Yangınlar ve yerel yönetimlerin önemi
Fuat Ali RIZA yazdı —
- Kürdistan ve Türkiye’de yaşanan yangın olaylarına karşı yürütülen mücadeleler bize gösteriyor ki, insan ve toplum yaşamının tümü neredeyse devletin insafına bırakılıyor. Yangınlar karşısında devletten bu kadar medet bekleme durumu bunu açıkça gösteriyor.
- Devlet, toplum ve yaşam gerçeği doğru anlaşılarak hem yaşam ve hem de onun kaynağı olan doğa üzerinde tam bir sahiplenici bilinç, örgütlülük ve mücadelecilik geliştirmek gerekiyor. Adeta “Devlet baba” edebiyatıyla her şeyi devletten bekleyen ve de isteyen zihniyete ve tutuma kesin bir son vermek gerekiyor.
Günler ve haftalar değil, aylardır Kürdistan ve Türkiye coğrafyası adeta cayır cayır yanıyor. AKP iktidarının Kürdistan’da yıllardır keserek gerçekleştirdiği orman katliamı, şimdi yakılarak da yapılıyor. Kutsal kitapların “Cennet” olarak tanımladığı bu güzel coğrafya kesilerek ve yakılarak yok ediliyor. Gözü dönmüşlük düzeyindeki maddi emeller uğruna ve göz göre göre ciğerlerimiz ortadan kaldırılıyor.
Kuşkusuz orman yangınları sadece Kürdistan ve Türkiye’de değil, dünyanın her yeri benzer bir durumu yaşıyor. Latin Amerika’dan Avrupa ve Asya’ya kadar her yerde canlı yaşamın geleceğini karartan yangınlar yaşanıyor. Daha da önemlisi, geleceğimizi tehdit eden bu vahim olaylara karşı gösterilen tepkiler genelde çok cılız kalıyor. Çoğunlukla TV ekranlarında biraz acıyla seyredilen olaylar olarak hafızalarımızda yer ediyor.
Elbette azınlık durumunda da olsa söz konusu olaylar üzerinde büyük ciddiyetle duranlar da var. Yaşamın ciğerlerini yok eden bu yangın olayları üzerinde adeta çırpınarak duran kişi ve çevreler de söz konusu. Ama şimdilik bu tür çabaların yeterli etkinlik düzeyine ulaşmadığı açıkça görülüyor.
Peki canlı yaşamın ciğerleri neden böyle göz göre göre yakılıp yok ediliyor? Kuşkusuz bu soruya cevap vermek pek zor bir iş değil. Nitekim olayları biraz takip eden herkes bu nedenleri az çok görebiliyor. Bu nedenlerin başında da kuşkusuz dünya genelinde yaşanan ısınma ve bu temeldeki iklim değişikliği geliyor. Yine rant politikaları sonucu ormanların bilinçli yok edilmesi gerçeği yer alıyor. Elbette bilinçsiz ve örgütsüz yaşamın ortaya çıkardığı dikkatsizlik ve tedbirsizlik de önemli bir etken olarak yaşanıyor.
Yaşanan orman yangınlarına yol açan tüm bu nedenler toplandığında, onların nedeni olarak da yaşamı paraya ve daha çok paraya bağlayan küresel kapitalist modernite sisteminin yer aldığı açıkça görülüyor. Kapitalizmin ve endüstriyalizmin gözü dönmüşçe süren azami kâr hırsı, sadece insanlığın geleceğini tehdit etmekle kalmıyor, adeta yer kürenin sonunu getirecek bir özellik taşıyor. Sanki kutsal kitaplarda yer alan “Kıyamet” böyle yaşanacakmış gibi görünüyor.
Kuşkusuz bu genel tabloya Kürdistan’da yenileri de ekleniyor: Kürt halkı üzerinde uygulanan soykırım ve bu temelde yaşanan savaş! Zira Kürt halkına yöneltilen soykırım saldırıları, sadece başta çocuklar, gençler ve kadınlar olmak üzere tüm toplumu hedeflemekle kalmıyor, aynı zamanda bu toplumun yaşadığı doğayı da hedefliyor. Soykırım uygulamaları sadece katliam, tehcir, demografyayı değiştirme ve asimilasyon yöntemleriyle sürmüyor, aynı zamanda üzerinde yaşanan doğanın yaşanmaz hale getirilmesi uygulamalarıyla da sürüyor.
Bu nedenle, geçen yıllarda yaşanan bu orman yangınlarına neden olarak hep ‘yaşanan savaş’ gösterilirdi. Adeta ‘savaş olmazsa bu tür olaylar da olmaz’ denmeye getirilirdi. Oysa son yıllarda söz konusu savaş önemli oranda azaldı. İçinde bulunduğumuz yılda ise Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın geliştirdiği ‘Barış ve Demokratik Toplum Süreci’ nedeniyle tümden sona erdi. En azından Kürt tarafı önce ateşkes ilan edip sonra da silahlı mücadele stratejisini sona erdirerek böyle bir durum ortaya çıkardı. Fakat bu duruma rağmen Kürdistan dağlarındaki orman yangınları ve ağaç kesimleri sona ermedi; tersine daha da arttı.
Peki bu neden böyle oluyor? Böyle olması, Kürt tarafının strateji değiştirerek demokratik siyaseti esas almış olmasına rağmen, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve esas olarak AKP iktidarının soykırım saldırılarından ve savaşından vaz geçmediği anlamına geliyor. Bu durum, AKP iktidarının gözü dönmüşçe bir rant saldırısı içinde olduğunu gösteriyor.
Gözü dönmüş bu rantçılık, en hoyrat bir biçimde Kürdistan’da yürütülse de Türkiye coğrafyası da benzer uygulamalara maruz kalıyor. Bu durumuyla AKP iktidarı, gelmiş geçmiş en rantçı ve doğa düşmanı bir iktidar olma özelliği taşıyor. Kuşkusuz doğaya düşman olmak, aynı zamanda topluma ve özellikle kadına da düşman olmak demektir. Elbette bunun tersi de doğrudur; yani toplum ve kadın düşmanlığını ifade eden erkek egemen zihniyet ve siyaset aynı zamanda doğa düşmanlığı da yapmaktadır.
Dikkat edelim, bir avuç altın için neredeyse bir dağ tümden yok edilmektedir. Biraz enerji için, her alana HES’ler yapılarak yaşamı yaratan vadiler ortadan kaldırılmaktadır. Maden çıkarmak veya yerleşim yeri açmak için ormanlar kesilip veya yakılmaktadır. Kısaca maddi kazanç ve azami kâr için insan emeğine ve insanın yaşam kaynağı olan doğaya dönük en ağır saldırılar yapılmaktadır.
Buraya kadar yaşanan vahşet durumunu nedenleriyle birlikte ortaya koymaya çalıştık. Peki bu durumu önlemek için ne ya da neler yapılmalıdır? Kuşkusuz bu soruya hemen “Bu duruma yol açan zihniyet ve siyasete son verilmeli” ya da “Buna yol açan sistem yıkılmalı” cevapları verilecektir. Elbette bu cevaplar önemlidir ve esas olarak bu temelde güçlü bir ekolojik bilinç ve örgütlülük yaratarak adeta isyan edercesine eyleme geçmek gerekir.
Biz de bu yaklaşımı doğru buluyoruz ve esas olarak böyle bir mücadeleyi esas alıyoruz. Fakat buna ulaşabilmek için de yapmamız gereken başka şeylerin olduğuna inanıyoruz. Özellikle de söz konusu yangın olaylarına karşı yürütülen mücadelelere bakarak, iki temel sonuç daha çıkartıyoruz.
Bunlardan birincisi, insan ve toplum yaşamının, dolayısıyla bu yaşamın zemini olan doğanın devlete bırakılamayacağıdır. Oysa Kürdistan ve Türkiye’de yaşanan yangın olaylarına karşı yürütülen mücadeleler bize gösteriyor ki, insan ve toplum yaşamının tümü neredeyse devletin insafına bırakılıyor. Yangınlar karşısında devletten bu kadar medet bekleme durumu bunu açıkça gösteriyor. Oysa devlet rantçı ve sömürgecilerin elinde ve onların çıkarına göre hareket ediyor. Gerçek buyken, birey ve toplum yaşamının bu kadar devlete teslim edilmesi en yanlış ve olumsuz durum olma özelliği taşıyor.
O halde ne yapılmalı? Açık ki devlet, toplum ve yaşam gerçeği doğru anlaşılarak hem yaşam ve hem de onun kaynağı olan doğa üzerinde tam bir sahiplenici bilinç, örgütlülük ve mücadelecilik geliştirmek gerekiyor. Adeta “Devlet baba” edebiyatıyla her şeyi devletten bekleyen ve de isteyen zihniyete ve tutuma kesin bir son vermek gerekiyor.
İkinci sonuç ise, Türkiye yönetiminin bu kadar merkezi olamayacağı, başta Kürdistan olmak üzere Türkiye genelinin şimdi olduğu gibi Ankara’dan yönetilemeyeceğidir. Dikkat edelim, adeta birer ülke haline gelmiş olan İstanbul, İzmir, Adana gibi kentler mevcut biçimiyle Ankara’dan yönetilebilir mi? Kürdistan, Doğu Karadeniz, Trakya gibi alanlar mevcut haliyle Ankara’dan yönetilebilir mi? Artık Ankara merkezli mevcut katı yönetime son vererek, bölgesel yönetimleri geliştirme ve yerel yönetimleri güçlendirme zamanı çoktan gelip geçmiş durumdadır.
Nitekim Kürdistan’da yaşanan yangınlar izlendiğinde görülecektir ki, hemen hepsinde merkezi yönetimin elindeki araçlar geç ulaştığı için yangınlara müdahale edilememekte ve bu nedenle dağların ormanları yanıp kül olmaktadır. Yerel yönetimler, bu tür olaylar karşısında hep ‘ellerinde yeterli araç bulunmadığından’ yakınmaktadırlar. Biraz incelenince gerçeğin böyle olduğu da hemen anlaşılmaktadır. Bu durum da gösteriyor ki, artık Ankara’daki merkezi yönetime son verip yerel yönetimleri güçlendirme ve yeterli hale getirme, yönetim gücünü merkez ile yereller arasında yeniden dağıtma mutlaka gereklidir.
Ağaç kesimine ve yangına karşı ormanları korumak için mücadele eden herkesi yürekten selamlıyoruz!
