Türkiye’nin çıkmaz sokağı

Forum Haberleri —

Türkiye/kaos

Türkiye/kaos

  • Yanlışta ısrar edenler günü kurtarır gibi görünür, ama sonunda ülkeyi kaybeder. Ankara’nın önünde artık sadece iki yol var: Ya reddederek yalnızlığa ve kaosa sürüklenmek ya da tanıyarak hem içeride hem dışarıda barışın kapısını aralamak.

ARAS ASLAN

Türkiye’nin dış politikadaki son on beş yılı, kısa vadeli hamlelerin uzun vadeli stratejik çıkmazlara dönüştüğü bir dönem oldu. Zira bu süre zarfında Türkiye’nin dış siyasetine kısa bir bakış attığımızda durum hiç de iç açıcı görünmemektedir.

Bu çıkmazın sebeplerine baktığımızda, Ankara’nın “kuşatılmışlık” hissinin esasen dış güçlerden değil; kendi gerçekliğini reddeden, diplomatik çözüm yerine askeri tehdidi önceleyen militarist tutumundan kaynaklandığı görülüyor. Bugün Kıbrıs’ta, Libya’da ve özellikle Suriye’de yaşanan, stratejik bir iflastan başka bir şey değildir.

Kıbrıs’ta Türkiye’nin yalnızlığı

İsrail’in Kuzey Kıbrıs’ı “kara para ve suç koridoru” diye damgalaması boşuna değil. Ankara içeride günü kurtarma uğruna ‘KKTC’yi şeffaflıktan uzak ve mafyatik yapılara açık hâle getirdi; dışarıda ise hukuku ve diplomasiyi rafa kaldırdı. İsrail’in “terör amaçlı transit bölge” iddiaları da tabloyu daha da ağırlaştırıyor. Üstüne ABD’nin Kıbrıs’ı askeri üsse çevirmesi ve Kıbrıs’ın İsrail için AB’ye açılan enerji köprüsüne dönüşmesi eklenince, Doğu Akdeniz’deki dengeler Türkiye aleyhine sertleşiyor. Kısacası Ankara, hem içerideki zaaflarıyla hem de dışarıdaki yanlış adımlarıyla Kıbrıs’ta kendi yalnızlığını derinleştiriyor. Ve bu yalnızlık sadece Kıbrıs’la sınırlı değil; aynı körlük Libya’da ve Suriye’de de sahneye çıkıyor.

 

Libya’da dar ortaklık

Libya’da da aynı hata tekrarlandı. Türkiye, Trablus hükümetine saplanıp kaldı. “Mavi Vatan” için büyük bir hamle yaptığını sandı ama ülkenin yarısını, yani doğudaki petrol sahalarını ve uluslararası dengeleri yok saydı. Dar bir ortaklık uğruna uzun vadeli stratejik hedefler feda edildi.

Bugün geldiğimiz noktada Ankara, dün “düşman” dediği Hafter’le görüşmek zorunda. Bu geri adım değil, bilakis baştan yapılan yanlışın itirafıdır. Çünkü gerçekler, inkârla çözülmez. Aynı inkâr, bugün Suriye’de de tehlikeli bir şekilde sahneleniyor.

Türkiye’nin Rojava körlüğü

Türkiye’nin en büyük stratejik körlüğü Rojava meselesinde. Ankara hâlâ Rojava’yı yok sayabileceğini, yerine çeteci unsurlara ve bunların başı olan Colani gibi günübirlik müttefiklere yaslanarak güvenlik sağlayabileceğini sanıyor. Bu mudur devlet aklı?

Nasıl ki Kuzey Kıbrıs’taki yanlış adımlar Türkiye’yi yalnızlaştırdıysa, Rojava’yı reddetmek de aynı sonucu doğuracak. Ankara şunu anlamak zorunda: Rojava’ya yapılacak askeri bir saldırı yalnızca bir bölgeye değil, tüm bölge Kürtlerinin kimlik ve irade talebine yapılmış sayılacaktır. Bu da Türkiye’yi sadece uluslararası alanda değil, içeride de onarılamaz bir krize sürükler.

Ve bir de pratik bir gerçek var: Hakan Fidan’ın o meşhur sert bakışları ve gizemli mimiklerinin diplomatik bir sihir yaratıp sahayı düzeltemeyeceğini kabul etmemiz gerek. Eğer dış politika kaş çatma ve bakışlarla mesaj verme sanatına indirgenirse, kriz daha da derinleşir, üstelik gülümsetse de, sonuç hiç komik olmaz.

Hukuksuzluk ve ekonomi

Yanlış dış politika tercihleri sadece diplomatik sonuçlar doğurmakla kalmıyor, aynı zamanda ekonomide ciddi sıkıntılara yol açıyor. Yatırımcı güveni ve ekonomik istikrar, sağlam hukuk ve adaletle mümkündür; ancak Ankara’nın gerçeklikten kopuk politikaları ve antidemokratik uygulamaları sermayeyi kaçırıyor. Sonuçta enflasyon, hayat pahalılığı ve işsizlik gibi sorunların bedelini halk ödüyor.

Üstelik böylesi bir dönemde, küresel güçler uluslararası hukuku açıkça hiçe sayıyor, en asgari düzeyde bile birbirlerinin hukukunu gözetmiyor. Bu tablo şunu gösteriyor: Toplumsal bütünlüğünü sağlamamış, içeride barışı kurmamış her devlet, dışarıdan gelecek saldırılara karşı en zayıf halka hâline gelir.

Türkiye de bu kuralın dışında değil. Mevcut politikalar devam ederse Ankara, yalnızca ekonomik krizle değil, aynı zamanda dış tehditlere açık bir ülke olma riskiyle de karşı karşıya kalacak. Çünkü güçlü ekonomiler ve sağlam hukuk düzenleri, yalnızca yatırımcı için değil, devletin güvenliği için de en büyük kalkandır. Eğer içeride adalet yoksa, toplumda güven yoksa, dışarıdan gelebilecek her müdahale ülkeyi yerle yeksan edebilir.

Türkiye’nin bu gerçeği görüp politikalarını buna göre şekillendirmesi gerekiyor. Aksi hâlde yanlışta ısrar, içerideki kırılganlığı dışarıdan gelecek tehditlere açık hâle getirir.

Tanımadan barış olmaz

Gerçekçi çıkış, inkâr değil tanımadır. Ankara’nın Rojava’daki meşru yapıyla doğrudan ve eşit düzeyde diyalog kurması kaçınılmazdır. Bu sadece sınır güvenliği için değil, barış sürecinin kalıcı olması ve Türkiye’nin iç barışının inşası için de hayati önemdedir.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın yıllardır işaret ettiği gibi, mesele yalnız Kürtler için değil, tüm Türkiye için bir demokrasi testidir. “Demokratik cumhuriyet” çizgisine yönelmek, yani laik, sosyal ve demokratik hukuk devletini somutlaştırmak hem içeride meşruiyet hem de dışarıda güven kazandıracaktır.

Ya barış, ya çöküş

Türkiye, Libya’da yanlış yaptı. Kıbrıs’ta yanlış yapıyor. Suriye’de ise yanlışta ısrar ediyor. Her defasında gerçekleri reddetti, sonunda inkâr ettiği aktörlerle masaya oturmak zorunda kaldı. Şimdi aynı hesap Rojava için kapıya dayanmış durumda. Fakat bu kez bedel, geçmiştekilerden çok daha ağır olabilir.

Çünkü bu mesele sadece dış politika değil, doğrudan Türkiye’nin iç barışıyla ilgilidir. Rojava’yı reddetmek, Kürtleri yok saymak, ülkeyi içeriden de kırılgan hâle getirir. Bu, sadece sınır ötesinde bir çatışma değil, tüm ülkeyi sarıp sarmalayacak bir güvenlik krizi demektir.

Yanlışta ısrar edenler günü kurtarır gibi görünür, ama sonunda ülkeyi kaybeder. Ankara’nın önünde artık sadece iki yol var: Ya reddederek yalnızlığa ve kaosa sürüklenmek ya da tanıyarak hem içeride hem dışarıda barışın kapısını aralamak.

Başka seçenek yok.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.