Tutsaklara uzaktan muayene dayatılıyor

Dosya Haberleri —

Sebahat Tuncel/foto: Bianet

Sebahat Tuncel/foto: Bianet

Kandıra F Tipi Cezaevi’nde rehin tutulan Sebahat Tuncel sorularımızı yanıtladı:

  • Cezaevlerinde teknoloji de aleyhimize kullanılıyor. Görüntülü telefon kabininde aktifleştirilen bir uygulama ise en temel insan hakkımız olan sağlık hakkını engellemektedir. Bu son uygulama ile görüntülü telefon kabininde tutsaklara uzaktan muayene, teşhis ve tedavi dayatılmakta. Sağlık emekçilerini cezaevlerinde yaşanan bu duruma karşı harekete geçmeye çağırıyorum.

ERDOĞAN ALAYUMAT

DAİŞ'in Kobanê’ye yönelik saldırılarıyla birlikte Kurdistan ve Türkiye’nin pek çok kentinde 6-8 Ekim 2014’te yaşanan halk protestoları nedeniyle HDP eski eşbaşkanlarının da aralarında bulunduğu 108 siyasetçi yargılanıyor. Tarihi bir dava olarak kayıtlara geçen Kobanê Davası'nda tutuklu yargılanan 18 isimden biri de Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) eski Eşbaşkanı Sebahat Tuncel. 6 Kasım 2016’dan bu yana tutuklu bulunan, 7 yıllık azami tutukluluk süresi 4 ayı aşkın süredir dolmasına rağmen tahliye edilmeyen Tuncel, Kandıra F Tipi Cezaevi’nden gazetemizin sorularını yanıtladı.

Öncelikle durumunuz nasıl? Dışarıyla, hapishanedeki diğer tutsaklarla iletişim kurmada sorunlar yaşıyor musunuz?

Toplum üzerindeki zor ve baskı, söz konusu cezaevleri olunca çıplak zora dönüşüyor. Dışarıyla bağ kurabildiğimiz birkaç alan var. Birisi aile ziyareti ve arkadaş görüş hakkı çerçevesinde 3 kişinin ziyareti, bir diğer alan ise iletişim araçları olan mektup ve haftalık 10 dakika telefon görüşmeleri. Tabii bu hakların kullanımı önünde de çoğu zaman engeller çıkarılıyor. Örneğin 3 kişilik arkadaş görüş hakkı, "görüşçü hakkında soruşturma var" veya emniyet müdürlüğünde görüşçü hakkında "olumsuz" veri bilgisi var gerekçeleriyle, "güvenlik soruşturmasından geçmediği" söylenerek İdare Gözlem Kurulu tarafından reddediliyor. İnfaz hakimliğine yapılan itirazlar da sonuç vermiyor. Bazen kendi aramızda espri yapıyoruz, "Madem bizim arkadaş görüşçülerimizi kabul etmiyorsunuz o zaman kurumunuzun özelliklerine uygun kişiyi bulun" biçiminde dilekçe yazalım diye. Cezaevlerinde iki kural geçerli; birincisi, devlet her zaman haklıdır. İkincisi ise mahpusların haklı olduğu durumda birinci madde geçerlidir. Kısacası verilen hak, çeşitli bahanelerle gasp ediliyor. Cezaevi koridorlarında tutsakların birbiriyle selamlaşması, sohbet sırasında halay çekmek "yasak" denilerek engelleniyor.

İmralı işkence ve tecrit sistemi tüm cezaevlerine sirayet etmiş durumda. Kaldığınız hapishanede bu sistem size nasıl yansıyor?

Aslında tecrit ve izolasyona dayalı bu uygulamalarla tutsaklar birbirinden tamamen izole halde tutuluyor. İmralı işkence sistemi dediğimiz mutlak tecrit ve izolasyon adım adım tüm cezaevlerine yayılıyor. Bu politikanın son örneği yine bulunduğumuz cezaevinde uygulamaya konuldu. Cezaevlerinde teknoloji de aleyhimize kullanılıyor. Nasıl mı? Bulunduğumuz cezaevinde görüntülü görüşme kabinlerinde telefon hakkı kullanmadan önce yeni bir uygulama eklenmiş: Uyarı sayfası açılarak "telefon görüşmelerinin kaydedilmesinin, sosyal medyada yayınlanmasının yasak olduğuna" dair içerik onaylanmadan telefon hakkı kullanılamıyor. Bu uygulama yasa tacizidir. Hem insani açıdan hem de hukuksal açıdan düşünce ve ifade özgürlüğünü engelleyen bu yasa maddesini her hafta hatırlatarak onaylamaya zorlanmak, yasa şiddetine maruz bırakılmaktır. Bu kabul edilemez. Bu uygulamanın kaldırılması için Adalet Bakanlığı’na yaptığımız başvurulara henüz cevap verilmiş değil. Yine görüntülü telefon kabininde aktifleştirilen başka bir uygulama ise en temel insan hakkımız olan sağlık hakkını engellemektedir. Bu son uygulama ile görüntülü telefon kabininde muayene dayatılmaktadır. Bu uygulama bir yanıyla sağlık hakkının gaspı iken diğer yanıyla izolasyonun geldiği düzeyi göstermektedir. Tutsaklar sosyal yaşamdan tamamen izole edilerek her şey koğuş içine sığdırılmakta. Tutsaklara uzaktan muayene, teşhis ve tedavi dayatılmakta. Sağlık emekçilerini cezaevlerinde yaşanan bu duruma karşı harekete geçmeye çağırıyorum.

Çok sayıda tutsak keyfi gerekçelerle tahliye edilmiyor. Bir tutsağın kaderi cezaevi idaresinin iki dudağı arasına bırakılmış durumda. Bulunduğunuz cezaevinde benzer uygulamalar var mı?

Türkiye cezaevlerinde ne yazık ki hak ve özgürlüklerin engellenmesi, hak gaspları saymakla bitmez. Ama en büyük hukuksuzluk, haksızlık özgürlük hakkının elimizden alınmasıdır. Mevcut infaz rejimine göre tahliyesi gelmiş onlarca arkadaşımızın özgürlük hakkı İdare Gözlem Kurulu kararları ile ellerinden alınmıştır. İdare Gözlem Kurulları 5275 sayılı kanunu T.C.K’nin 7’nci maddesini yok sayarak kendisini "mahkeme" yerine koyarak karar veriyor -ki bazen sağlık kurulu bazen eğitim kurulu gibi davranıyor- "İyi halli" olmadıkları gerekçesiyle tahliyeleri 3 ay, 6 ay erteleniyor. Birlikte kaldığımız Jiyan Ateş arkadaşımızın tahliyesi 2,5 yıldır erteleniyor. Arkadaşımızın babası 18 Ocak 2024’te Diyarbakır’da trafik kazası sonucu yaşamını yitirdi. Kendisi 12 yıldır cezaevinde ve devlet Jiyan arkadaşımızın babasıyla yaşayacağı 2,5 yılı çaldı ve son anında yanında olmasının koşullarını ortadan kaldırdı.

Sincan Kadın Cezaevi’nde Jiyan Ateş’ın yanı sıra Mukaddes Kubilay, Zeynep Bingör, Rozerin Kurt, Özlem Demir, Sedef Demir, Sermin Demirdağ, Sebire Ekinci, Necla Yıldız, Dilan Oynaş, Nedime Yaklav arkadaşlarımızın özgürlükleri de yukarıda ifade etmeye çalıştığım gibi ellerinden alınmıştır. Devletin Kürt düşmanı, kadın düşmanı politikasının bir sonucu olarak "rehin" tutuluyorlar. Bu yaşananlar en ağır insan hakkı ihlalidir. Devlet "rehine" politikası ile sadece tutsak arkadaşlarımızı değil, onların ailelerini ve toplumu da cezalandırıyor.

foto kaynak: Bianet

6 Kasım 2016’dan itibaren tutuklusunuz. Yasada üst sınır olan "yedi yıllık" süreç geride kaldı ve 6 Kasım 2023 itibarıyla azami tutukluluk süreniz doldu ancak hala cezaevindesiniz? Tahliyeniz için sizce ne bekleniyor?

Türkiye’de hukuk düzeni ortadan kaldırılmıştır. Tek adam rejimi denen Cumhurbaşkanlığı sistemi, kendisini Kürt düşmanlığı üzerinden kurumsallaştırmak istiyor. 2015 yılından bugüne Kürtler üzerinde sistematik zor ve şiddet uygulanıyor. Ernst Fraenkel’in deyimiyle, Türkiye bir hukuk devletinden ziyade "önlem devleti"ne dönüştürülmüştür. Esas alınan anayasa, yasalar, altına imza attığı uluslararası sözleşmeler değil, siyasi iktidarın politik çıkarları ve muhalefete yönelik politik tutumudur. O nedenle mahkemeler de iktidarın Kürt siyasetine, siyasetçilerine yönelik politikasına bağlı "rehine" politikasının sürmesine aracılık etmektedir.

Gültan Kışanak, Figen Yüksekdağ ve benim yasal sınır olan 7 yıllık tutukluluk süremiz bittiği halde "2 ayrı iddianame var, biz birinden tahliye ettik, Kobanê dosyası ayrı iddianame, bu dosyada tutukluluğu devam ediyor" açıklamasıyla içeride tutuluyoruz. Oysa dosyalar arasında bağlantı olduğu, aynı dönemi kapsayan eylem etkinlikler yargılama konusu olduğundan dosya Ankara 22’nci Ağır Ceza Mahkemesi 2021/6 dosyası ile birleşmiştir. Mahkeme bugüne kadar uygulanan içtihat dışında yeni bir içtihat oluşturmuştur. Son süreçte TİP Milletvekili Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesinde de benzeri yaşanmıştır. Yargıtay ve AYM arasında yaşanan kriz de esasta iktidarın siyasi amaçlarına uygun olarak muhalefeti alt etmenin gerekçesi olarak kullanılmıştır.

Kobanê davasında sona gelindi. Sizin davaya ilişkin öngörünüz nedir?

Kobanê davası, HDP’nin kapatılması davası, kayyum rejiminin geliştirilmesi birbiriyle bağlantılı ve devletin Kürt düşmanı politikasının uygulama alanlarıdır. Esas amacı, Kürt siyasi hareketini, Kürt kadın hareketini, demokratik siyaset alanını bertaraf etmek olan Kobanê kumpas davası, başladığı günden bugüne yaşananlarla deşifre olmuştur. Kobanê davası süreci aynı zamanda faşizme karşı, Kürt düşmanlığına, kadın düşmanlığına karşı güçlü bir duruş, direniş süreci olmuştur. Devlet bu davada istediği sonuca ulaşamamış, aksine demokratik siyaset ile özgürlük, demokrasi, ekoloji ve barış çizgisi güçlü bir şekilde savunulmuştur. Mahkemenin kararı ne olursa olsun bu gerçeklik halklarımız ve kadınlar tarafından çok net görülmüştür. Türkiye’de hukuk devleti ortadan kaldırıldığı için mevcut yasa ve Anayasa’ya göre bir karar beklemek söz konusu olmayacaktır. Kobanê davasından çıkacak karar ve bizlerin özgürlük hakkımızın elimizden alınması hukuksal olmadığı için bu konuda öngörüde bulunmak zor. Kararı mahkeme değil, saray vermektedir. İktidarın Kürt sorununa yaklaşımına, siyasi-ekonomik krize ve siyasi dengelere bakarak bir tahminde bulunabilir ancak.

***

DEM Parti başaracak

Yerel seçimler hapishane gündeminizde nasıl yer buluyor? İçeriden dışarıya baktığınızda seçimlere dair öngörüleriniz neler?

Dışarıdaki siyasi, toplumsal, ekonomik gündemler aynı zamanda içerinin yani cezaevinin de gündemi oluyor. Doğal olarak yerel seçimler de bizim temel gündemlerimizden birisi. Yerel seçimler bir yandan yerel demokrasinin gelişmesi, demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigmamızın örgütlenmesi, pratikleşmesi açısından önemli iken diğer yandan halkın kendi kaderini belirlemesi, Kürt halkının kendi kendini yönetmesi, halkların ve kadınların yönetime katılması açısından da önemli.

Yerel demokrasinin geliştirilmesi, demokratik özerk yönetim önerimiz aynı zamanda Kürt sorununun çözümü, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve toplumsal barış açısından da yol açıcı olma potansiyeli taşıyor. Dolayısıyla yerel seçimler sadece belediye eşbaşkanlarının, il genel meclis üyelerinin seçimi ile sınırlı olmayıp aynı zamanda kayyum rejimine, savaş politikalarına, Kürt halkının iradesinin gaspına, demokratik siyaset alanının daraltılmasına karşı duruşumuzu da gösterecektir. 31 Mart seçimleri hem Kürtler hem de Türkiye halkları açısından yeni bir başlangıç ve fırsattır. Yerel seçimlerde DEM Parti’nin başarılı olacağına inanıyoruz.

Kadınlar olarak katılımcı-demokratik-özgürlükçü bir toplumun inşasındaki öncü rolümüzün farkında olarak yerel seçim sürecine katılmamız gerekir. Yerel seçimler aynı zamanda politikalarımızı, ideolojik-politik siyaset anlayışımızı toplumla, kadınlarla buluşturmak için de bir fırsattır. AKP-MHP-Ergenekon siyasi ittifakı 2016’dan bugüne geliştirdiği kayyum rejimiyle Kürt halkının, kadınların iradesini gasp etmektedir. 31 Mart 2024 yerel seçimleri kayyum rejimini yenilgiye uğratmak, halk iradesinin gaspına son vermek açısından önemli olduğu kadar demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigmamızın, özgür yaşam iddiamızın örgütlenmesi açısından da önemlidir. O nedenle yerel seçim çalışmamız her zamanki tempoyu aşan bir emek, çaba ve yeniyi inşa etme heyecanı ve coşkusuyla başarıya kilitlenerek kazanılacaktır. Kazanacağımıza, başaracağımıza olan inancımızla bizler de olanaklarımız ölçüsünde cezaevinde seçim çalışmalarına omuz veriyoruz ve DEM Parti’de aday olan tüm yoldaşlarımıza, parti çalışanlarımıza, kadınlara, halklarımıza başarılar diliyoruz.

***

Direnişin coşkusu

36 aydır kendisinden haber alınamayan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'a yönelik tecridin son bulması talebiyle siz de açlık grevine katıldınız. Açlık grevi eylemleri 4. ayına doğru gidiyor. Açlık grevleri sonuç alabilecek midir?

Devletin Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerinde uyguladığı mutlak tecrit politikası, Kürt sorunundaki çözümsüzlük, inkar, imha ve asimilasyon politikasından kaynaklanmaktadır. Kürt sorununun çözümü de bu politikalardan vazgeçilmesi ile mümkün olacaktır. Sayın Öcalan 1993’ten bugüne sistematik olarak Türkiye’nin demokratikleştirilmesi konusunda çaba içinde olmuştur. Yazdığı savunmalarda hem Kürt sorununun çözümü hem kapitalist modernist sisteme karşı alternatif demokratik modernite önermesi ile demokratik özerk yönetimler, demokratik cumhuriyet önerileri hem de Ortadoğu barışının yollarını göstermektedir. Bugün sadece Kürtler değil, Ortadoğu halkları, dünya halkları, akademisyenler, sendikalar Sayın Öcalan’ın önerilerini tartışmaktadır. Türkiye ise Sayın Öcalan’ı mutlak tecrit altında tutup dış dünya ile bağını kopararak savaş politikalarını sürdürmektedir. Bu politika ise Türkiye’yi derin bir yoksulluğa, ekonomik siyasi krize sürüklemiştir. AKP’nin "tek adam" rejimi ise durumu daha da ağırlaştırmıştır.

Türkiye’nin mevcut durumdan çıkışının tek yolu Kürt düşmanı politikalardan vazgeçmesi, Sayın Öcalan’a özgürlük yolunu açarak Kürt sorununun müzakere ile çözümüne olanak sağlamasıdır. Demokratik cumhuriyet anayasası Kürt halkının iradesini tanıyarak eşit ve özgür yurttaşlık temelinde kendi kaderini belirleme hakkını güvenceye alacak şekilde yapılırsa Türkiye’de demokrasi sağlanmış olur. Yine Türkiye’de yaşayan farklı kimlik, kültür ve inançların varlığının kabul edildiği, kendilerini ifade etme ve gelecek kuşaklara taşıması için örgütlenme özgürlüğünün güvenceye alındığı, kadın özgürlükçü ve ekolojik bir anayasayla Türkiye krizden kurtulur. Yeni anayasa ise iktidarın Kürt düşmanı, kadın düşmanı, doğa düşmanı politikaları aşılmadan, temel hak ve özgürlükler güvenceye alınmadan yapılamaz, yapılsa da toplumun ihtiyaçlarına cevap olamaz ve toplumsal sorunlara çözüm üretemez.

Cezaevlerinde başlatılan açlık grevlerini barış için bir yol açmak ve Türkiye’nin kaostan çıkışının yolunu göstermek açısından ele almak gerekir ki bu sadece cezaevindeki Kürt siyasi tutsakların da talebi değildir. Kürt halkı, Kurdistan halkının, Kürtlerin dostlarının da talebidir. Bu talep yeni de değildir. Sayın Öcalan uluslararası bir komployla Türkiye’ye getirilip İmralı ada cezaevinde "özel hukuka" tabii tutulduğu ilk günden itibaren Kürt halkı bu talebi sürekli dile getirmiş, çeşitli eylem ve etkinliklerle sesini hem devlete hem dünyaya duyurmaya çalışmıştır. Gelinen aşamada çözümsüzlük politikası artık sürdürülemezdir. Türkiye halklarının cezaevlerindeki çözüm ve barış talebine cevap vermesi ve güçlü bir barış hareketinin gelişmesi Türkiye’nin demokratikleşesini ve daha eşit ve özgür bir yaşamı mümkün kılacaktır.

Direniş süreçleri, eylem etkinlikler her zaman moralli ve coşkulu geçer. Bu süreçler aynı zamanda dayanışmanın da yükseldiği zamanlardır. İçeri ile dışarının ortak bir ruhla düşüncede birleşmesi, umudun gerçeğe dönüşme olasılığını da yükseltir. İktidardakiler tarihin her aşamasında halkların umudunu kırmak, toplum üzerindeki baskıyı artırarak, korku yayarak değişimi engellemek istemişlerdir. Mevcut durumu sürdürmek, kendi iktidarlarını süreklileştirmek için başvurdukları geleneksel yöntem, şiddet ve cezalandırmadır. Türkiye cezaevlerinde başlayan açlık grevlerine de cezaevi idaresinin yaklaşımı disiplin soruşturmaları ile karşılık vermektir. Bazı cezaevlerinde greve giren kişileri hücrelere kapatma gibi baskı, şiddet yöntemleri de uygulandığını duyuyoruz. Sohbet sırasında halay çekmenin yasak olduğunun açlık grevleri başladığında ifade edilmesi, sohbetin yarıda kesilmeye çalışılması örneği de bunun grevle alakalı bir uygulama olduğunu gösteriyor. Sonuç itibarıyla idarenin, devletin yıldırma çabaları devrimcilerin iradesi karşısında anlamsız, boş çabalar olarak kalıyor. Umuyorum ki cezaevinin sınırlı, zor koşullarında yaşanan direnişin coşkusu, enerjisi, İmralı tecridini kıracak ve barışın yolunu açacaktır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.