Gazze’den Van’a gerçekler
Fuat Ali RIZA yazdı —
- Gazzeli kadın ve çocukları katleden zihniyet ve siyasetle Van’da Rojin Kabaiş’i katleden zihniyet ve siyaset aynıdır. Ve bu zihniyet ve siyasetin erkek egemen iktidar ve devlet zihniyeti ve siyaseti olduğu bilinmektedir.
7 Ekim 2023 tarihinden bu yana geçen iki yıl içinde en vahşi saldırılarla yürütülen Gazze soykırımı, kuşkusuz 21. Yüzyıl insanlığının yaşadığı en önemli trajedilerden biriydi. 13 Ekim 2025 günü Mısır’ın Şarm El Şeyh kentinde yirmi devlet yetkilisinin yaptığı sözde “Gazze’ye kalıcı barış” töreni ise aslında tam bir komedi oldu.
Gazze soykırımının birinci dereceden sorumluları, ellerindeki kana ve alınlarındaki soykırım lekesine bakmadan dünyanın gözü önünde arz-ı endam ettiler. Gazze savaşının sorumlusu ve suçlusu iken, bir de kendilerini ‘barış meleği’ gibi göstermeye çalıştılar. 13 Ekim günü Mısır’ın Şarm El Şeyh kentinde yaşanan, aslında Gazze soykırımının cenaze töreniydi. Kamuoyu ise ‘Barış’ söylemleri ve ‘Esir takasları’ görüntüleriyle maniple edilmeye çalışıldı.
ABD Başkanı Trump, söz konusu cenaze töreninde hem ABD ve hem de İsrail’i temsil ediyordu. Kendini bir ‘Ara bulucu’ gibi yansıtmaya çalışsa da aslında söz konusu soykırımın esas sorumlusu olduğunu gizleyemedi. Başta Mısır Devlet Başkanı Sisi olmak üzere sözde Arap devletlerinin temsilcilerinin ise, yaşadıkları ihanet utancını sırıtan suratları örtemedi.
Kuşkusuz söz konusu cenaze töreninin en ilginç ve renkli kişisi, ABD Başkanı Trump’tan sahte övgü aldıkça yüzüne gülücükler yayılan Tayyip Erdoğan idi. Tayyip Erdoğan, iki yıldır “Kanlı” dediği elleri sıktıkça adeta mest oluyordu. Sanki geride kalan 70 bin civarı ölü ile yüz binlerce yaralıyı unutmuş gibiydi. Kendine söz konusu törende yer verilmiş olması ve tören resminde yer bulması zat-ı muhteremi kendinden geçirmişti. Nihayet yıllardır dışlandığı Ortadoğu resminin cenaze töreninde yer bulmuş olması bile sanki dünyaları onun etmişti.
Halbuki Tayyip Erdoğan oraya Hamas’ın gizli temsilcisi olarak götürülmüştü. Dolayısıyla yaşadığı yenilginin cenaze törenine katılmış, kendi ardından Fatiha okur hale getirilmişti. Çok iyi biliyordu ki, Gazze ardından sıra Lübnan’a ve oradan da Suriye’ye gelecek, yaşanan dünya savaşı Türkiye’nin kapısını çalacaktı. Kıbrıs, Kürdistan ve Çukurova yeni Gazze’ler olarak savaş alanı haline gelecekti. Ama olsundu! Türkiye’nin başına ne gelirse gelsindi! Yeter ki Tayyip Erdoğan iktidarda tutulsun ve yapılan cenaze törenlerinde kendine de yer verilsindi! Bunun için satmayacağı ve feda etmeyeceği hiçbir şey yoktu.
Tayyip Erdoğan Şarm El Şeyh’te Gazze’nin cenaze törenine katılırken, Van’da kadınlar da bir yıl önce katledilmiş olan Yüzüncü Yıl Üniversitesi öğrencisi Rojin Kabaiş’in katlediliş olayı üzerindeki yeni bilgileri tartışıyor ve protesto gösterileri yapıyordu. Çünkü bir yıl önce Van’da katledilmiş olan Amedli üniversite öğrencisi genç kadının ölüm olayı üzerine Türk yargısı sahte açıklamalar yapmış, gerçek bilgi ve belgeleri gizlemişti.
TC yargısı, gizlilik getirdiği Rojin Kabaiş’in ölüm nedeni olarak bir yıldır “intihar etmiş” diyordu. Fakat cinayetin tam da birinci yıldönümünde ne olduysa birden ortaya yeni belgeler çıktı ve Rojin Kabaiş’in en az iki erkek tarafından cinsel saldırıya uğradığı ve bu temelde katledildiği bilgisi servis edildi. Zaten genç kadının ölüm olayını duyan büyük çoğunluk, yargının öne sürdüğü “intihar” tezine hiç inanmamış, kendi içinden bunun bir cinsel saldırı ve kadın katliamı olduğunu düşünmüştü. Fakat buna rağmen, yine de olaya ilişkin son bilgileri duyunca sanırım herkes yerinde irkilmekten kendini alıkoyamadı. Bu nasıl bir vahşetti?! Bu nasıl bir insanlık ve de erkeklikti?! Böylesi gerçekten de olmaz olaydı.
Rojin Kabaiş katliamına ilişkin son bilgiler, başta kadınlar olmak üzere duyan herkesi gerçekten de şoke etti. Olayın avukatları ve Rojin’in ailesi kamuoyunu yeterince bilgilendirerek, kararlı duruşlarıyla herkesten destek istedi. Dört bir yanda söz konusu katliamı protesto eden kadın eylemleri yapıldı. Bugün de Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi öğrencileri etkili ve öfkeli bir yürüyüşle söz konusu katliamı kınadı. “Jin Jiyan Azadî” sloganının yankılandığı mitingde genç kadın arkadaşlarını genç erkeklerin de yalnız bırakmamış olması, izleyenlere biraz umut ve ferahlık verdi.
Şimdi denecek ki 13 Ekim günü Şarm El Şeyh’te yapılanla Van’daki Rojin Kabaiş katliamının ne ilişkisi var? Biliyoruz, çoğunluk olmasa da böyle soran azınlıklar vardır. Oysa iki olayın birbiriyle ilişkisi vardır, hem de etle tırnak gibi kopmaz ilişkisi vardır. Her şeyden önce, iki tarafta da katliamlar var ve bu katliamların sonuçları üzerinde işlemler yapılıyor. Yani iki tarafta da gerçekte cenaze töreni yaşanıyor. Katledilenin bir kişi ya da 70 bin kişi olması arasındaki fark, aslında niceliktir. Yoksa katliam katliamdır; ha bir kişi katledilmiş ha 70 bin kişi katledilmiş! Nitekim bir kişiyi katledenlerin eline güç ve fırsat geçerse bin kişiyi de 70 bin kişiyi de rahatlıkla katledebilir.
İkincisi ve çok daha önemlisi, her iki tarafta da katliamı gerçekleştiren zihniyet ve siyaset aynı zihniyet ve siyasettir. Gazzeli kadın ve çocukları katleden zihniyet ve siyasetle Van’da Rojin Kabaiş’i katleden zihniyet ve siyaset aynıdır. Ve bu zihniyet ve siyasetin erkek egemen iktidar ve devlet zihniyeti ve siyaseti olduğu bilinmektedir.
Şarm El Şeyh’te toplanan Gazze katliamcılarının iktidar ve devlet gücü olduklarını ve cümlesinin egemen erkek zihniyetinin kastlaşmış gerçeğini temsil ettiklerini kanıtlamaya herhalde gerek yoktur. Çünkü her şey apaçık ortadadır. Dolayısıyla burada önemli olan Rojin Kabaiş katliamını doğru anlamak ve de ifade etmektir. Yani Rojin Kabaiş katliamını sıradan bir cinsel saldırı ve cinayet olarak görmemek, tersine kudurmuş erkek cinsiyetçiliğinin gerçekleştirdiği bir özel savaş saldırısı olarak görüp değerlendirmek büyük önem taşımaktadır.
Kuşkusuz bazıları bu iddiayı nasıl kanıtlayacağımızı bize sorabilir. Oysa buna vereceğimiz cevaplar ve göstereceğimiz kanıtlar çok ve de açıktır. Dikkat edelim, Rojin Kabaiş adlı üniversite öğrencisi bir genç kadın, iki erkek tarafından cinsel saldırıya uğruyor ve de katlediliyor. Peki ceset bulunup da otopsi yapıldığında bu durum tespit edilemiyor mu? Elbette ediliyor, hiç başkası mümkün mü? Ama bakın, bir yıl boyunca bu durum devlet tarafından gizleniyor ve “intihar” denerek kamuoyu aldatılmaya çalışılıyor. Demek ki, öncelikle burada cinayeti işleyen erkekler korunuyor. Peki niye devlet bu erkekleri bu kadar koruyor? Herhalde kim olduklarını bilmediği için değil! Tersine iyi bildikleri, ama korumak istedikleri için böyle yapıyorlar. Demek ki olay sadece bir cinsel saldırı ve katliam değil, bir özel savaş saldırısı olarak bunlar yapılmıştır. Devletin yargısı devletin özel savaşçılarını korumaktadır ve zaten Kürdistan’da bunu yüz yıldır yapmaktadır.
Peki niye bildikleri bir şeyi bir yıldır gizlediler de şimdi bir yıl sonra aşikâr ediyorlar? Aslında bir yıl önce Rojin Kabaiş’i kaçırıp cinsel saldırı ardından katlederek ve buna da “intihar” diyerek tüm kadınları, aileleri ve toplumu etkilemeye ve korkutmaya çalıştılar. Şimdi bir yıl sonra da cinsel saldırıyı ifşa ederek aynı etkilemeyi ve korkutmayı daha da artırmak istiyorlar. Öyle ki hiçbir aile kızını okula göndermesin! Öyle ki hiçbir kız kendi iradesiyle ve korkusuzca sokağa çıkamasın! Kürt genci, ailesi ve kadını hep bir aşağılanma psikolojisi içinde kalsın!
Bu durumun kokutucu, ürkütücü ve onur kırıcı olduğu açıktır ki, bu da topluma karşı uygulanan özel savaş saldırısının ta kendisidir. Nitekim avukatlar, aile ve kadınlar gerçeği böyle anlamış ve çok önemli bir tepki vermiştir. Elbette bu tepki hem sürekli olmalı ve hem de sadece kadınları değil, toplumun hepsini kapsamalıdır. Bu tür özel savaş saldırılarına karşı toplum anında ve çok büyük bir tepki vererek sokaklara dökülmelidir. Gerçekten toplum olmak ve demokratik toplum haline gelmek ancak bununla mümkündür.
