Türkiye’nin yanlış tercihi
Forum Haberleri —

Colani/foto:AFP
- Colani gibi geçici ve tehlikeli bir kozu tercih etmek, Türkiye’yi sadece yanlış ittifaklara mahkum etmekle kalmaz; aynı zamanda bu coğrafyanın kalıcı gerçeği olan Kürt halkını görmezden gelerek tarihi bir hata yapmasına yol açar.
ARAS ASLAN
Türkiye, Rojava’da askeri operasyonları gündemine alarak ve bölgedeki radikal unsurlarla ittifaklar kurarak kısa vadeli bir güvenlik sağlamaya çalışıyor. Ancak bu yaklaşım, Ankara’yı uzun vadeli büyük bir stratejik bataklığın içine sokuyor. HTŞ ve Colani gibi grupların desteklenmesiyle Kürt özerkliğini engelleme stratejisi, sadece bölgesel istikrarsızlığı derinleştirmekle kalmıyor, aynı zamanda Türkiye’nin içeride kalıcı barış ve güvenlik şansını da azaltıyor. Bu, tarihi bir yanlış hesaptır.
Bu politikanın temel mantığı, “Rojava’daki özerkliği Türkiye için varoluşsal bir tehdittir” anlayışına dayanıyor. Ankara, bu korkuyla hareket ederek IŞİD zihniyetinin devamı olan, Suriye’nin çeşitliliğini yok etmeyi hedefleyen ve demokratik modele uyum sağlayamayacak radikal unsurları araçsallaştırıyor. Ne yazık ki Türkiye, kendi güvenliği için Kürt halkını değil, bu radikalleri tercih ediyor.
Bu tercih yeni değil. Türkiye’nin modernleşme tarihi, dış tehditler karşısında “iç cephe”de birlik çağrısı yapıp, tehdit geçtikten sonra aynı cephedeki farklı kimlikleri ötekileştirme döngüsüyle doludur. Kurtuluş Savaşı’ndaki “milli birlik” söylemi, Cumhuriyet’in ilanından sonra faşist bir ulus-devlet projesine evrilmiş, Kürtler ve diğer muhalifler bastırılmıştır. Bugün Suriye’de radikallere verilen destek, bu tarihsel refleksin dış politikadaki yansımasıdır: “Kürt tehdidi” karşısında her türlü müttefik mubahtır.
ABD ve Batı, SDG’yi IŞİD’e karşı mücadelede meşru bir ortak olarak tanımaya devam ederken, Türkiye’nin radikallerle flörtü itibarını zedeliyor. Daha da vahimi, dışarıda Kürtlere karşı radikal gruplarla işbirliği yapan bir devletin içerideki Kürt vatandaşlarına “eşit yurttaşız” demesi inandırıcı olamaz. Bu durum, toplumsal güveni sarsar ve kalıcı barışın önündeki en büyük engeldir.
Türkiye’nin önünde iki seçenek var: Ya çökmekte olan, tekçi, merkeziyetçi bir Suriye hayaline ve onun radikal artıklarına yatırım yapmaya devam edecek ya da bölgenin yeni gerçekliğini kabul edip, çoğulcu ve demokratik modellerle uyum sağlayacak. İkinci seçenek, Ankara’nın Kürt halkına dönük paternalist yaklaşımını terk etmesini gerektirir. Kürtler, yönünü dış başkentlere dönen bir halk değil; kendi iradesi ve hakikati ile hareket eden bir aktördür. Gerçek alternatif, bu zihniyeti reddetmek ve şunu anlamaktan geçer: Kürtlerin yönünü çevirmesi gereken yer, ne Ankara ne Şam ne de başka bir dış başkenttir. Kürtlerin yüzünü dönmesi gereken tek yer kendi hakikatleridir. Bu, dışarıdan bir merkeze bağlılık değil, kendi iradesini ve kimliğini tanıma ve tanıttırma mücadelesidir.
Türkiye vakit kaybetmeden samimi ve kapsayıcı temellere oturan bir “iç cephe” inşasına girişmeli. Bunun yolu anadilde eğitim hakkının tanınması, eşit yurttaşlık temelinde anayasal vatandaşlık tanımı, siyasal temsilde özgürlük ve demokratik siyasetin önündeki tüm engellerin kaldırılması, kültürel varlığın tam olarak tanınması ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesinden geçer. “Kılıç”la değil, “adalet”le güven sağlanır.
Bu minvalde, Rojava’daki Kürt yapılanmasını bir “tehdit” olarak değil, Suriye’nin parçalanmış yapısını bir arada tutabilecek bir “model” olarak okumalı. Colani’nin sahadaki varlığı uzun vadede Amerika’nın çıkarlarına ters iken ve şu an sadece geçici olarak tolere edildiği çok açıkken, Türkiye’nin buna bütüncül bir yatırım yapması akıl karı değil, zira bir an güvenlik eksenli politikalar çerçevesinde düşünülse dahi, uzun vadede keskin bir stratejik hata olarak görüldüğü çok açıktır. Bu sebeple Ankara, Şam’la diyaloğunu sürdürürken, Kürtleri de masanın bir tarafı olarak kabul etmeli-ettirmelidir. Temel amaç, Kürt özerkliğini yok etmek değil, onu Suriye’nin toprak bütünlüğü içinde anayasal bir statüye kavuşturarak, Türkiye’nin uzun vadeli güvenlik ve istikrar çıkarlarını karşılıklı olarak güvence altına alacak bir iş birliği zemini inşa etmektir.
Tam da bu noktada, Colani gibi geçici ve tehlikeli bir kozu tercih etmek, Türkiye’yi sadece yanlış ittifaklara mahkum etmekle kalmaz; aynı zamanda bu coğrafyanın kalıcı gerçeği olan Kürt halkını görmezden gelerek tarihi bir hata yapmasına yol açar. Böyle bir tercih, uluslararası arenada Türkiye’yi yalnızlaştırırken, içeride de bitmeyen bir kutuplaşma ve güvensizliği besler. Bu durumun kaynağı, Kürtleri hâlâ kendi iradesiyle hareket eden eşit bir aktör değil, “masada yönlendirilen bir topluluk” olarak gören zihniyettir. Oysa bu zihniyet değişmek zorunda.
Yarın, bugünden daha güvenli olacaksa yapılması gereken bellidir: Kılıcı kınına sokmak, önyargıları terk etmek ve Kürtleri bir “sorun” değil, ülkenin ve bölgenin eşit kurucuları olarak görmek. Gerçek “iç cephe” ancak o zaman, dış tehditlere ihtiyaç duymadan kendi başına ayakta durabilir.







