldaşı olarak sizi nasıl etkiledi?

Sakine arkadaş PKK Hareketi’nin kurucu kadrolarından biriydi. Neredeyse kırk yıla yaklaşan bir devrimci mücadele pratiğinin sahibiydi. O örnek devrimci duruşu ve direnişçi kişiliğiyle yaşayan bir efsane haline gelmişti. Bu noktada öncelikle şunu söylemeliyim: Bizde şahadet ölümle değil yaşamla bağlantılandırılır. Bizim anlayışımızda şehit yaşamın en diri gücüdür. Şehit kanıtlanmış gerçekliği anlatır. Önder Apo dışında bizde yaşarken okullarımızda resmi asılan arkadaşlarımız olmadı. Bu konudaki tek istisna Sakine arkadaştı. Amed zindanında tutulduğu sırada resimleri Mahsum Korkmaz Akademisi’nin duvarlarını süslüyordu. İster kendisini daha önce tanısın ister tanımasın, tüm arkadaşlarımız için Sakine arkadaş örnek bir devrimciydi. Direnişin zafere götürdüğünü onun pratiğinde net olarak görmüşlerdi. Taşıdığı devrimci kadın kimliği kendisine duyulan sempati, sevgi ve hayranlığı daha da büyütüyordu.  Benim gözümde de Sakine arkadaş önünde huşu içinde eğilmem gereken bir devrimciydi, tanrıça kimliğinin kanlı canlı haliydi. Ben kendisinden daha önce gruba katılmış ve Apocu düşünceleri Dêrsim’e taşımıştım. Sakine belki de bu taşıma sonucunda grupla tanışmıştı. Böyle olsa da benim için Sakine örnek almam ve izinde yürümem gerektiğine inandığım yoldaşımdı.

Sakine Cansız sizce neden hedeflendi? 9 Ocak katliamıyla amaçlanan neydi?

9 Ocak katliamını düzenleyenler öncelikle PKK’nin öncü kadrolarını ortadan kaldırmayı hedeflediler. Amaçları bu kadroları ortadan kaldırarak PKK’yi tasfiye olma sürecine sokmaktı. Sakine arkadaş komplocu katiller için ortadan kaldırmak isteyecekleri en ideal hedefti.

Yeri kolay doldurulmaz bir değer

Her şeyden önce kırk yıla yaklaşan bir devrimci pratiğin sahibiydi. PKK’nin kurucu kadroları arasında yer alıyordu. İşkence tezgahlarında, zindanlarda, dağda ve halkın içindeki pratiği kendisini yaşayan bir efsane konumuna yükseltmişti. PKK’nin bir kadın partisi haline gelmesinde belirgin bir yeri ve rolü vardı. PKK ve Kürt halkı için yeri kolay doldurulamayacak bir değerdi. Sadece ulusal planda değil uluslararası düzeyde de bilinen ve tanınan bir yoldaşımızdı. Bütün bunlar kendisinin katliamın hedefi olarak seçilmesine yetiyordu.

Bu katliamı duyduğunuzda neler hissettiniz, sizi nasıl etkiledi?

Sakine arkadaşın katledilmesi kuşkusuz hepimizi, halkımızı ve bizleri derinden sarstı. Beklemediğimiz bir katliamla karşı karşıya geldik. Deyim yerindeyse beynimizden ve yüreğimizden vurulduk. Başlangıçta bu katliamın gerçek olduğuna inanmadık. Ne var ki Sakine arkadaşı fiziki olarak bizden kopardıkları gerçekti. Ancak Sakine’nin ruhen ölümsüz olduğunu ve en diri kimseden daha diri olarak halkımızın ve ilerici insanlığın yüreğinde yaşadığını düzenlenen cenaze töreninde ve daha sonraki gelişmelerde netçe gördük. O Afrika’dan Güney Amerika’ya, Avrupa’dan Ortadoğu’ya kadar dünyanın hemen her yerindeki devrimci ve ilerici güçleri birleştirdi. Sakine arkadaş şahadetiyle Kürt halkının özgürlük mücadelesini dünya halklarının barış, demokrasi ve özgürlük mücadelelerine bağlayan yıkılmaz bir köprü kurdu.

Özgür Kürtlük: Raa Heqî


Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, katliam için, ‘ikinci Dêrsim katliamı’ dedi. Bunu biraz açar mısınız?

Bilindiği üzere iki halkın, Türk ve Kürt halkının ortak mücadelesinin eseri olan Cumhuriyet, 1924 yılından itibaren kuruluş felsefesine tamamen ters düşen bir rotaya sokuldu. Cumhuriyet’in ‘asli kurucu’ unsuru iki halktan biri olan Kürt halkı, bu yön değişikliği sonucunda inkar edildi ve buna bağlı olarak imha edilmek istendi. Cumhuriyet’in yeni Kürt politikası Kürtlerin inkarı ve imhasına dayandırıldı. 1925 yılında başlatılan imha seferleri 1937 yılında Dêrsim’e karşı girişilen ‘sel harekatı’ ile doruk noktasına çıktı. Yani Cumhuriyet tarihinde Kürtlere yönelik son soykırım uygulaması Dêrsim’de gerçekleştirildi. Bu kıyım ve kırım harekatı ile öngörülen hedefe ulaşılsın ve belirlenen amaç gerçekleşsin diye ne kadar insanlık dışı vahşi yöntem varsa denendi. Tekçi ulus-devlet zihniyetine sahip egemen güçler işinin ehli bir bahçıvan titizliğiyle Dêrsim Kürt’ünü bir ayrık otu gibi ele alıp kökten sökerek temizlemeye çalıştılar.
Dêrsim’in Kürdistan gerçeği içinde bir özgünlüğü vardı. Osmanlı devleti bu alana fazla nüfuz edememiş, hakimiyet kurmak üzere giriştiği pek çok sefer başarısızlığa uğramıştı. Belki de bundan olacak, “Dêrsim’e sefer olur ama zafer olmaz” sözü bir halk deyişi haline gelmişti. Yerel halkın ‘Raa Heqî-Hak Yolu’ diye adlandırdığı Alevilik bir ideolojik kimlik olarak Dêrsim Kürtlerini bir arada tutan ve kavim bilincini pekiştiren bir rol oynamıştı. Çok sayıda aşireti barındıran bu alanda üst kimlik Kurmanc -yerel halkın lisanıyla Kırmanc- oluyordu. ‘Hak Yolu’ inancı ve üst kimlik olan Kurmanc kimliği bu alanda en özlü Kürtlüğü yaşatan unsurlar durumundaydı. Buna özünü en güçlü biçimde koruyan, bozulmamış Kürtlük de denilebilir. Dêrsim için soykırım kararı verenler “Dêrsim’de medeni adam yavrusu yetişmez” derken aslında bu özlü Kürtlüğün gücüne işaret ediyorlardı.

Sakine Cansız’ın bu planları ve amaçları boşa çıkardığını mı düşündüler?

Sakine Cansız’ın devrimci yaşamı ve pratiği, kırım ve kıyımdan geçirilen ve öldüğüne inanılan Dêrsim Kürt’ünün kendi küllerinden yeniden doğuşu anlamını taşıyordu. Sakine ile birlikte Dêrsim’in geçmişteki o ‘yabancı eli değmemiş, ayak basılmamış’ soylu kimliği yeniden can bulmaya başladı. Dêrsim Kürtleri kendi özlerine dönüş sürecine girdiler. Tanrıça kültürünü güçlü bir biçimde yaşatan Dêrsim kadını, Sakine’nin kişiliğinde yeniden ete kemiğe büründü. Yitirdiğiniz hakikati yine yitirdiğiniz yerde bulabilirsiniz. Önder Apo “İnsanlığın geçmişi daha gerçektir. İnsanlığı orada arayacağım, orada bulup yakalayacağım ve yeniden başlatacağım. Gelecek bu çabaların işleyiş halinden başka bir şey değildir” derken bu gerçeğe parmak basıyordu.
Sakine ve yoldaşlarını katledenlerin genelde Kürt gerçeğini, özelde Alevi Dêrsim Kürtlüğünü tarihten silme niyetiyle hareket ettiklerinden kuşku duymamak gerekir. Bu anlamda Sakine ve yoldaşlarının hunharca katledilmeleri, Önder Apo’nun da vurguladığı gibi yeni bir Dêrsim soykırımı girişimi olarak değerlendirilebilir. Uluslararası komplocu güçlerin ve işbirlikçisi ulus-devletlerin inkar ve imha politikasında hala ısrarlı oldukları bu katliamla bir kez daha kanıtlanmıştır. Sakine’yi katletmelerinin nedeni bizi böylesi hakikatinden kopmuş bir yaşama mahkûm etmektir.

Katliamın 1. Yıldönümü vesilesiyle bir çağrınız var mı?

Onun şahadeti sonrasında yoldaşlarımız birbirlerine daha fazla kenetlendiler; partimizin halkla bağları daha da güçlendi. Sakine arkadaş bu anlamda bizim için yenilmez birlik, mücadelede başarı ve zafer yemini oldu. Bu yeminize ölümüne bağlı kalacağız. Kendisi olmak ve kendi kimliğiyle yaşamak isteyen Dêrsim insanı, Sakine’nin anısını mutlaka yaşatmalı, onu ve yoldaşlarını katledenlerin umutlarını kursaklarına tıkıp özgürlük mücadelesini zaferle taçlandırmak için tüm gücün ortaya koymalıdır. Katliamcıların deşifre edilmemesi benzer katliamların hep devrede olacağının göstergesidir. Bu yüzden halkımız bu üç fidanı katledenleri açığa çıkarmak için kesintisiz bir mücadele yürütmeli ve katiller açığa çıkarılmadan yürüttüğü mücadeleden vazgeçmemelidir.


CİHAN ÖZGÜR/ANF/BEHDİNAN

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.