Ülke hapishane, yöneticiler gardiyan

Cafer TAR yazdı —

  • Türkiye, demokrasisi ve ekonomisini geliştirerek dünyanın geri kalanına örnek olmak yerine; bir göçmen hapishanesi olmayı, Türkiye’yi yönetenler ise bir tür dünya yoksulluğunun gardiyanı olmayı tercih etmişlerdir.

Seçimlerden hemen sonra Erdoğan seçmenleri dahil olası bir ekonomik yıkım konusunda büyük bir endişe yaşamaya başladılar. Hükümet bu noktada ortaya çıkan endişeleri giderebilmek için ekonomi yönetiminde güven verici hamleler yapmaya çalışarak halkı ve Türkiye’de çıkarları olan çevreleri bir nebze de olsa teskin etmeye çalıştı.

Mehmet Şimşek’in Maliye Bakanı, Hafize Gaye Erkan’ın Merkez Bankası Başkanı olarak atanması böyle bir endişenin sonucudur. Sadece kendi etrafında toplanmış çetelere illegal ekonomi üzerinden rant dağıtmaya yarayan Nas Ekonomik modeli nedeniyle Türkiye ekonomisi dibi gördü, fakat Erdoğan ve çevresindekiler semirdiler.

Sıradan bir gözlemci bile Erdoğan’ın etrafındaki insanların inanılmaz mutlu ve zenginlik içerisinde yaşadıklarını görürler; halbuki onların iktidarında Türkiye ekonomisi yapısal olarak geri dönüşsüz bir yola girdi.

Osmanlı İmparatorluğu Sanayi Devrimini kaçırdı ve bu süreç İmparatorluk sınırları içinde yaşayan halkların tamamının yüz yıllarca yoksulluk, siyasal ve sosyal istikrarsızlık içerisinde yaşamalarına neden oldu. Cumhuriyetin ilk yıllarında Kemalistler devleti demokratikleştirmeden kapitalistleştirmeye çalıştılar, bu da Türkiye halklarına en az elli yıl kaybettirdi.

Sözüm ona Kemalizm’in eleştirisi üzerinden iktidara gelen; meşruiyetini kendinden önce iktidar olanların anti demokratik uygulamaları üzerinden izah eden AKP gideni aratır uygulamalarıyla zaten zorda olan Türkiye ekonomisi ve demokrasisini büsbütün çıkmaza soktu.

Dünya, doksanlı yıllar sonrasında büyük bir değişim sürecine girdi; bilişim teknolojileri muazzam mesafe kaydetti, malların ve sermayenin ülkeler arası hareketi inanılmaz bir hız kazandı. Küçük ülke pazarları artık kimse için yeterli değildi ve geçmişin önemli ulus devletleri yıllarca uğruna büyük savaşlar verdikleri pazarlarını birbirlerine açmak zorunda kaldılar.

Zaman içerisinde ülkelerin birbirlerine olan bağımlılıkları arttı. Özellikle AB içerisinde birçok ülke diğeri olmadan varlığını bile sürdüremez hale geldi. Günümüzde kimse Belçika’yı Fransa’sız düşünemez veya Hollanda’yı Almanya’sız.

Fakat bunun olabilmesi için bu ülkelerin tamamı iç hukuklarını, idari yapılarını, güvenlik politikalarını bir daha gözden geçirdiler. Fransa 70 milyondan az nüfusu ile dünyanın en güçlü altıncı ekonomisi olabilmeyi sadece AB üyesi olabilmesine borçludur. Ayrıca bu nüfusun da yarısına yakını göçmenlerden oluşmaktadır.

Bu süreç boyunca en adaletsiz olan şey; sermayenin ve malların hareketi neredeyse serbest hale gelmişken insanların bir ülkeden başka bir ülkeye gidişi aynı kolaylıkta olmamaktadır. Bu büyük bir adaletsizliktir ve bu adaletsizlik dünyada büyük bir göç dalgasına neden olmaktadır.

Uluslararası sermaye ve malların hareketi nedeniyle kendi yaşam alanları ve üretim kapasiteleri başka ülkelerden gelen ürünler nedeniyle yıkıma uğrayan insanlar kimi zaman sadece hayatta kalabilmek, kimi zaman ise daha iyi yaşayabilmek için ülkelerini terk etmek ve yasa dışı yollardan başka ülkelere gitmek istemektedirler.

Türkiye’yi yönetenler ülkeyi dış denetimden ve iç pazarı tek başına kontrol edebilmek için Türkiye ekonomisinin AB pazarı ve hukuku ile bütünleşmesini engellediler. Aslında bu tek yönlü bir şey de değildi; AB ülkeleri içerisinde bir çevre de Türkiye’yi AB içerisinde görmek istemedi.

Bundan sonra da bütün dünyada sermaye ve malların hareketinin hızlanacağını ve bunun yoğun göç dalgalarına neden olacağını ön görebiliriz. Dolayısıyla “Türkiye üzerinden AB ülkelerine doğru devam eden yoğun göç dalgası artarak devam edecek!” diyebiliriz. En başa dönersek; Türkiye, demokrasisi ve ekonomisini geliştirerek dünyanın geri kalanına örnek olmak yerine; bir göçmen hapishanesi olmayı, Türkiye’yi yönetenler ise bir tür dünya yoksulluğunun gardiyanı olmayı tercih etmişlerdir.  

Soğuk savaş yıllarında Türkiye NATO’nun Güney Doğu kanadını koruyan bir tür karakol ülkeydi; şimdi ise Türkiye AB ülkelerine yönelmiş göç dalgasının durdurulduğu ülke olarak değerlendirilmek isteniyor ve Erdoğan da buna dünden hazır.

Bir önceki seçimler Türkiye’nin bundan sonraki yirmi yılını belirleyecek gibi gözüküyor; Erdoğan kabinesini buna göre düzenledi. Millet İttifakı artık siyaseten bitmiştir ve görünür gelecekte yeniden aktif olabilecekmiş gibi de gözükmüyor. Başta CHP ve İYİ Parti olmak üzere ittifakın bütün bileşenleri birbirleri arasına mesafe koymaya başladılar bile.

Türkiye’de demokrasi mücadelesini yükseltmenin asıl şimdi tam zamanıdır; Türkiye’de burjuva muhalefeti Erdoğan karşısında havlu atmıştır, öyleyse şimdi bize düzen devrimci muhalefeti örgütlemek olmaktadır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.